Büyükler böyle söylüyor. Arapça. Kısacası çalma kapıyı, çalarlar kapını. Bizde de benzeri, yani Türkçesi var. Hani ahiliğin meşhur üçlemesi var ya. Eline, diline, beline, özüne, sözüne, gözüne sahip ol diye. İşte bu laflar hep bizler için. İbret almak, örnek almak için. Son birkaç yıldır giderek tavırlarından ve sözlerinden sıkıldığımız eski siyasileri, seçimde tasfiye ettiğimizi sanıyordum. Artık yalaklar ve salaklar gibi veciz sözleri söyleyecek siyasiler kalmadığını, yeni kadroların siyasete seviye kazandırdığını düşünüyordum. Meğerse yanlışmış. Yine olmadı.Eskiden padişahların yanlarında güçten kaynaklanan gururun etkisini azaltmak ve onları daha itidalli olmaya teşvik için dalkavuklar olurmuş. Hep aynı cümleyi tekrarlar ve padişahı uyarırlarmış: Gururlanma padişahım. Senden büyük Allah var. Gücün insanı nasıl değiştirdiğini ve etkilediğini eskiler bizlerden daha iyi anlıyor ve gücü kontrol altında tutulması gereken bir özellik sayıyormuş demek ki. Zamanımızda demokrasilerde tek partilerin daha iyi işler yapacağına inanç önceleri bizi sevindiriyordu. Ama geçmişte yaşanan tek parti iktidarları ve liderlerinin sonlarını görünce, yurdum insanına bunun pek yaramadığını anlıyorum. Anlaşılan bu dalkavuk kadroların yeniden ihdası ve tahsisi gerekiyor.Sofîler arasında mürit veya sâlikin ayağını basacağı yere gözlerini kilitleyip yürürken sadece ayak baş parmağına bakma adeti var. Nazar ber kadem deniyor ve kendisini dağınıklığa götürecek yabancıya karşı bütün laf edilmesini engelleyecek, bir tür dışa kapanma şeklinde yorumlayanlar da olmuştur. Kendi ayağına bakmak seni başkalarına bakmadan ve yanlış yapmaktan alıkoyar. Doğru tarif, amma anlayana.Başarının esası başkalarının başarısızlıklarını veya eksiklerini anlatmak olmamalı. Başkalarının hataları veya düşüncelerini anlatarak onları küçültmeye de çalışılmamalı. Alemi kör ve sağır da zannetmemeli. Artık her insan internetten, medyadaki haberlerden, cebindeki para ve ekonominin ilişkilerinden bir şeyler anlıyor. Ona göre hitap etmeli ve nezaketi elden bırakmamalı.Amerikayı ziyaret için giden başbakanın yolda gazetecilere söylediklerini yadırgamamak elde değil. CHPnin Amerikan karşıtı olması. Birinin karşı olması diğerinin onun yanında olmasını gerektirmese de kıratın yanında duran misali sözü söyleyeni bağlar. Sayın Baykalın cevabının keskinliği ise, söylenen sözü unutturdu. O daha da ileri gitti. Ben size başbakanın ne söylemek istediğini anlatayım mı? dedi. Ben ülkeyi satmak istiyorum! Baykal bırakmıyor. Cevap Şenerden ve Fırattan. Cılız ve yetersiz. Bütün başbakanlar vatanseverdir ve öyle de kalacak. Dikkat ediyor musunuz, okurken bile sizi sıkıyor. İşte büyük siyaset. Biz neler bekliyorduk, neler oluyor.Bütün bu kavganın özünde ABDye yapılan ve ne kadar önemsiz kararların çıktığı ve ciddiye alınmadığımızın göstergesi olan bir ziyaret. İngiliz The Times gazetesinde Gerard Baker, Başbakan Erdoğan'la ilgili çok ağır deyimlere yer verdiği bir yazı yayınladı. Yazar, Batı'nın Türkiye'yi kaybetmemesi gerektiğini yazarken Başbakan Erdoğan'ı "Bir odayı boşaltması için içeri girmesi yeterli tiplerden" diye tanımlıyor, "omuzlarının Türkiye'yi taşıyamadığını" ifade ediyordu. Son derece nezaketsiz bir yazı. Öylede bizimkilerin kendi içinde söylediklerine bakınca bu yazıya kimin cevap vereceğini düşünmeden edemiyorsunuz.Bu ülkenin siyasetinde analitik düşünce, rasyonel akıl gibi kavramlar anlaşılan pek yer bulamayacak. Tablo ve yapı hiç değişmiyor. Belki de kuruluş şekline bağlı. Çok partili denen demokrasiyi bu ülkede kuranlar, CHP içinde hizb olanlar. Başkaldıranlar. Bu sebepten siyasetin özüne isyan, inkar ve kavga bulaşık. Eğer Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulduğunda kapatılmasa bunlar olmazdı diye düşünüyorum. Politikayı başkalarının hatasından faydalanmak için değil de kendi görüş ve düşüncelerini aktarmak için yapma fikrinde olanlar başarılı olurdu diye.