Mehmet KEÇECİLER

İhtilal öncesi çalkantılı dönemin Konya Belediye Başkanı 1980 sonrası siyasetin önemli simalarından Özal'ın karakutusu olarak bilinen Mehmet Keçeciler'le görüştük...

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

 

Mehmet Keçeciler

 

Hazırlayan: UĞUR ÖZTEKE 

Konya’nın ilk keçe ustası ve Abdülhamit Han’ın isteği ile Alman Kayseri 2. Wilhelm’e Alman imparatorluğunun armasının işlenmiş olduğu keçeyi yapan Keçecilerin Mehmet Ağa’nın torunu Mehmet Keçeciler’in, dedelerine kısaca Keçeciler ailesine ait bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmamış pek çok olayı burada Sayın Mehmet Keçeciler’in ağzından sizlere aktaracağız.

 

Yakın siyasi tarihin özellikle de Türkiye Cumhuriyeti’nde Özallı yılların kara kutusu Keçeciler’in aile olarak varlıklı dönemlerden sonra nasıl yokluğu gördüklerini; ardından kaynakçı kalfası olmaya hazırlanırken İmam Hatip Lisesi’ne kayıt olarak iki üniversiteyi nasıl üstün bir başarı ile bitirdiğini sizlere sunacağız. Yine Tahir Büyükkörükçü Hocaefendi’nin babasına yaptığı ısrar ile Mehmet Keçeciler’in nasıl Milli Selamet Partisi ile siyasete girdiğini, ancak ilerleyen yıllarda Konya Belediye Başkanlığını yine başkanlığı sırasında 12 Eylül askeri darbesinin gerekçelerinden birisi olarak gösterilen Konya Kudüs Mitingi’ni, bu miting öncesi Erbakan Hoca ve A takımı ile restleşmesini gözler önüne sereceğiz. Daha sonraki yıllarda önce Korkut Özal daha sonra Turgut Özal ile Türkiye’nin ANAP’lı yıllarını Keçeciler’in hatıraları ile burada okuma fırsatı bulacaksınız.

 

1 NİSAN ÇOCUĞU MİNİK MEHMET

Nüfus kâğıdına göre doğum tarihim 12 Aralık 1944 ama gerçek doğum tarihim 1 Nisan 1944. Yani nüfus cüzdanının aslına göre geç doğmuşum. Ama 1 Nisan günü dünyaya gelmişim. Babam tarihleri pekiyi hatırlamazdı ama benim doğum tarihimi 1 Nisan olduğu için çok iyi hatırlıyordu. Mesela hep anlatırdı; o zaman 1 metre kar yağmış, ‘koca karda doğdun’ derdi. Bir de komşular, anneme o gün gelmişler ‘çocuğa bir de biz bakalım’ demişler. Ve beni alıp 1 Nisan diye kaçmışlar, Yani 1 Nisan’lamışlar. Annem de arkalarından bağırmış “kaç paraysa veriyim çocukla 1 Nisan olmaz”. Babam bir de abimin doğumunu hatırlardı; o da Atatürk’ün ölüm günü olduğu içindi. Abim de 10 Kasım 1938 tarihinde doğmuştu. Babam ablalarımın dünyaya geliş tarihlerini bilmezdi. Annemin Rüveyde babamın ise Mehmet Emin’di.

 

BERLİN MÜZESİ’NDEKİ KEÇE

Dedem Keçecilerin Ahmet Ağa diye bilinirdi. Dedelerimin en büyüğü ise Seyit Mehmet’tir Konya’nın ilk keçecilerindendir. Keçeciler caddesinde göbeğine kadar sakallı 80 yaşında bir amca çok eskiden bana anlatmıştı; “Senin dedenden herkes korkardı, çünkü sabah namazını kılar dükkânı açardı. Üzerine gün doğmazdı dükkanı açtıktan sonra şu köşeye çekilir otururdu. Ondan sonra dükkânı açmak için gelen gençler-kalfalar dedenin kendilerine kızacaklarını bildiklerinden duvarın arkasında saklanır beklerlerdi. “Şuradan bir Hacı emmi geçse de Seyit Mehmet ağayı içeriye alsa, biz de Seyit Mehmet ağanın fırçasını yemesek” diye. 2. Abdülhamit zamanında Alman Kayseri 2. Wilhelm, İstanbul’a gelecekmiş. Padişah 2. Abdülhamit Han, Alman konuğuna hediyeler verecekmiş, bir de keçe üzerine işlenmiş Alman armasının yapılmasını istemiş. Bunu yapacak İstanbul’da usta olmadığı için Konya’ya haber salınmış. Dedeme bir de Alman armasının örneğini göndermişler. Dedem etrafına 7-8 kişiyi toplamış, eline nakış makasını almış ve bire bir imparatorluk armasını yapmış. Dedemin yapmış olduğu Alman İmparatorluğu’nun arma işlemeli keçesi bugün halen Berlin Müzesi’nde sergilenmektedir.

