Ahmet Türk ve “medyanın Ogün Samast’ları”...
Ahmet Türk’te doğduğu toprakların görmüş geçirmişliğinden gelen bir “ruh asaleti” olduğu için kendisine yapılan saldırı sonucunda karşılaştığı büyük dayanışma duygularına karşılık “bir musibetten bir hayır doğar” mealinde bir “yüce gönüllü değerlendirme” yaptı.
Ahmet Türk kendisine yapılan saldırının anlamını ve sonuçlarını gayet iyi kestirecek tecrübeye de, kavrayışa da sahip; temsil ettiği yüzbinlerce insanın nabzını da kuvvetle hissedebiliyor. Eğer saldırının hedefi olduğu halde “yatıştırıcı” rol oynamasa, olayın kolaylıkla bir “Kürt-Türk kan davası”na dönüşebileceğini, önü alınamayacak bir şiddet olayları sürecinin başlayabileceğini seziyordu.
Bu tür bir gelişme öncelikle Türkiye’nin çileli Kürtlerine çok daha büyük acılar yükleyecekti. Ahmet Türk, her zaman olduğu gibi Kürtleri sakınmıştır.
Ve, her zaman olduğu gibi Türk-Kürt beraberliğini, barış ortamını, Türkiye’yi sakınmıştır.
Ahmet Türk’ün bütün bu özel ve üstün yönleri, Türkiye’nin özellikle “Batı”sındaki birçok insan tarafından fark edilmiş olduğu için, kendisini duygulandıran müthiş bir dayanışma seline muhatap olmuştur.
“Yumruk”tan sonra olup-bitenler, büyük ölçüde Hrant Dink’in cenazesindeki görkemli dayanışma görüntülerini hatırlatıyor.
Ahmet Türk’e “cepheden saldırı” güvenlik kuvvetlerinin huzurunda gerçekleşti. Hrant Dink’in kahpece “ensesinden vurulması” bir yıl öncesinden güvenlik birimlerinin bilgisi altında hazırlanmıştı.
İki olay arasındaki şaşırtıcı paralellikler, bu ülkenin vicdanları kötülüğe prangalanmamış insanlarının dikkatinden kaçmadığı için, onlar Hrant Dink cinayetindeki utanç duygusu ve bir tür “vicdan azabı”nı “Samsun olayı”nda da duydular.
*** *** ***
Çok benziyor Ahmet Türk’ün burnuna atılan yumruk ile Hrant Dink’in ensesine sıkılan kurşun. O kadar benziyor ki, Hrant’ın cenazesinde yürüyen yüzbinlerle Ahmet Türk’e “geçmiş olsun” dilekleri gönderen onbinlerce insan muhtemelen aynı kişilerdir.
Sadece onlar değil.
Hrant Dink’e tetik çeken Ogün Samast gibilerine bizi “empati yapmaya” davet eden kişiler ile, Ahmet Türk’e karşı girişilen saldırıda “meşruiyet arayan” kişiler de aynı kişiler. İki-üç gündür medyadaki köşelerinde dil döküyorlar.
Bu kişiler, medyanın “yüz karası” bir çevre. Birbirlerinin sırtlarını sıvazlıyorlar. İçlerinden birinin “işlediği suç”u işaret eden kim olursa, ona karşı “orkestra halinde” taarruza geçiyorlar.
Bunlardan birinin, önceki gün, Ahmet Türk’e yönelik saldırı hakkında “Yumruk” başlığı altında yazdığı ve saldırıyı kutsayan yazısı, herhangi bir AB ülkesinde “nefret söylemi”nden ötürü cezalandırılır. O gazete teşhir edilir. Herhangi bir demokratik ülkede “nefret söylemi” sahipleri gazeteci diye istihdam edilmezler.
Biz Türkiye’de daha o kıvama gelemedik. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra ortada sırf Hrant Dink’i öldürmüş olduğu için Ogün Samast’ı yücelten “beyaz bereliler” peydah olmuştu. Maçlarda stadyumlarda, sokaklarda. Türkü sözlerinde bile “nefret söylemi”ni yayıyorlardı. Ne garip ki, şu günlerde anayasa değişiklerine karşı nasıl çıkacağını şaşıran Yargıtay’ın kararları söz konusu “nefret söylemi”ni aklıyor.
