Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri - 48
Mehmet Solak
Söyleşi: UĞUR ÖZTEKE
Konuğumuz Mehmet Solak 3 Ekim 1952’de Karasınır kasabasında dünyaya geldi. Karasınır kasabası daha sonra siyasi ve coğrafi yapılanma sonucu bugünkü Güneysınır ilçemiz oluyor. Mehmet Solak, baba Ali ve anne Dudu Solak çiftinin beş çocuğundan birisidir. Bu ailenin diğer çocukları ise abi Hüseyin, abla Fadime ve Mehmet Solak’ın küçük kardeşleri Mesut ve Emine’dir.
Karasınır kasabasındaki o yıllarda yaşam çok zordur. Ülkede yokluk ve yoksulluk had safhadadır. Zaten çok zor şartlar altında sürdürülmeye çalışılan tarımda insanlar karınlarını zor doyurmakta, ailelerine çok zor şartlarda bakabilmektedirler. İnsanların toprak dışında uğraşacakları başka bir iş, başka bir geçim kaynağı da yoktur.
MEHMET SOLAK YOKLUK YÜZÜNDEN İMAM HATİP’TE
OKUYAMAYARAK TEKRAR KÖYÜNE DÖNER
Sohbetimize başlarken her konuğumuzda olduğu gibi Sayın Solak’ın yüzünde de garip bir tebessüm görüyoruz. Çünkü o yıllar gerçekten güzel, mutlu yıllardır. Ama o yıllar yine bu jenerasyonun bin bir güçlük, yokluk içinde sürdürdüğü yaşamın ağır şartlarında Solak’ın yüzünde eğitim yapamamanın da üzüntüsünü görüyoruz. Mehmet Solak ilkokuldan sonra eğitimini sürdürmek için İmam Hatip lisesine gelecek, ama Konya’da kalacağı bir ev, elinden tutacak bir tanıdıkları olmadığı için tekrar baba ocağına dönecektir. Bu yüzden de genç Mehmet 1965 yılına kadar Karasınır’da kalacaktır.
EVİMİZ İKİ ODA, BİR AHIR,
BİR DE SAMANLIK İDİ
Çocukluk yıllarını yüzündeki tatlı gülümseme ile anlatan Mehmet Solak, ‘O yıllar güzel ama gerçekten çok zor yıllardı. Doğduğum, büyüdüğüm ev, ahır, samanlık ve arkasındaki iki odalı, tek katlı kerpiç bir evdi. Bizim rahmetli babam, amcam ile köyde bir süre de bakkal dükkanı işletmeye çalıştılar ama olmadı, beceremediler. Zarar ettiler ve dükkânı kapattılar. Babam tekrar çiftçiliğe döndü. Evimizle amcamlar arasında bir tek duvar vardı. Yani duvar komşusuyduk
ÖNCE TEK ATLI, SONRA DA İKİ ATLI BİR ARABAMIZ OLDU
Ben büyürken hatırlıyorum, bizim önce tek atlı, sonra da iki atlı bir arabamız oldu.
Babam aynı zamanda iyi bir avcıydı. İlkokula bir sene önce gittim, yani yaşım küçük gittim. Amcamın oğlunun okul zamanı gelmişti. O illa okula benimle gitmek istedi. Beni de okula götürdüler. Ama yaşım küçük diye beni almak istemediler, o da ‘Ben Mehmet ile okula gideceğim’ diye tutturdu. Zorla beni de okula kayıt ettirdiler. Ama okulu ben beş yılda bitirdim. O altı yılda bitirebildi.
KAHVALTI ELMA, KAYISI, ŞEBİTLE YAPILIR, ÇAYA PEKMEZ DAMLATILIRDI
Daha sonraki yıllarda büyüdükçe babama yardım etmeye başladım. Daha sonraları ekin dilmeye makineye giderdik. Hiç unutmuyorum bir gün bir köye gittik. Kahvaltı yapacaktık. Vallahi elma, kayısı ve şebitle kahvaltı yapıldı. Öğlenleri de zaten yemeğimiz bulgur ve ayran idi. Çaya filan şeker yoktu ki. Onun için de çaya pekmez damlatılırdı. Daha sonraki yıllarda, yani aradan 20 30 yıl geçtikten sonra, aynı köylerde kahvaltılarda yumurta, peynir, zeytin, yağ görür olduk.