 

DEDEM 1890’DA KONYA’NIN İLK DEĞİRMENİNİ YAPMIŞ

Babamın babası Hacı Mehmet ağa aynı zamanda bir süre sonra keçecilik işinden değirmenciliğe geçmiş ve Konya’nın ilk değirmenini bu dedem yapmış. Ticaret Lisesi’nin bugün bulunduğu yerde bizim değirmen varmış, bunun yapım yılı da yaklaşık olarak tahminen 1890 imiş. Yine babamın bize anlattığına göre dedem milli mücadele yıllarında orduya un verirmiş. Bugün Gözlü Devlet Üretme Çiftliği’nin bulunduğu tarlalar bizimmiş. Tabi ordu buraların parasını ödeyememiş yine Ahmet Keçeciler, yani Keçecilerin Ahmet Efendi diye tanınan dedem, Türkiye’de ilk makarnayı yapan insandır. Ancak dedem makarnayı yapmış, depolamış ama kurutma tam olmadığı için 2,5 ay sonra makarnalar bozulmuş. Tabi bu dedeme mali yönden büyük darbe vurmuş. Bir gün değirmenin krankı kırılmış, motoru almış trene binmiş, Eskişehir’e gitmiş. O zaman Eskişehir’de bulunan cer atölyesinde bu krank tamir edilecekmiş. Tam bu krank yapıldığı sırada Yunanlılar Eskişehir’i işgal etmiş. Bunun üzerine dedem makineyi kilimlere sarmış ve yunanlıların eline geçmesin diye orada toprağa gömmüş. Yaklaşık 2 yıl sonra Yunan orduları Eskişehir’den çıkınca dedem makineyi almak için tekrar o gömdükleri yere gitmiş, makineyi çıkarmışlar ama makine helak olmuş ve bu darbe ile dedem iflas etmiş.

 

BABAM GECE BEKÇİLİĞİ DÂHİL HER İŞİYAPMIŞ

Dedem vefat ettiği zaman babam 13 yaşındaymış, nenem babama bakmış zengin bir aileden birden yokluğa düşmüşler. Tarlada-bahçede yetişen elmaları-armutları Kadınlar Pazarı’na götürüp satmaya çalışırmış ama kimse babamın yüzüne bakmazmış bile. O da bin bir zahmet götürdüğü meyveleri aynı sıkıntı içerisinde geriye getirmemek için kimsenin bulunmadığı bir köşede dökermiş, bu arada dayıları ailenin büyükleri babamın annesine ve babama başta Atçekenler olmak üzere sahip çıkmışlar. Borçlar ödenmiş, değirmen satılmış, tarla ve gayrimenkullerin bir kısmı satılmış tabi. Babam da bu arada her işi yapıyormuş, babaannem yani Ayşe ninem 1942 yılında vefat etmiş. Dedem de 1936 yılında vefat etmiş. Babam askere gitmiş, dönüşte gece bekçiliği de dâhil olmak üzere amelelik gibi pek çok işi yapmış.

 

BEN BABADAN İDMANYURT’LUYUM

Ben ailenin 3. çocuğuyum Abim Ahmet, ablam Muazzez’den sonra ben dünyaya gelmişim. Benden sonra da kardeşim Şaziye doğdu. Babam o yokluk yıllarımızda stadyumda bile bekçilik yapmış, maça gelenler babamı hep orada görmüşler. Babam yeşil-beyazlı İdmanyurtlu idi. Hatta İdmanyurtlu Emin ağa diye de bilinirdi. Babamın mezar taşında da böyle yazar; o yüzden de ben de İdmanyurtlu’yum. O yıllarda Konya’nın Sedirler Caddesi’nde yolun bir tarafı taş bir tarafı topraktı.. Biz bisiklete binmek için Alaaddin ile İstasyon arasında gider gelirdik. Hatta bir gün Alaaddin tepesinin en üst noktasına çıkmış, oradan da bisikleti aşağıya doğru salmış, inerken kaldırımda yürüyen bir albaya çarpmıştım. Adam o gün iyi ki bizi dövmedi.

 

HAYVANLARA BAKMAYI ÇOK İYİ BİLİRİM SADECE İNEK SAĞMAM

Doğduğumuz ev büyük kerpiç bir evdi. Meram’da halam vardı. İbrahim Atçeken ile birlikte büyüdük. Konya’daki evimizde hayvanlarımız vardı, sığırtmaçımız vardı; Seyit Ağa. Her gün hayvanları aslım bataklığının olduğu yere götürürdü, akşam olunca da hayvanlar gelirdi.  Çocuktuk tabii; hayvanlar gelirken korkardık ama her hayvan kendi evini bilir, kapının önüne gelirdi. Süt, yoğurt, ekmek bakkaldan hiç almadık 10.000 m2’lik arsamız vardı… Kışın hayvanların yiyeceği olan arpayı samanı karıştırır, hayvanlara verirdim. Yani hayvanlara bakmayı çok iyi bilirim bir tek sağmasını bilmem o da herhalde ineği sağmanın kadınların görevi olduğu gibi bir adet olduğundandı. Daha sonra süt makinesi çıktı, onunla kaymak çekerdik. İri yarı ve güçlü olduğum için bu kaymak çekme işi benim işimdi. Çok iyi çekerdim; ekmeği kaymağa sürerek yediğimiz günler o kaymağın tadını hala hatırlarım. Tarlalarımız vardı, oralardan buğday gelirdi. Siyasete girerken bu mal varlığımızın hepsinin mal beyanında bulundum. Aydınlıkevler’de arsamız vardı, burada kavun karpuz yetiştirilirdi. Meram Aşkan’da büyük yerlerimiz vardı; 3 ayrı yerde gayrı menkul ve tarlalarımız bulunuyordu. Buralardan bir kamyon dolusu buğday gelirdi; o yıllarda dışardan ekmek almak hoş karşılanmazdı. Ekmeğimizi evde yapardık, üzüm pekmezini, kayısı pestilini kendimiz yapardık. Hiç unutmuyorum İbrahim Atçeken’in ablası apartmana çıkmıştı. Annem bir sepet dolusu üzümü vererek ‘al Hatça abana ver bunu’ dedi. O üzümü bisikletle götürdüm, 3 kat apartman çıktım ve Hatça aba ‘Bizde de bir sürü üzüm var niye getirdin bunu’ demişti.

