“Ya hayır söyle ya da sus!...” sözünü sıkça duyar ve yeri geldikçe de söyleriz.
Muaz ibni Cebel(r.a.);
“Ya Rasûlallah; Bana nasihat eder misiniz?” der.
Rasûl-i Ekrem(sav) Efendimiz dilini işaret ederek;
“Diline sahip ol!...” buyurur.
Muaz(r.a.) tekrar;
“Ya Rasûlallah; Bana nasihat eder misiniz?”
Peygamber(sav) Efendimiz;
“Anan seni kaybetsin ya Muaz. İnsanların yüzüstü cehenneme düşmelerine sebep, dillerinden başkası değildir!” buyurur.
Sahabeden birisi de şöyle der:
“Kalbinde kasavet, bedeninde bir gevşeklik, rızkında bir kıtlık görürsen bil ki; sen mutlaka lüzumsuz şeyler konuşuyorsundur…”
Hz. Mevlâna bu durumu Mesnevi’sinde, cennet ile cehennemin kapısının açılmasına benzeterek şöyle izah eder:
“Sözü sırlar sarayının kapısı bil. Güzel bir söz işitince düşün bakalım cennetin hangi kapısı açıldı?!...
Kötü bir ses mi geldi; kem bir söz mü işittin? Dikkat et bakalım cehennemin hangi kapısı sana açıldı?!...”
İki dudak arasından çıkacak her söz, daha bu âlemde iken cennet veya cehennemin kapısını açabiliyor.
Fakat susmaktan gaye her şeyde olduğu gibi kişinin yerini ve haddini bilmesidir.
Bu girişten sonra gelelim Japon Büyükelçiliği’nde Başbakan’ın eşi Emine Hanımefendi konuşma yaparken çiçek sulamakla şöhret bulan malum provokatör nam-ı diğer CHP zihniyeti, milletin yüzkarası, arsızca ve saygısızca, sarhoş mudur nedir, nâhoş sözlerle ortalığı karıştırıyor; onlarca ülkenin büyükelçisinin de yer aldığı bir programda sıfatsızca “hangi sıfatla konuşma yaptığını” sorgulama cüretine yelteniyor.
Görgüsüzlüğün, aymazlığın, terbiyesizliğin, edepsizliğin, rezilliğin, çirkefliğin, çirkinliğin, saygısızlığın, boşboğazlığın, şaşkınlığın, sarhoşluğun, haddini aşmanın… bu kadarına da pes doğrusu.
Japon Büyükelçiliği demek Japonya toprakları demektir. Kimlerin davet edilip, kimlere söz hakkı verileceği ev sahibine yani Japon Büyükelçisine düşer. “Hangi sıfatla konuşuyorsun?” diyene de neyin düştüğünü söylemeyi kendime yakıştıramıyorum doğrusu.
Haberlerde izlediğim kadarıyla korumaların, Türkiye adına bu milletin yüzkarasının daha büyük bir pot kırmaması için susturma çabalarına karşılık “Bana dokunamazsınız ben milletvekiliyim…” hezeyanlarının ardına sığınarak kuduzu tutmuş, kuyruğuna basılmışcasına, bir ülkenin Başbakanının eşi olan bir kadına karşı kontrolden çıkışını görünce insanlığımdan utandım. Kaldı ki, sıradan bir kadına bile bu denli dengesiz bir çıkış “kadına şiddet”in resmidir. Ayrıca her ne içip zıkkımlandıysa içtiği meretin şişede durduğu gibi durmadığını bütün dünyaya göstermiş oldu. Bununla da kalmadı son on yıldır itibar kazanan Türkiye'yi bir kez daha cümle âleme rezil kepaze etmeyi de ihmal etmedi.
Güya milletin temsilcisi bu çağdaş yaratığın cami duvarına pisleyip durması, kırdığı şişelerin, devirdiği çamların sayısı kırkı bini geçti. Hele hele bu olayı kabullenip ona sahip çıkan CHP zihniyetine ne demeli ya da dememeli?!
Kadınlara karşı her türlü şiddetin gündemde olduğu şu günlerde Başbakan'ın eşine sözlü tacizde bulunmanın feminist ve çağdaş kadın derneklerinde, ya da kendisine sahip çıkan CHP camiasında doğrusu nasıl yankı bulduğunu merak ediyoruz kamuoyu olarak…
Tabi ki hayvanları sevme ve koruma derneklerinden de bir açıklama bekleme hakkımız doğuyor. Ama ben gönüllü bir hayvanları sever dernek üyesi olarak 'bu olay ve müsebbibi ile ilgili kınama hakkımı azami ölçüde kullanıyorum' ve uzaktan yakından ilgimiz olmadığını beyan ediyorum.
Bu yazıyı kaleme alıncaya kadar o cenahtan ciddi bir tepki öğrenemedim. Sanırım doktoru “Kendi haline bırakın!” demiş olmalı diye düşündüm. Zira kişiliklerini ideolojilerine heba eden utanç müsveddelerinden insaf beklemek insafsızlık olur…
Mâlum Medya’nın bu meclis delisini mağdur gösterecek haber ve yorumları da işin “Dam başında saksağan, vur beline kazmayı” boyutu olsa gerek…
Resûlullah(sav) ne güzel söylemiş:
“Mümin önce düşünür, sonra konuşur. Münâfık ise düşünmeden konuşur.”
Edeb ya hu!...
Allah(cc)’a emanet olunuz…