“Meksika Sınırı
hep bir Meksika sınırım olsun isterdim,
Almancı komşumuzun siyah beyaz tevesinde
kovboylar hep Meksika sınırına giderdi
kimse dokunamazdı sınırı geçtiler mi
Meksika sınırı isterdim en sevdiğim şairlere
hep hapiste olurlardı nedense
hapis yatmış olurdu yoldaşım gönüldaşım
saf tutmak istediğim namazda omuz omuza
hapse düşersin derlerdi
tutup ciğerimden yazsam
en sevdiğim filim artısı
hapsi boylardı illaki
filmin en güzel yerinde
camimizin imamı
edebiyat öğretmeni
Meksika sınırımız olmadığından belki
ortasında dururlardı
en can alıcı lafın
bir damar kabarırdı cümlelerinde
Meksika sınırı olsaydı Türkiye’min
On dokuz yaşımda sevdiğim kızla
atlar geçerdim sınırı kimse dokunamazdı
yerine Gayrettepe’de dayaklar yedim
günlerce uyutmadılar siyasi şubede
şimdi
Meksika sınırına iki saat mesafede
tekrarlayıp duruyorum kendi kendime
bir Meksika sınırı lazım her memlekete
Meksika’nın kendisine de.”
Mehmet Efe
TV’lerle aranız nasıl bilmem? Pek iyi değil benim aram. Hem başından kalkamamak hem aradığını bulamamak gibi bir şey yaşadığım. O kanaldan bu kanala yok, yine yok. Baştan sona izlemeye tahammül edebildiğim, sonuna kadar za/ı/plamadan durabildiğim bir program bulmak zor. Uydudan, yüzlercesi arasında izleyecek bir şey bulamıyorsam sorun sanırım bende diyorum. İçimde hissettiğim boşluğu, ruhumdaki doyumsuzluğu, kendimi ifade eden cümleleri mavi ekrandan duyabilme beklentisi beyhude bir uğraşıymış. Bıraktım kanallar arasında gezinmeyi artık. Salıyorum kendimi kitapların sayfaları arasına. Kitapçılar, raflar, dergiler, binlerce kitap, bakıp kayboluyorum... Aradığım şeyi orada bulma umudu daha fazla sanıyorum. Alıyor, bakıyor, karıştırıyor, bırakıyorum. İçimde, bütün bunların hepsini almaya yetmeyecek para / okumaya yetmeyecek bir ömrüm var, hüznü ile ayrılıyorum. Görmek, duymak, tanımak istiyorum yeni bir cümle, yeni bir müzik, yeni bir ses, yine o heyecanı… Belki de ezelden peşinde olduğum bir ses… bilmiyorum. Üzerimdeki bu haleti ruhiye gidecek bir Meksika Sınırı arayışı mı diyorum kendime bir yandan.
Cuma geceleri Mavi Ekrandan “Neyşınıl Coğrafik!”le özdeşleşmiş gibi görünen “sarı kare” içinde yer alan Ü harfli kanalda [Ülke TV] kendi içlerindeki Meksika Sınırına doğru dört nala at koşturan üç atlı görüyorum: Selahattin Yusuf, Tarık Tufan ve İsmail Kılıçarslan… Sohbet, muhabbet, eleştiri, aktüalite, kitap, müzik, kalite, estetik, doğallık vs. Büyük bir keyifle izliyorum. Gülüyorum, kızıyorum, duygulanıyorum. Hah, işte bu diyorum. TV konsepti anlamında Ülke Tv’ye dikkat diyorum. Orada farklı bir şeyler oluyor. Ufuk açıcı, kendimizi bulacağımız bir şey. Elemanlar farklı bir şey yapıyor, farklı bir ses çıkartıyorlar. [Buna önümüzdeki hafta devam edelim en iyisi.] Ancak uydu alıcısı olanlar Cuma akşamları Ülke Tv’ de yayınlanan Meksika Sınırı programını ıskalamasınlar. Kaçıranlar ise Pazar sabahı tekrarını bulabilir…