Memurlar siyasal partilere üye olamazlar, siyasal partiler adına çalışamazlar, aktif siyaset yapamazlar. Bu cümle memurların siyasetle ilişkisini belirleyen yasal çerçeveyi anlatır bize. Bu ifadeyi aslında şöyle anlamak gerekir: Memurlar kamu görevlerinde siyasal düşünce ve tavır gözetmeksizin işlerini yürütürler. Bu onların kamu hayatında siyaset yapmayacağı anlamını taşır.
Peki gerçekte durum nedir? Sahiden memurlar siyaset yapamaz mı?
Bunun cevabı aslında çok açıktır. Memurlar hukuken, görevleri icabı siyaset yapamazlar ama fiilen siyaset yapabilirler. Hatta siyasetin çoğu defa da “konu”su olurlar.
Şimdi bu ifadeyi biraz daha açmakta fayda var sanırım.
Türkiye’de iktidarlar değiştiğinde kamu bürokrasisinde yaşanan hızlı değişimi pek çoğumuz takip ediyoruzdur.
Nerdeyse her seçim sonrası, bütün bakanlıkların merkez ve taşra teşkilatlarında şube müdürlüklerinden başlamak üzere, daire başkanlıklarına, genel müdürlüklere ve müsteşarlıklara uzanan bir değişim yaşanır. İktidar değişti mi burada bulunanlar da hızla değişirler. Müthiş bir sirkülasyon vardır anlayacağınız.
Bu değişimler hangi kıstaslara göre yapılır? Neden bu kadrolarda bulunanları değiştirme gereksimi duyar iktidarlar?
Bunun çok açık bir gerekçesi vardır: Kendilerine yakın kişilerle çalışmak. Peki bu kişilerin kendilerine yakın olması ne anlama geliyor?
Madem memurlar siyaset yapmıyor, bu kişilerin kendilerine yakın olduğunu nereden anlıyor bu iktidarlar?
Tabii ki, bürokraside bulunan memurlar siyasal partilere üye değiller, tabii ki resmi olarak siyasetle iştigal etmiyorlar, ama her biri bir sendikanın, bir vakfın, bir derneğin üyesi olarak hangi siyasi partiye yakın olduklarını göstermiş oluyorlar.
Burada bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Bu durum Türk siyasetine aslında bir haksızlık yapılması anlamına da geliyor. Fiilen siyasetle uğraşan memurların resmi bir şekilde siyasetle meşgul olmaması, siyasettin bir esnaf işi, müteahhit işi gibi algılanmasına yol açıyor. Hatta Türkiye’de siyaset özellikle taşrada böyledir. Siyaset bu saydığım kesimler tarafından yapılan bir eylem biçimine dönüşmüştür. Siyasetteki kalite düzeyinin sorgulanmasını da bu durumu göz önüne alarak yapmak gerekir diye düşünüyorum.
Memurların koltukları madem her iktidar değişikliğinde gündeme geliyor ve çoğu defa da memurlar bu nedenle görevden alınıyor, ya da yeni görevlere bu nedenle getiriliyor, onların siyaset yapmasıyla ilgili kıstaslar da bu açıdan yeniden ele alınmalıdır.
Bunun düzenlenmesini yapacak olanlar muhakkak ki siyasi partilerdir.
Ama burada bir tehlike söz konusudur. Partiler bunu yapmak isterler mi sorusu hemen akla gelecektir. Çünkü böyle bir durumda parti yönetimi ve delegeler açısından büyük sıkıntı vardır. Pek çok iktidar sahibi gibi, koltuk sahibi gibi onlar da kendilerine rakip olabilecek yeni yüzler görmek istemezler. Siyaset bunun için çoğu defa aynı yüzlerin yıllarca aynı koltuklarda oturduğu ve yeni bir şeyler üretmekte zorlandığı bir kurum olarak varlığını sürdürür.
Bu nedenledir ki, siyasetin alanı genişletilmeden, katılımcı siyaset anlayışı yaygınlaşmadan Türk siyasetinin daha ileriye gideceğini düşünmek hayaldir.
Gerçi memurların alışkanlıklarından dolayı statükocu, heyecansız bir yapıya sahip olduğu ve Türk siyasetine yeni bir açılım getiremeyeceği görüşü de yabana atılmayacak bir savdır ve başka bir yazının konusunu teşkil edecek kadar da çetrefillidir.
Ama şunu söyleyebiliriz ki, siyaset heyecan risk ve cesaret ister. Oysa memur, heyecansız ve risksiz bir hayat sürer. Bu nedenle memuriyeti tercih etmiştir.
Memur siyaset yapabilir mi sorusuna cevabı verirken bu naçizane tespiti de aklımızın bir yerinde bulundurmak gereği vardır.
Memurun siyaset yapmasına engel yalnızca hukuk değil, aynı zamanda memurun içinde bulunduğu ve memura da yansıyan kurumsal zihniyettir.