SOLAK OLDUĞUM İÇİN ÖĞRETMENİM SAĞ ELİMLE
YAZI YAZMAM İÇİN ÇOK UĞRAŞTI
Karasınır İlkokulu’na gittim. İlk öğretmenim Hulusi Uysal idi. Ben soyadım gibi solak idim. Bu öğretmenim benim sağ elimle yazmam için her gün benimle bir iki saat uğraşır, beni tahtaya kaldırır, yazı yazmama yardımcı olurdu. Bir de babam sol elim ile yemek yedeğim için bana çok kızardı. O da sağ elim ile yemem için çok üzerimde durdu. Bugün yazıyı sağ elimle yazar ve yemeği sağ elimle yerim. Ama diğer bütün işlerde sol elimi kullanırım.
TÜRKÇE’Yİ ÇOK SEVDİM AMA MATEMATİK İLE YILDIZIM HİÇ BARIŞMADI
Daha sonra ikinci sınıfta İçeri Çumra’dan Ömer Kul isimli bir öğretmenimiz derslerimize girdi. Bir yıl sonra, yani üçüncü sınıfta ise Sivaslı Şahabettin Çeliker geldi, o öğretmenimiz oldu. Türkçe’yi çok severdim. 3. sınıftan itibaren okuma yarışmalarında, şiir yarışmalarında hep ben seçildim ama nedense matematiği bir türlü beceremedim.
HÜSEYİN AĞANIN EVİNDE YEMEK YERKEN BİLE UTANIRDIK
Yazları Kur’an kurslarına giderdim. İlkokuldan sonra İmam Hatip Lisesi’nde okumak için Konya’ya geldim. Ama devam edemedim. O zamanlar Konya’da da kimsemiz yoktu, paramız da yoktu, yokluk vardı. Konya’ya geldiğimiz zaman bile bizim bir köylümüz vardı, Hüseyin ağa derlerdi, onun evinde kaldım. İnan yemek yerken utancımdan iki lokma alamaz, sofradan aç kalkardım. (Mehmet Solak o yılları anlatırken adeta yeniden yaşıyor, kararıyor ve çok üzülüyordu.)
Eniştem vardı. Köy otobüsünü kullanırdı, şofördü. Bir gün beni çekti ve ‘Bak oğlum baban seni okutamaz ‘deyivermişti.
BİZİM KÖYDEN ZATEN OKUMAK İÇİN ÇIKAN KİMSE YOKTU Kİ!
O zaman okumak diye de bir şey yoktu. Bizim köyden de zaten okuyan pek kimse yok gibiydi. Bir Yakıcılar çıkmış, Gazalimin Ramazan çıkmış, bir de Çalıkuşu çıkmış, başka okuyan kimse de çıkmamış.
ŞAM’A GİDECEKTİK, AMA YAŞIM TUTMADI
Orada okuyamayınca tekrar köye döndük. 2.5-3 yıl hafızlığa gittim. Biz zaten iki arkadaştık. Diğer arkadaşım daha sonra Fatih Kur’an kursundan emekli oldu. Onun bir abisi vardı Şam’a gitmeye karar verdik, ama yaşımız mı ne tutmadı, biz de Şam’a gidemedik. Yıl 65’in sonuydu.
OKUYAMAYINCA MANCI KEMAL’İN YANINDA İŞE GİRDİM
Okuyamayınca Mancı Kemal ustanın yanına işe girdim. 70 yılına kadar burada çalıştım. Dükkânımız Eski Garaj’ın oradaydı. Dükkân tam garaj kapısının karşısındaydı. Yazları da biçerdövere gidiyordum.
Hatta 71’de de bir yıl İstanbul’a gittim çalıştım. İstanbul’da Topkapı’da çalıştım. Burası Gümüşsuyu caddesinde özel bir MAN servisiydi. Kalfalık yaptım. Biçerdöver dönemi geldiği zaman da oralara gittim.
BİÇERDÖVER YÜZÜNDEN ASKER KAÇAĞI OLDUK
Hatta bu yüzden de askerlik için bakaya kaldım, yani asker kaçağı durumuna düştüm. O zamanlar askerlik çağına gelenler birbirini evlere davet eder, eğlenirdik. Adana’da, Silifke’de biçerdöverde çalışmış, Konya’ya yeni gelmiştim. Temmuz’da gitmem gerekirken Ağustos’un sonunda askere gittim. Bir gün işten gelmiş, evin önünde oturuyordum iki jandarma geldi, beni sordular. Ben de ‘benim’ dedim. Dinek o zaman bucak idi. Bana ‘Sen asker kaçağısın hemen oraya gel’ dediler. Ben de akşam babama söyledim. Ertesi gün abim, babam ve ben abimin motoru ile Dinek’e gittik. Yanılmıyorsam bir başçavuş vardı, durumu söyledik Bana Konya’ya gideceksin, oradan da askere gideceksin dedi.