 

FAKİ DEDE MAHALLESİ’NDEKİ MOLLA OĞLU KONAĞI’NDA OKUDUK

Okul çağına geldiğimiz zaman Köprübaşı ilk mektebine gittim. Mahmut Şevket Paşa Okulu’nun olduğu yer Çukur mektebiydi. Onun karşısında da Faki Dede Mahallesi’nde Mollaoğlu Konağı vardı. Bu konak devlete geçmiş, biz o okulda okuduk. 1., 2. ve 3.sınıfları Saniye öğretmende, 4.ve 5. sınıfları da Hayriye öğretmende okuduk. Okulun en başarılı öğrencisiydim, çok çalışkandım. Yalnız 4. sınıfta iken rahatsızlandım, sürekli burnum kanıyordu. Bir hafta okula gidemedim çünkü annemler akan kanı bir türlü durduramamıştı. Bir gün eve Hayriye öğretmen geldi. Hemen beni Doktor Ragıp Tok’a götürdü, daha sonra İbrahim Yıldırım’a gittik kan durduruldu.  Az kalsın kan kaybından ölecekmişim. Devlet Hastanesi’nde Selahattin Esencan vardı. Burun damarıma kaynak yapmıştı.

 

YEDİ MAHALLEYE ZARAR VEREN BİR ÇOCUKTUM       

Okulda müsamerelerde görev alırdım. Kör Ahmet gençti, o da bu müsamerelere gelir, ud çalardı, ben de şiirler okurdum. Soner Ağın vardı, bilindiği gibi kendisi daha sonra Devlet Tiyatrosu sanatçısı oldu. İlkokuldaki o müsamerelerdeki başarısını sonradan kendisine meslek edindi. Yusuf Vanlılar, Ali Özbal vardı. Ali Özbal da daha sonra Kastamonu Şeker Fabrikası müdürlüğü yaptı. Top oynardım, mahalleler arası futbol maçı yapardık. Aslım bataklığına gider, oradaki merada her pazar futbol oynardık. Oraya gitmek için de ya bisikletle ya da at arabasıyla giderdik. Arabaya da 25-50 kuruş para öderdik. Yedi mahalleye zarar veren, herkesi döven bir çocuktum. Kemal eniştemin, Hasan Yörük’ün ve Osman Atçeken’in kunduracı dükkanında çok tezgahtarlık yaptım. Pazar günleri gazete sattım, bağıra bağıra gazete satıyordum. O zaman gazete satma işinde İstanbul’dan gelen Ali bey isminde bir şahıs vardı. Konya gazetelerini sabah satardım, öğleden sonra İstanbul gazeteleri gelirdi. Akşama kadar da onları satardım.

 

İMAM HATİP’E GİTMESEYDİM KAYNAKÇI OLACAKTIM

Teyzemin beyi Kaynakçı Hasan Hüseyin Usta’nın yanına gittim, iri yarı olduğum için onun yanında çalıştım. Kaynakçı Yusuf Usta’nın yanında çalıştım daha sonra İmam Hatip Lisesi’ne kaydoldum. Eğer İmam Hatip Lisesi’nde kayıt olmasaydım eğer okumasaydım kaynakçı olacaktım. Ailem benim İmam Hatip Lisesi’nde okumamı istiyordu. Eniştem babamın dayısı Hasan Hüseyin Mehmet Atçeken, İmam Hatip Lisesi’nin kurucularındandı. İmam Hatip Lisesi’nde okumak bizim gibi öğrenciler için çok zordu. Çünkü bizimle okuyan sınıfın yarısından fazlası hafızdı, bizim onlara yetişmemiz çok zor oluyordu. Okulun programları onlara göre yapılmıştı Kuran-ı Kerim’i iyi okumak lazımdı. Hakkı Özçimi isminde bir hocamız vardı. Bir tokat attı mı üç takla attırırdı. Bütün derslerim 10 olmasına rağmen Kuran-ı Kerim’den 3 ile 4 alıyordum. İmam Hatip Lisesi’ni de bitirdikten sonra üniversite imtihanına girilmiyordu. Çünkü biz İmam Hatip mezunu olduğumuz için sadece Yüksek İslam Enstitüsü’ne giriyorduk. Ben de diğer üniversitelere girebilmek için Konya Lisesi’ne gittim, burada imtihanlara girdim ve bütün fark derslerini verdim, lise diplomasını aldım.

