Gecenin iki buçuğu. Kanadalı Hacılarla birlikte Medine-i Münevvere havalimanına iniyoruz.
Başkanlığımızın karşılama ekibi bizi alıyor ve kalacağımız otele götürüyor.
Mescid-i Nebevi karşısında bir odadayız.
Apar-topar abdestlerimizi alıp mescidin yolunu tutuyoruz.
Tahiyyatü’l-Mescid namazı… Efendimizin huzurundayız. Üzerimizde emanet olan selamları ulaştırıyoruz.
Rengârenk Müslümanlar.
Mekke öncesi, Efendimiz ziyaret ediliyor.
Başkanlığımızın irşat ekibi üyeleri olarak günde ayrı iki otelde hacla ilgili vatandaşlarımıza seminerler yapıyoruz.
Herkeste büyük heyecan var.
Başbakanımız ne kadar da tanınıyor, İslam âleminde.
Malili bir iş adamı, buralarda sizin dedeleriniz asırlarca yöneticilik yaptı diyor.
Nijeryalı bir Müslüman… Türkiyeli olduğumuzu söyleyince gözleri parlıyor.
Bize tarihi sorumluluğumuz hatırlatılıyor.
Otelin penceresinden bakıyorum caddeye… Her tarafı Suud askerleri ve polisi sarmış.
Mesele anlaşıldı. İranlı hacılar vahdet yürüyüşü yapıyor, tek koldan.
Otellerin önü hurma paketleriyle dolu. Belli ki kargo bekleniyor.
Ravzada görevli Suudlu Şii misin, diye soruyor. Müslüman Türk dediğim zaman özür diliyor ve kucaklıyor. Bu onların İranlı Müslümanlara bakışını da yansıtıyor. Aynı zamanda mezhep taassubunu da..
Mescid-i Nebevi imamı Cuma hutbesinde hac menasiki üzerinde duruyor.
Akşamları Suudlu vaazlar konuşmalarında bol bol şirke vurgu yapıyor. Kabirlere, kuyulara ve dağlara tapanlardan bahsediyor.
Kabirlerden maksat, Cenetü’l-Baki, Cennetü’l-Mualla ziyaretleri… Kuyu, Hz. Osman’ın bir Yahudi’den satın aldığı kuyu olmalı... Dağlar, Uhud, Nur dağı ve sevr mağarası ziyaretleri kastediliyor. Nedense Ka’b b. Eşref’in saray kalıntısı korunuyor.
Malum ziyaret yerleri…
Biraz sonra ihramlarımızı giyerek Medine’ye veda edeceğiz.
Şimdiden hüzün bastı.
Resulullah’ın şehrinde ne kadar mutlu hissetmiştik kendimizi.
İşte ayrılmak üzere olan Türk hacıları, veda için Efendimizin huzurunda.
Gözyaşı ile birlikte çığlıklar birbirine karışıyor.
Mekke yolundayız.
Kalbi selamlar.
Buluşmak üzere..