YORULDUM DEYİNCE BABAM KIZMIŞTI
Köyümüz ile Dinek arası 6–7 kilometre uzaklıktaydı. Abim motoru ile bizi karakola bıraktıktan sonra gerisin geriye dönmüştü. Hiç unutmuyorum o gün köye dönüşümüzü. Dönüşte o 6–7 kilometreyi babamla yürüyerek dönüyorduk. Babam aynı zamanda da iyi bir avcı olduğu için çok seri yürüyordu. Yan yana giderken babam hızlı hızlı yürüyordu ben ise yorulmuştum. Babama bir ara ‘Baba acelen mi var?’ diye sordum o da ‘hayırdır’ dedi. ‘Ne bileyim sana yetişemiyorum’ dedim. Babam bana döndü ve manalı manalı baktıktan sonra ‘Yoksa yoruldun mu?’ diye sordu. Ben de ‘evet’ dedim. Oracığa oturuverdi. Takımı açtı bir cigara sardı bana döndü ve ‘Bir de genç adam olacaksın ha’ deyiverdi. O bakışını, o çıkışını hala hiç unutamıyorum.
ASKERLİĞİ AMASYA’DA ORDONAT OLARAK YAPTIM
Askerlik için Amasya’ya gittim, ordonattım. Devre kaybı idik, geç gitmiştik. 15. tugay 1. tabur 1 bölükteydim. 40 gün burada kaldık. Her gün asker geliyordu buraya. Hepsi de asker kaçaklarıydı. Aralarında 50–60 yaşındaki adamlar vardı. Bunlar özellikle de doğudan geliyorlardı. Daha sonra 3. kademede mesleğimizi yaptık
ASKERLİK DÖNÜŞÜ 74’ÜN HIDIRELLEZ’İNDE EVLENDİM
1974’ün Nisan’ında askerlik bitti. 74’ün Hıdırellez’inde de eşim Anakız ile evlendim
Çocuklarım Birsen, Nurcan, Hatice ve Ali ile mutlu huzurlu bir hayat sürüyoruz.
DSİ’YE İŞE GİRİNCE HACI USTAM FENA KIZDI
Ben askerlik sonrası hemen Hacı Usta’nın yanında çalışmaya başladım O bana evlenmeden önce ‘Ya sen buranın başına geç ya da ben Bursa’da bir dükkan açayım oraya gideyim’ demişti. Bu arada ben de İşçi Bulma Kurumu’na müracaat etmiştim. Bundan ustamın haberi yoktu. DSİ’ye işçi, teknik elaman alacaklarmış, ustaya söylemeden imtihana da girdim, kazandım. Resmi daireye girmiştim. Usta tamircisi olarak sondaj bölümüne girdim. 75’in Mayıs’ında işe girdim. Tabii bunu önce ustadan sakladım. O zamanlar Uzunharmanlar’da oturuyorduk. 2 odalı bir evde kiracıydık. Ustam tanker ile eve geldi. İşe girdiğim için bana kızdı. ‘Resmi dairede ne olacak, falanca adam resmi dairede, onun altındaki Murat 124’ü bile ben alıverdim’ filan diye kızdı. Hatta evlenmeden önce bir yıl biçerdöver işi yapmıştım. Ustadan da evlenmek için 7 bin lirayı peşin almıştım. İşe girince parasını daha sonra bilezikleri filan satarak ödedik. Daha sonra usta oldum, atölye formeni oldum.
SENDİKACILIĞA TESADÜFEN BAŞLADIK
Sendika işi filan tesadüfen oldu. Osman abimiz vardı, ismimi onun karşısına arkadaşlar benim haberim olmadan yazmışlar. Seçimi kazandık, yani bir tesadüf eseri sendika delegesi olduk. Yıl 76-77’ydi. 86’ya kadar burada görev yaptım. 1986’da baştemsilci oldum iş yerinde. 1990’da Murat Aytemiz Ankara’ya gitti. Yönetime yedek üyelikten girdim. Daha sonra eğitim sekreteri oldum. 91’de sendika şube başkanlığına aday oldum. 1.1.1992’de de profesyonel olarak sendikacılığa başladım. Şu anda aynı zamanda Türk İş temsilcisiyim.
BAKAN ABDÜLLATİF ŞENER’DEN GEÇİÇİ İŞÇİLERİN PARASINI HASTA YATAĞINDAN ALDIK
Tabii özellikle son yıllardaki yoğun sendikal hayat içerisinde Sayın Solak’ın hiç unutamadığı, aklından dahi çıkmayan bazı anıları vardı. Mesela Türkiye’de geçici işçilerin parası hiçbir yerde alınmazken onlar DSİ’de almışlardı.