 

YÜKSEK İSLAM ENSTİTÜSÜNE VE İSTANBUL TIP FAKÜLTESİNE KAYIT OLDUM AMA

Bu arada Yüksek İslam Enstitüsü’ne kaydımı yaptırdım, benim imtihana girdiğim yıl ilk kez üniversite sınavlarında merkezi sistem uygulaması yapıldı. Çok yüksek puan almıştım, İstanbul Tıp Fakültesi’ne kaydoldum. Ama Konya Yurdu’nda yer yoktu. Diğer yurtlarda da yer yoktu, benim yurt dışında kalacak param ve bir yerim yoktu. Bana sadece Siyasal Bilgilerin Yurdunda yer olduğunu, Siyasal Bilgiler’e kaydımı yaptırırsam yurda girebileceğimi söylediler. 10 üniversite yazmıştım, bunun 9’u İstanbul bir tanesi de Ankara… O da Siyasal Bilgiler Fakültesiydi. Buraya kaydımı yaptırdım ve hiç ara vermeden yıl kaybetmeden 1964 yılında girdiğim Siyasal Bilgileri 1968’de bitirdim. Bu arada Yüksek İslam Enstitüsü’nü de 1967 yılında bitirdim. Yazın Siyasal Bilgilerin kışın da Yüksek İslam Enstitüsü’nün sınavlarını veriyordum. Kredi almıştım, 3.sınıfa geçtiğim zaman İçişleri Bakanlığı’ndan burs kazandım.

 

ANNEM OKULA KAYIT YAPTIRMAM İÇİN İNEĞİN BİRİSİNİ SATMIŞTI

Bu arada özel matematik dersleri veriyordum. 35’e yakın öğrencim vardı, edebiyat dersleri de vermeye başladım. Lise son ve İmam Hatip Lisesi son sınıf öğrencilerine ücret karşılığı dersler verdim. Kemal Yaman, Süleyman Yıldırım, Hasan Kalkancı, İbrahim Özerkek ders verdiğim öğrencilerdi. Ailem beni okutmak için tarlasını sattı, annem okumam için bana çok büyük destek verdi. Hatta üniversiteyi kazandığım için ineklerimizden birini sattı, ‘git oğlum bu parayla oku’ dedi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden bölüm ikincisi olarak derece ile mezun oldum. Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi’nde din derslerine girdim. Şeker Fabrikası’nın pancar muhasebesinde çalıştım. Hem çalışıyor hem de okuyordum. Okuldan sonra bir yıl Ardeşen kaymakam vekilliği yaptım, oradan kura ile tayin yerim Çumra’ya çıktı. 2 sene 1970-1972 arasında Çumra’da kaymakamlık yaptım. Daha sonra 3 ay Çorum Kargı da görev yaptıktan sonra askere gittim. Askerliğimiz için önce Ankara’da 6 ay piyade okulunda bulunduktan sonra Hakkari 118. Seyyar Jandarma Alay Komutanlığına gittim. Burada 117. dönem yedek subay olarak vatani görevimi tamamladım.

 

BANA BELEDİYE BAŞKANLIĞI TEKLİF ETTİLER

Askerlikten sonra Rize Fındıklıya kaymakam oldum. Bu arada İçişleri Bakanlığı’nın açmış olduğu yabancı dil sınavına girdim. Fransızcam çok iyi derecede iyi idi. Sadece 2 kişi bu sınavı kazandı ve ben de bu iki kişiden birisi olarak Fransa’ya gittim. Burada Uluslararası Amme İdaresi Üniversitesi ayrıca Paris Hukuk Fakültesi Sarbon Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdari İlimler’de mastırımı yaptım. Ali Güneri, Sarraf Şeref Nalçacıgil ve yanlarında bir kişi daha Fransa’ya gelerek benim Milli Selamet Partisi’nden Belediye Başkanı olmamı teklif ettiler. Kendilerine siyaseti düşünmediğimi, özellikle Milli Selamet Partisi’nde de siyaset yapmayı düşünmediğimi, dini inançları tam olan bir insan olmamama rağmen partinin görüşlerine uymadığımı söyleyerek bu tekliflerini kabul etmedim. Ama yine de iki gün onları Fransa’da ağırladım. Kendileri bu sürede yine beni ikna etmek için çok uğraştılar ama ben kabul etmeyince gerisin geri döndüler.

 

ERBAKAN DEVREYE GİRİNCE KORKUT ÖZAL DEĞİŞMEYE BAŞLAMIŞTI

Fındıklı’da görev yaparken İçişleri Bakanlığından gelen talimatla 24 saat içinde Ankara’da olmam istendi. Vali beye ‘Şimdi arabaya binsem 24 saatte Ankara’ ya gidemeyeceğimi’ söylesem de Vali bana derhal Ankara’da olmam gerektiğini hatırlattı. Korkut Özal İçişleri Bakanı idi. Bana Fransa’da iken yazdığım raporu göstererek ‘Bu raporu sen mi yazdın?’ dedi. ‘Fransa terör ve anarşiyi nasıl yendi?’ diye bir rapor yazmış, bunu da bakanlığa göndermiştim. Korkut Bey “dünya bu işi nasıl çözdü?” demişti.  Ben de anlatmıştım. Konur sokaktaki evinde pijamalarla beni karşılamış ve benim raporumu satır satır okumuş, incelemiş ve şimdi bana bunları tek tek soruyordu. Anarşi ve terörün yöntemleri, metotları, teknikleri, detayları ve bunların ancak bilgisayar yardımıyla çözülebileceğini, suç işleme ihtimali olasılıklarını tek tek detaylandırmıştım. Yıl 1975 idi. Korkut Bey 1976’nın sonu 1977’nin başında beni müşavir yaptı.  Ben de hemen Hasan Celal Güzel, Abdülkadir Aksu, Sebahattin Atan’ı ekip olarak topladım. Bu arada gelen bütün parti tekliflerini de reddettim. Zaten Sayın Bakan da ‘ben seni hiç kimseye vermem’ diyordu. Bu arada haberim yokken Erbakan Hoca devreye girmiş. Korkut Özal değişmeye başlamıştı. Bana artık sık sık ‘Siyasi güce ihtiyaç varmış’ gibi laflar etmeye başladı.

