Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, 1925 yılında Kur'an'ın bir çevirisinin yapılması istendiğinde, ilk akla gelen kişi, Mehmet Akif Ersoy’dur (1873-1936). Bu esnada Abbas Halim Paşa'nın (ö. 1934) davetlisi olarak Mısır'da bulunan Mehmet Akif, kendisiyle yapılan görüşmelerde kıramadığı dostlarının ısrarları sonunda bu teklifi kabul etmişti. Bu yazıda “Bir Mukavelenin Serencamı: Mehmet Akif’in Akim Kalan Meali Üzerine[1] adlı yazı bağlamında Akif’in meali üzerinde duracağız.
1926-1932 yılları arasında, kendisini Kur’an-ı Kerim meali hazırlamaya veren Akif, yakın dostlarına bu konuda şöyle demiştir:
"Kur'an'ın Türkçe meali için yaptığım çalışmalar, bu dünyada en üstün zevk ve huşu ile geçirdiğim anlar olmuştur: Halimde çok büyük manevi değişiklikler gördüm. Kimseye bir şey veremedim. Fakat ben çok şey aldım."
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Kur'an'ın Diyanet İşleri Reisliği'nin gözetiminde Türkçe'ye çevirilip yayınlanması arzusuna, Meclis içinden tek muhalif ses çıkmamıştır. Nitekim Hükümet adına konuşan Başvekil Fethi Okyar'ın[2] (1880-1943) "Kur'an'ın tercüme ve tefsiri için sağlanan ittifaka ben de iştirak ederim." şeklindeki sözleri alkışlarla karşılanmıştır. 21 Şubat 1925’te yapılan uzun müzakereler sonunda TBMM, bu projeyi hayata geçirebilmek için Diyanet İşleri Reisliği'nin bütçesinden yirmi bin lira ayrılmasına karar vermiştir.
Kur'an'ın tercümesi ve tefsiri için hazırlanan sözleşmeye göre bu işi, Mehmet Akif ile Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (1878-1942) birlikte yapacaktır. Ancak bu işbölümünde tefsirin ve tercüme işinin hangisine ait olduğu netleştirilmemiştir. Anlaşmaya göre, yapılacak olan tefsirde, öncelikle ayet/ayetlerin meali yazılacak; sonra bu ayetin/ayetlerin altına tefsiri yapılacaktır. Sözleşme metnine girmese de tanıkların aktardıklarına göre şair Mehmet Akif, bu tefsirin meal kısmını yazacak ve bu metni Elmalılı Hamdi Yazır’a verecek, o da buna göre tefsir kısmını yazacaktır.
Meali yazma görevini aldıktan sonra, Mısır'a temelli olarak gitmeye karar veren Akif, üç yıllık (1926-1928) bir süre sonunda mealini tamamlamıştır. Ancak bu çalışmaya düzeltme süreci de (1929-1932) eklenecek olursa Akif’in meal için ayırdığı zaman, yaklaşık yedi yılı bulmaktadır.
Her cüz'ün tefsirini tamamladıkça tashihi için Diyanet Reisliği'ne teslim eden Elmalılı’nın aksine Mehmet Akif, tamamen bitmedikçe ve hiçbir eksiği kalmadıkça mealini teslim etmeyi uygun bulmuyordu. Bu, kendisine Diyanet'in yapacağı ödemeleri aksatabilirdi. Bu husus kendisine hatırlatılınca Akif, şu cevabı verecektir:
"Tercümeyi henüz bitirmedim. Tamamen bitirip tekrar tetkik etmedikçe ve temize çekmedikçe göndermeyeceğim. Para meselesine gelince onun hiç kıymeti yok. Ben, bu işi para için yapmyorum. Elverir ki bu işte başarılı olayım. Tercüme istediğim gibi olsun, alacağım tahsisat feda olsun. Hiç para almasam ne çıkar? Eğer çömlek hesabına vurursak benim milletimde değil, milletimin bende alacağı çıkar. Onun için tahsisatın yeterli gelmemesi, bana verilecek ücretin verilmeme ilitimali bulunması beni hiç ilgilendirmez. Ben hiçbir para almaksızın tercümeyi size gönderirim. Yeter ki gönlümün istediği gibi olsun!"
Anlaşılan Akif, meali ne Diyanet'e ne de bir başkasına vermek istiyordu. Peki sorun neydi?
Bu konuda ileri sürülen en muhtemel nedenin, Akif'in yapmış olduğu mealin ibadetlerde kullanılması yönündeki endişeleri olduğu söylenmektedir. Nitekim aynı dönemde İstanbul'un bazı camilerinde ibadetlerde reform yapma adına, namazlarda Kur'an yerine Türkçe tercümesini ikame etme denemelerinin yapıldığına dair haberler duyulmaktadır. Bunun bir örneği olarak 1926 Ramazan ayının ilk Cuma'sında (19 Mart 1926) Göztepe Tütüncü Mehmet Halis Efendi Camii'nin İmam ve Hatibi Mehmet Cemaleddin Efendi, namazı kendisinin hazırladığı Fatiha, Asr ve İhlas surelerinin çevirileriyle kıldırmış; tekbirler ile tesbihleri de Türkçe yaptıktan sonra, "Selam size ve Allah'ın rahmeti size" diyerek namazı bitirmiştir. Cami cemaati, hemen Cemaleddin Efendi'yi Üsküdar Müftülüğü'ne şikâyet ederek bu zatın görevden alınmasını talep etmişlerdir. Mahir İz (1895-1974), bu olay Mısır'a yansıyınca, Akif’in telaşa kapıldığını ve o zamana kadar Diyanet'e gönderdiği elli sayfa kadar tercümeyi, birçok esaslı düzeltmeler yapacağı bahanesiyle geri istediğini söyler. Ayrıca İstanbul'a gönderdiği, ilk tercüme müsveddelerini de geri aldırdıktan sonra, tamamı bitmeden eserini parça parça göndermeyeceğini söylemiş, tercüme bittikten sonra da tashihinin bitmemiş olmasını gerekçe göstererek aynı tutumunu sürdürmüştür. Akif’in, hazırladığı meali vaktinde yani aşama aşama göndermemesi karşısında Diyanet İşleri Reisliği, Akif'le yapılan sözleşmeyi feshetmiştir.
Söz konusu mealin Akif tarafından, Yozgatlı İhsan Efendi'ye (1902-1961) yakılmak üzere emanet edildiği ancak onun yakmayıp oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu’na verdiği ifade edilmektedir. İhsanoğlu; 1961 yılında, kendisi 17 yaşında iken bir vasiyet gereği yakıldığını söylemişse de bu mealin ilk 9 suresinin yer aldığı kısım Türkiye’de yayınlanmıştır.[3]
[1] Ünal, Mehmet, “Bir Mukavelenin Serencamı: Mehmet Akif’in Akim Kalan Meali Üzerine”, Diyanet İlmî Dergi, c. 44/1, 2008.
[2] Ali Fethi Okyar, Cumhuriyeti kuran öncü kadro içinde yer almış asker ve siyaset adamıdır. Başbakanlık ve TBMM Başkanlığı yapmış, Atatürk'ün talimatıyla kurulan muhalefet partisi Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı yönetmiştir.
[3] Ersoy, Mehmet Akif, Kur’an Meali, Mahya Yay., İstanbul, 2012.