Aslına bakılırsa, merkez medyasında Ogün Samast’lara köşe ve hatta gazete yönetimi verilen bir ülkede çok şaşırtıcı bir hal sayılmamalı.
2007 Ocak’ında bana Ogün Samast’ı, Yasin Hayal’i anlamak gerektiğinden dem vuranlar, şu günlerde Ahmet Türk’e yönelik saldırıyı savunan “köşe yazarı Ogün Samast’ı” savunmak için ortaya atıldılar.
Bunu nasıl yapıyorlar?
Van’da Deniz Baykal’a yumurta atılmasını örnek göstererek. Ona ses çıkarmayanlar, Ahmet Türk’e yumruk atılması konusunda da ağızlarını açmamalıymışlar.
Hiç kimsenin Deniz Baykal’a yumurta atılmasına meşruiyet sağlamaya kalkıştığını görmedim, duymadım. Kaldı ki, bu iki olay arasında paralellik kurmaya kalkmanın en hafifinden “kötü niyet”ten başka hiçbir açıklaması olamaz. En hafifinden. Zira bu tür bir paralellik, normalde sadece “provokatörlük” ile açıklanabilir.
Deniz Baykal’a Van’da yumurta atılmasını Ahmet Türk’e Samsun’da yapılan saldırının karşısına dikmenin, Ahmet Türk’ün şahsında ülkemizin Kürt halkını hedef alan “bölücü” saldırıyı karartmaktan başka bir amacı olamaz.
*** *** ***
Evet. Ahmet Türk’e saldırı Kürtlere yönelik, çeşitli biçimler ve yöntemlerle 80 yıldır süregelen saldırganlığın bir 2010 türüdür. Türkiye Kürtlerinin en barışçıl, en sağduyulu, en bilge, en dengeli, en deneyimli ve hatta en yaşlı siyasi şahsiyetine “şiddet içeren” böyle bir saldırı, Türkiye’nin Kürtlerine yönelik bir “bölücü” saldırıdır.
Samsun’daki saldırı kendini bilmez bir meczupun “münferit” bir hareketi olsaydı, Ahmet Türk’ün onca yatıştırıcı açıklamasına rağmen, anında Hakkari, Yüksekova, Şemdinli, Cizre, Silopi, Şırnak ayağa kalkmazdı.
Samsun saldırısının ne olduğu doğru teşhis edildi. Devletin içinde çöreklenmiş bazı güçlerin desteğiyle bir “kimliğe” karşı yürütülen bir saldırıydı. Teşhis doğru konulduğu için, Güneydoğu şehirleri harekete geçti. Tepki o “kimlik”ten geldi. Söz konusu tepki kontrol edilemeyecek boyutlara tırmanmadıysa, herkesin Ahmet Türk’e bir teşekkür borcu var.
Ahmet Türk, sağduyuyu izlemeye devam ettiği ve herkesi de davet ettiği için, tepkiler daha da büyümeden, belirli sınırlar içinde tutulabildi.
Hrant Dink cinayetinin ne olduğu, arkasında neyin bulunduğu, niçin işlendiği bugün aşağı yukarı belli oldu. Çok kişi Ogün Samast, Yasin Hayal isimlerinin arkasını görebiliyor.
Ahmet Türk’e saldırı, Ogün Samast ile Türk bayrağı önünde hatıra fotoğrafları çekilen Samsun güvenliğinin gözleri önünde cereyan etti. Adı Ogün Samast olmayan bir Ogün Samast o saldırıda rol aldı. Hemen ardından medyada “nefret söylemi”, “medyadaki Ogün Samast’lar”, Samsun’un “Ogün Samast’ı”nı sardı, sarmaladı, kucakladı.
Olanı biteni gördük. Anladık. O yüzden, biz de, Ahmet Türk’ü sevgiyle kucakladık, kucaklıyoruz.
Onun şahsında halkımızın en mazlum, en çileli kesimine sevgimizi ilan ediyoruz!
CENGİZ ÇANDAR - REFERANS