 

BABAM, TAHİR BÜYÜKKÖRÜKÇÜ HOCAYA SÖZ VERİNCE…

‘Konya Belediye Başkanı olman lazım’ sözlerinden hep kaçtım. Bu kez rahmetli babamı Tahir Büyükkörükçü hoca ikna etmiş. Allah selamet versin hoca babamdan bu konuda söz de almış. Babam ben olmaz deyince ‘Tahir Hocayı kıramam aksi takdirde sana babalık hakkımı helal etmem’ diye son sözünü söyleyince babama ‘peki’ dedim. Seçime girdik, seçimi de kazandık. Ama seçim kurulu bu seçimi iptal etti. Çünkü o dönemde Milli Selamet Partisi’nin büyümesini istemiyorlardı. İl Başkanlığı iptal oldu. Oysa o zaman Adalet Partisi ile CHP’nin almış olduğu oyların iki mislini almıştım. Bunlardan biri 17.000 biri 19.000 oy almışken biz tam 35.000 oy almıştık.

 

AP’LİLER İLE CHP’ LİLER BİRLEŞMİŞ BAŞKANIN MAAŞINI 20 BİN LİRADAN  5 BİN LİRAYA İNDİRMİŞLER

Ama hiç meclis üyemiz yoktu, 41 meclis üyemizin 22’si CHP’liydi. Benden önceki Belediye Başkanının maaşı 20 bin lira iken bunlar birleşmiş, aralarında anlaşmışlar ve benim maaşımı 5 bin lirayla indirmişlerdi. Kendilerince onlar nasıl olsa bu paraya çalışmaz kaçar diye düşünüyorlarmış. Yıl 1970’ti. Ama ben de inat ettim. Para için kaçmayacaktım. Artık Fransa’da iken biriktirdiğim paralarla geçiniyordum. 1971’de teyzemin kızı ile Çumra kaymakamıyken evlenmiştim. Tam 3,5 yıl sonra insafa geldiler, maaşımı düşürmekten vazgeçtiler. O zaman bile yani benim maaşımı eski haline getirdikleri zaman da dahi Türkiye’de en az maaş alan Belediye Başkanı bendim.

 

12 EYLÜL’DE ASKERİ İHTİLALİN OLACAĞINI ÖNCEDEN ÖĞRENMİŞTİM

Askeri ihtilalin olacağını önceden öğrenmiştim. Çok iyi hatırlıyorum 30 Ağustos 1980 günü törenle Atatürk anıtına çelenk koyduk. 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel çelenkleri koyduktan sonra Vali Fikret Tuncel ve bana ‘ Daha vakit var haydi ordu evine gidelim birer çay içelim’ dedi. Biliyorsunuz 30 Ağustos törenlerine okullar katılmıyor, sadece askerler katılıyordu. Törenlerin başlamasına da 45 dakika vardı. Paşanın dediğine uyduk ve Ordu evine gittik. Odada sadece üçümüz vardık. Bundan iki gün önce de yani 28 Ağustos günüde Ankara’daydım. Abdülkadir Aksu Emniyet Genel Müdür muaviniydi. Onun yanındayken anarşistler bir polis karakolunu basmış, karakol amiri telsizde yalvarıyordu ‘Ne olursunuz takviye gönderin her tarafımız sarıldı’ diyordu. Ancak karakola yardım gönderilmiyordu. Çünkü emniyetin gücü olayları bastırmaya yetmiyordu. Asker de yardım etmiyordu. Paşa bana döndü ve ‘Reis bey karar verdik yakında bu anarşi önlenecek anarşiyi çıkartan sokakta vurularak öldürülecek, hâkim karşısına çıkmayacak’ dedi. Vali ile birlikte ikimiz de irkildik. “Aman Paşam sıkıntıya gireriz nasıl olur?” deyince, Bedrettin Paşa “Kanunları kendimiz koyacağız” dedi. Lütfi Fikret Tuncel sonradan söylüyor, ben o cümleyi duyunca kulaklarıma kadar kızarmışım, çünkü burada asker ‘İhtilal yapacağım diyor’du.

 

6 EYLÜL GÜNÜ KONYA’DA KUDÜS MİTİNGİ YAPILACAKTI

Bu arada Alaaddin Camii’nde çökme vardı. Konya’da da 6 Eylül günü Kudüs Mitingi yapılacaktı. Erbakan Hoca’nın özel kalem müdürüne ulaştım, ben aynı zamanda mitingin komite üyesiydim. Ve bunu kabul etmediğimi kendilerine söyledim. Dediğim gibi Alaaddin Camii çatlamıştı ve çöküyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğünden, Başbakanlıktan yardım isteyecektim. O zaman da Adalet Partisi seçimleri Konya ’da 5-0 almıştı. Şaban Karataş hoca da 15 gün önce Belediye’ye bana uğramış ‘Hizmette yanındayım, hükümetten bir talebin olursa Başbakandan dahi bir talebin olursa beni mutlaka ara’ demişti. Bunu hatırladım kendisini aradım ‘Sayın Başbakanla görüşmek istiyorum ama saat 11-14 arası Erbakan hoca ile görüşeceğim. Bizim randevu bu saatler dışında olsun’ dedim. Sonra beni aradı ve ‘2 Eylül günü saat 9’da Sayın Başbakan seni bekliyor’ dedi. Sabah namazını kıldım yola çıktım benden hemen bir iki dakika sonrada Şaban hoca geldi. Başbakan Demirel Alaaddin Camii’nin durumunu öğrenince gerçekten çok yardımcı oldu. Bayındırlık Bakanlığını, Vakıfları aradı, hemen orada para aktardı. ODTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden heyet oluşturulmasını istedi.