‘Geçici işçiler vardı. Refahyol dönemiydi. Tansu Çiller başbakandı. İşçiler vizesiz çalışıyorlardı. 12 ayın 5-6 ayında çalışıyorlardı. İşçiler çok zor durumdaydı. Bir kurban bayramının arifesiydi. İşçiler değil kurbanlık almak, evlerine ekmek bile alamıyorlardı. Evlerine ekmek götüremeyen arkadaşlarımız vardı. Bölge Müdürümüz Haydar Koçaker’di. Bölge Müdürümüzle Ankara’ya gittik.. İş olmayınca herkes döndü, ama ben Ankara’da kaldım. Bayram Meral Türk İş Genel Başkanı’ydı. Arife günü Ankara’da kalmıştım. Yanılmıyorsam Gelirler Genel Müdürü Arif Kapan’dı. Ondan randevu aldım. İçeri girdim Genel Müdür bana ‘Çok işim var. Sana 3 dakika. 3 dakikada derdini anlat ve git’ dedi. Ben de anlattım. Bana ‘Vize parası alamazsınız. Sivaslı Maliye Bakanı bile bunu halledemedi’ dedi
Bayram Meral’i aradım –‘sen bir yere gitme orada bekle’ dedi. Bakan da küçük bir ameliyat olmuş, kimse ona ulaşamıyordu. Bayram bey ulaşmış. Sayın Şener de tamam demiş ve Genel Müdürü aramış, talimat vermiş. Ben orada bekliyordum. Odadan çıktı ve bağırdı ‘Konya’ın başkanı burada mı?’ diye. Beni görünce de ‘Ne inat adamsın, sen hala gitmedin mi?’ diye bana çıkmıştı. Genel Müdür, Maliye Bakanı’nın evine gitti. Ben bu arada DSİ Konya Bölge Müdürü’nün sekreteri Özgür hanımı aradım. O da bana ‘Telefonla bu iş olmaz, faks geçilsin, öyle’ dedi. Genel Müdür tekrar geldi bana ‘Niye daha gitmedim?’ dedi. Ben de ‘Faks geçilmeden gitmem’ dedim. Genel Müdür bu kez güldü, faks geçildi ve para ödendi.
BEŞ PİSTONLA ARABAYI İSTANBUL’DAN KONYA’YA GETİRDİM
Mancı Kemal usta bir gün İstanbul’da “745 Man varmış, ses geliyormuş, git bir bak” dedi. Bu arabaya usta da ortaktı. Ben de takım çantamı aldım, otobüse bindim, İstanbul’a gittim. Pistonu çıkardım, yatak sarmış. Kadıköy’de motoru indirmek lazım dediler. Krankına yağ sürdüm, gözünü de perçinledim. Bir de üzerine Amerikan kelepçesini taktım. Onun laz bir ortağı vardı, ona dalgıç diyorlardı. Adam 5 piston ile arabayı götüreceksin diye bana çıkıştı. Ustayı aramış, Hacı bu beş pistonla arabayı götürecek demiş. O da ‘onun bir bildiği vardır’ demiş. 5 pistonla arabayı getirdim, hatta Bolu’da mı, Düzce’de mi, bir de koyun aldık, para kazandık. Konya’ya girdiğimde kuşluk vaktiydi. Bana ‘Bay Mehmet’ derdi. ‘Aferin lan Bay Mehmet’ dedi. Ustamın yanında birisi vardı. Arabanın beş pistonla geldiğine inanmadı. Usta ile ayaküstü takım elbisesine iddiaya giriverdiler. Motoru indirdiler, beş piston vardı. Zaten patron da Bursa’da bunu yapmıştı, ben de ondan öğrenmiştim.
VEFA TANIR BANA DÖNDÜ VE ‘BENİ SIKBOĞAZ ETME KENDİMİ CAMDAN AŞAĞI MI ATAYIM’ DEYİVERDİ
Bir gün Ankara’yız, Vefa Tanır bey bakan, M. Ali Yılmaz, Ali Günaydın, Hasan Avşar ile bakana gittik. Biz geçici işçilerin işten çıkartılmaması için çalışıyoruz. Yine de geçici işçilerin fazlalığı var, işçiler işten çıkartılacak. Hasan Avşar rahmetli biraz zorlayınca ‘Bizden bir b.. olmaz’ dedi. Ali Günaydın da kızdı, Vefa beyi aradı. Onur Kumbaracıbaşı Bayındırlık Bakanı’ydı. O gün Bakanlar Kurulu Diyarbakır’da toplanacakmış. Vefa bey ben uçakta bakana anlatırım dedi. Bakan Diyarbakır’dan döndü ve bana ‘Bu ülkede on binlerce binlerce işsiz var, sen 2 ay için bana bu kadar laf söylüyorsun’ dedi. Ben biraz daha zorlayınca –‘Beni sıkboğaz etme, kendimi camdan aşağımı atayım?’ deyiverdi