İnsan zaman zaman özeleştiride bulunabilmelidir. Bu yoldan çıkarak…
“Yaptığı habercilikle toplumsal sorunları gündeme taşıyan vatandaşın sesi soluğu olan gazeteler acaba vatandaşın gözünde nerededir?” diye kendime bir soru sordum.
Çıkan cevap enteresan ve düşündürücü.
İnsanlar öyle bir zaman diliminde yaşıyor ki hayat insana çok düşünme fırsatı vermiyor. Dakikalar, saatler, haftalar hatta aylar o kadar hızlı geçiyor ki dün bazı zamanlarda çok uzaklarda kalıyor.
Tam demokrasi uygulanmasa da, yazarken ve söylerken “Türkiye demokratik” bir ülkedir diyoruz. Tatbikinde hatalar ve eksiklikler olsa da bu böyledir. Demokrasilerde insanlara seçme ve seçilme özgürlüğü verilmiştir. Her insan gider, memleketi yönetmeye talip olabilir ve her insan da kendini yönetecek insanları seçebilir. Bu bir haktır…
Peki biz bu hakka göre mi idarecilerimizi seçiyoruz? İşte burası önemli bir nokta. Demokratik bir sistemde devlet yönetmeye talip olan siyasi partiler demokrat olmadıkları için insanımız kendini yönetecek yöneticiyi seçemiyor.
Ya ne yapıyor? Önüne konan seçenekleri tercih etmek zorunda bırakılıyor.
Başka bir deyişle size bir mönü sunuluyor, ama siz o yemekleri sevmiyorsunuz, illa bu yemekleri yiyeceksiniz diyorlar. Yemek zorunda kalıyorsunuz. Sonra ne oluyor? Şekeriniz çıkıyor, tansiyonunuz hopluyor.
Türkiye’de insanlar seslerini duyuramama gibi bir sorun yaşıyorlar. Vatandaş ölüyorum dese de duyan yok, padişahım çok yaşa dese de duyan yok. Çünkü otobüs üstünden insanlara bakan siyaset sine-i milletten gelen sese sağır ve dilsiz.
Bu iktidarıyla muhalefetiyle, demokrasiyi özümseyememiş tüm siyasi partiler için geçerli.
Zaten büyük kentlerde halk kimi seçip milletvekili yaptığını bile bilemiyor.
Denemesi bedava!
Çıkın önünüze gelen ilk kişiye sorun 10 milletvekilinin adını sayamaz.Vaktiniz varsa birkaç kişiye daha sorun. Ben epeyce bir adama sordum maalesef…
Öte yandan vatandaş bürokrasiden de umduğu, arzuladığı hizmeti bulamaz. Amir, memur olabilmek için kırk kapı çalan, dayıların dayısını bulan insanımız gariptir ki devlet kadrolarında kendine bir koltuk edindi mi hemen o istismarcı cümleyi söyleyiverir “salla başı al maaşı.” Sonra geleni azarla, gideni azarla, sür işi yokuşa, at başından dosyaları atabildiğince.
Geriye vatandaşın sesini soluğunu derdini kederini duyuracak, vatandaşın tek dayanağı özgür medya kalıyor.
Medya özgür mü? O da başlı başına bir sorun. Kimisi kredi peşinde, kimisi reklam peşinde. Gördüğünü, duyduğunu değil de hayatta kalabilme adına fincancı katırlarını ürkütmeyecek şeyleri yazıyor.
Bu yaklaşımda gazetelerin etkinliğinin kaybolmasına neden oluyor. Eskiden köyden kente insanlar gazetelere önem verir, her hangi bir sıkıntı haber edildiğinde “Bak gazete ne yazıyor” diye konuşurlardı. Basında yaşanan yozlaşma halkın gazetelere verdiği önemi köreltti. Bakın bugün köylü de, kentli de bir haber yapıldığında “varsın yazsın!” deyip geçiyor.
Sorumuza dönecek olursak “Medya insanlar için önemli bir ihtiyaç mıdır?” yaşanan yozlaşma, ihtiyaçlara cevap verememesinden dolayı maalesef. Ama, ne kadar olumsuz bir pozisyonda olsa da basın halkın hür sesidir ve halkın umudu olabilmelidir. Tıpkı eski günlerdeki gibi o günler yakalandığında belki o eskinin muhteşem tirajları da yakalanır. İşe bu boyutu ile bakıp halkın gazetesi olmak lazımdır diye düşünüyorum.