 

KONYA MİTİNGİ YÜZÜNDEN HOCANIN YANINDA ŞEVKET KAZAN VE OĞUZHAN ASİLTÜRK İLE MÜNAKAŞA ETTİK

Tam kalkacaktım bana ‘Bir dakika sizden bir ricam var’ diyerek söze devam etti ‘Konya’daki çalışmalarınızı takip ettiriyorum, sizi tebrik ediyorum ama asker ihtilal yapacak şu anda mecliste bir kanun var. Hoca bunu komisyonda tutuyor bunu geçirmemiz lazım, Şener Battal komisyon başkanı anayasa komisyonu 10-10 oyla kitlenmiş durumda. Bu durumda Komisyon başkanının bir oyu 2 oy sayılacak. Bu durumda ihtilal olmaması için Hocayı ikna etmenizi istiyorum’ dedi. Ben de konuyu hocaya ileteceğimi söyleyince ‘Sizden konuyu hocaya iletmenizi değil hocayı ikna etmenizi rica ediyorum’ dedi. Ben de durumu hocaya ileteceğimi ama kendisini ikna etmemin zor olduğunu söyledim. Ben yine “bu konuda söz veremem” dedim ama bana ısrarla ‘yok yok iletmek ile bu iş olmaz ağırlığınızı koyun bu kararı geçirtin’ dedi. Hocaya gittim. Arif Emre, Recai Kutan, Oğuzhan Asiltürk, Şevket Kazan, Şener Battal, Remzi Hatip hocanın yanındaydı. “Hocam askerden ve başbakandan aldığım duruma göre asker ihtilal yapacak, ordu komutanının konuşmasını beğenmedim bu miting riskli, bu mitingin kimseye faydası yok” dedim.  Oğuzhan Asiltürk ‘Biz orduyu biliyoruz ordu sağ ve sol diye ikiye bölünmüş. Sol ihtilal yapmak istediği zaman sağ, sağ ihtilal yapmak istediğinde sol bu ihtilali önlüyor. Silahlı Kuvvetler ihtilal yapamaz’ dedi. Münakaşa ettik. Bunu Demirel’den de duyduğumu Erbakan’a söyleyince hoca çok kızdı ‘Bostan bekçisi bizi asker ile korkutuyor’ dedi. Ben Konya mitinginin yanlış iş olduğunu ve yanlış bir zamanlama içerisinde yapıldığını, bu işin Konya’ya zarar vereceğini, illa yapılacaksa bunun başka bir yerde yapılmasını, hatta Kayseri’de yapılmasını istedim. Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk itiraz ettiler. “Mitinge 4 gün var Kayseri’de yapamayız yetişmez” dediler. Ben de ‘yapılır şimdi izin verin telefonun başına oturayım Konya’ya gelecekleri Kayseri’ye yönlendireyim’ dedim.

 

AYAĞA KALKTIM VE HOCAYA “ARTIK SİZİN BELEDİYE BAŞKANINIZ DEĞİLİM” DEDİM

Ama Erbakan hoca benim tarafımı tutmadı, onları destekledi. Ayağa kalktım ve ‘Artık sizin belediye başkanınız değilim’ dedim ve odadan çıktım. Konya’ya geldim ve istifa mektubumu da merkez ilçe başkanı olan İbrahim Okka’ya verdim. Artık Konya’dan ayrılacaktım. Vali Bey bunu duyunca bana ‘Konyalı seni Belediye başkanı olarak seçti sen Konyalıyı bırakıp kaçıyorsun bu iş mi? Sen kendini kurtardın Konya ne olacak?’ dedi. Tam bu sırada Ordu Komutanı telefon ediyordu ve telefonda bağırıyordu ‘Kardeşim MSP’liler Akıncılar ordu binasının karşısına yeşil renkte ‘Şeriat İslam’dır diye pankart asmışlar, bu pankartı asacak başka yer bulamadınız mı?’ dedi. Ben de “indireyim paşam” dedim ama böyle bir ortamda Konya’yı terk etmenin bu karışıklığa alet olmanın Konya’ya fazla zarar vereceğini düşünüp Konya’da kalmaya karar verdim. Miting yapıldı, İstiklal Marşı okunurken 6 adam yere oturdu. Bu adamlar ajandı, hiç biri Konyalı değildi. 7 Eylül günü bütün gazeteler ‘İstiklal Marşı okunurken yere oturdular’ diye yazdı. Ama bu oturanlar ne MSP’’li ne de Konyalı idi. Zaten oturanlar hakkında da sonradan hiçbir işlem yapılmadı. Bakın o adamlar hala ortada yok. Yine 32. Gün’de Erbakan hocaya ben sahip çıktım. Orada “hoca oturmadı kürsüde bizzat İstiklal Marşı’nı kendisi okuttu, oturanların hiç birisi Konyalı ve partili değil” desem de kar etmedi.

 

KUDÜS MİTİNGİNDE OTURANLAR DEVLETİN AJANLARIYDI

Bu miting üzerimize kaldı, bunu yapanlar devletin ajanıydı. Bu konuda hala şahitliğim budur. Bu olaydan iki ay sonra 2. Ordu Komutanı Bedrettin Paşa aradı ‘Bütün Belediye Başkanlarını görevden alıyoruz, bu sana karşı yapılmış bir şey değil sana şahit olacağım’ dedi. Ben de kendisine “devlet memurluğuna dönebilir miyim? Bana böyle bir yazı verir misiniz?” dedim. Vereceğini söyledi ve gerçekten de bana bu yazıyı verdi. İçişleri Bakanlığına ve Turgut Özal’a kaymakamlık için müracaat ettim.

 

ÖZAL’IN SİYASETE GİRMESİNDE BİRİNCİ ETKEN BENDİM

Turgut Bey beni başbakanlığa yanına aldı, bu arada görüşmelerimizde “parti kuralım birlikte hareket edelim” diye Özal’ı ikna etmek için çok emeğim geçti. Turgut Bey, “Bu ekonomik programın uygulanmasında çok emeğim geçti siyasete girersek programı bozarlar” diyerek politikayı hiç düşünmedi. Özal’ın siyasete girmesinde en etkin isim benim. Ondan sonra da Semra Özal’dır. Bir gün kendisinin müşaviriyim, Sakıp Sabancıyla Vehbi Koç geldiler. Turgut Bey kendilerini kabul edecekti. Ama ani bir randevusu çıkınca bana “sen kendileri ile 1.5-2 saat sohbet et ben ondan sonra geleceğim” dedi. Biz de o sürede kendileri ile sohbet ettik. Vehbi Bey çok az konuşuyordu, Sakıp Bey ise çok konuşuyordu. Aslında ikisi de Turgut beyin siyasete girmesini istiyordu, onu anladım. Ben de bu konuda görüşlerimi söyleyince ‘Bize göre de siyasete girmeli’ demişlerdi. Daha sonra kendi görüşlerini de Özal’a aktarmışlar, bir Pazar günü beni yanına çağırdı ‘Benim siyasete girip girmeyeceğimden kime ne, ben siyasete girmeyeceğim kardeşim. Siyaset adam yeme makinesi, Adnan Menderes’e ne yaptıklarını biliyorum. Polat, Rüştü, Zorlu üçü de çok değerli insanlardı. Bak İsmet Paşa bile kendi partisi tarafından ne hale getirildi? Demirel,  Ecevit, Türkeş, Erbakan’a bak. Bunların şimdi kimi yasaklı kimi hapiste. Bunlar kötü adam değiller. Geldiler ülkeyi düzelttiler, askere bırakamayız dediler. Biz buraya askerliğimizi yapmaya gelmedik adamlar içerde tıkılı. Türkiye siyasetinin kötü bir kaderi var. 10 yılda 10.000.000 dolar harcamamız lazım, bak kıtlığı ortadan kaldırdık programımız güzel oldu kim değiştirebilir?” deyince ben de kendisine  ‘Cenab-ı Allah soruyor size bilgi tecrübe kazandırdık bunları kendinize saklamak için mi sakladınız?’ dedim. Benim bu sözlerim kendisine tesir etmiş ki bana ‘Ben bu işlere bunun cevabını Cenab-ı Hak sorar diye girmedim. Beni arkamdan iteleyip durma’ dedi ve bir daha konuşmadı ama üzüldüm. Banker Kastelli hadisesinden sonra istifa etti, Adnan Başer Kafaoğlu getirildi. Siyasi irade böyle istiyordu.

 

TURGUT BEY’İN MANAVGAT’TAKİ YAZLIĞINDA PARTİNİN PROGRAMINI HAZIRLADIK

Turgut Bey aradı ‘Mehmet bir gelir misin?’dedi.  1982’de 20 gün Manavgat’taki yazlığında beraber kaldık. Parti programı orada hazırlandı daha sonra kendisi Amerika’ya gitti ama gazetelerin yazdığı gibi Amerikan hükümetinden izin almak için değil geçtiğimiz günlerde vefat eden Amerika’daki doktorundan sağlığı ile ilgili bilgi almak için gitti. Doktor o zaman kendisine “kilo verirsen gir çünkü yukarıdaki (Allah) senden yana siyaseti de stresli yapmazsan gir” demiş. Orada zayıflama merkezi vardı. 116 kilodan 82 kiloya düştü, tığ gibi olmuştu. Geldiğinde gazetede resmi çıkmış bana telefon etti “Mehmet fotoğrafımı gördün mü nasıl zayıfladım?” dedi. Ben de ‘Bu fotoğrafa inanmıyorum fotomontaj yapmışlar’ dediğim zaman bir kahkaha attı ve ‘Semra bak Mehmet ne diyor’ diye çok gülmüştü.

 

ÖZAL BENİM SİYASETE GİRİP GİREMEYECİĞİMİ KENAN PAŞADA SORMUŞTU

Ankara’ya geldiğinde gerçekten 34 kilo vermişti adeta koşuyordu, Şkimiz birlikte program tüzük durmadan çalışıyorduk. Bu arada benim siyasete girip giremeyeceğimi Kenan Paşa’ya sordu. O da ‘Konya’da izinsiz gösteri işine girmiş, il ilçe belediye başkanlarını topluyoruz izin vermiyoruz. Zaten MSP’den de aday olmuş üzerinizde MSP’nin devamı gibi bir görüş olur’ diyerek bana izin vermedi. Ama ben partinin kuruluşundan itibaren partinin genel kurulunda kurucular kurulu üyesi olarak, merkez karar üyesi olarak teşkilat başkanı olarak aynı gün işe başladım.

 

PARTİDE İKİNCİ ADAMDIM VE KONYA’YA BAKANLIKTAN DAHA ÇOK HİZMET EDİYORDUM

Partiyi kurarken de partide de Özal’dan sonra ikinci adamdım. Turgut Özal artık parti işini bıraktı, hükümet işlerine bakıyordu. Parti işi tamamen benim üzerime kalmıştı. Ben, Hüsnü ve Adnan birlikte çalışıyorduk. O zamanlar Konya’ya bakanlıktakinden daha çok hizmet etme şansını buldum. Raylı sistem, kanalizasyon, Ereğli şeker, gölet barajı, Çumra 1.2.3.  Sulaması ihalesi, Altınapa, belediye binası, maliye binası, Selçuk Üniversitesi’nin bütün binaları, 2.organize sanayi, havalanına sivil terminal ve en son olarak da doğalgazda büyük emek verdim, çok gayret gösterdik, ilgi gösterdik.

 

KONYALIYA ŞÜKRAN BORÇLUYUM

Konyalıya en iyisini yapmaya çalıştım. Konyalıya şükran borçluyum, kırgın değilim bize verilen oyların da karşılığını ödeyip hakkını verdiğim kanaatindeyim. Bu arada bir süre ANAP’tan ayrıldım: Merkez Karar Üyesi olarak Mesut Bey zamanında bir süre dinlendim ama olmadı, merkez karar üyesiydim. AK Parti kurulurken bazı arkadaşlarımızla temaslar kuruldu. Başbakan vasıtasıyla Murat’a (oğluna) Gençlik Kolları Genel Başkanlığı teklif edildi. Erbakan ile ilişkilerimiz zaten o gün bitmişti. (Konya mitingi öncesini kastediyor) Hocaya da hizmette kusur etmedim. Konya mitingi ile Erbakan Hocanın kendisine haksızlık yapıldı. Son zamana kadar kendisini savundum.

 

RAYLI SİSTEMİN TEMELİNİ ATACAĞIZ ÖZAL KONUŞUYOR AMA SAKALLI ADAM BAĞIRIYOR ‘KONYASPOR’UN HALİ NE OLACAK?’

Bir gün Özal ile Konya’da raylı sistemin temelini atacağız. En önde göbeğine kadar sakallı bir adamcağız zıplayıp duruyor, hiç yerinde duramıyor. Özal konuşuyor ama o sürekli olarak ‘Konyasporun hali ne olacak?’ deyip duruyordu. Olayın farkındayım, bu duruma Özal’ın da canı sıkılmaya başlamıştı. Dayanamadım mikrofonu elime aldım ve  ‘ Ne var ne olacak Konya sporun halinden?’ dedim. O sakallı adamcağız bağırmaya devam etti ‘Konyaspor bizim için çok önemli’ diyordu. Mesela geçtiğimiz sene de Konyaspor 5 hafta arka arkaya maç kaybettiği zaman Tahir Akyürek’i arayarak ‘ Konyaspor Konya için çok önemli, siyasi düşünmeyelim Konyasporun ligde kalması için ne lazımsa yapın bizim de üzerimize düşen varsa yapalım’ dedim.

 

ÜLKEYİ İDARE EDENLER ZAMAN ZAMAN ‘BİZ YAPTIK OLDUK DİYEREK’ MAYINLARA BASMAYA DEVAM EDİYORLAR

Ankara’da şu anda bahçeli bir evim var. Onu ekip biçiyorum. Her gün Türkiye ve dünya medyasını takip ediyorum, okuyor ve yazıyorum. Aslında şu anda siyasete eskisinden daha çok yakınım. Çünkü vaktim bol, hem yazan hem söyleyen birisiyim. Ülkeyi idare edenlere bazı gerçekleri zaman zaman duyuruyorum. Üzüleceğimiz noktalarda ikazlar yapıyorum. Tüm bunlara rağmen hükümet edenlere “yapmayın etmeyin, mayınlara basmayın” dediklerimize onlar da zaman zaman ‘biz yaptık oldu’ diyerek o mayınlara basmaya devam ediyorlar. YÖK konusunda da kendilerini ikaz ettim. O zaman ikazlarımıza uysalardı başörtüsü sorunu olmazdı. Belediye Başkanlığı dönemimde Cumhuriyet Mahallesi’nin tüm alt yapı kanalizasyon çalışmaları yapıldı. Ağaçlandırma yapıldı, orman o zamanlar bize verecek çam dahi bulamıyordu. Bunun üzerine biz de çam bulamayınca badem diktik. Mesela bugün 18. madde olarak bilinen, o zamanki 42. madde Türkiye’de ilk defa bizim zamanımızda uygulamaya geçti