Yıllar öncesinden günümüze akıp gelen bilgelikteki sır ne? Dünya dönüyor, insanlar seni unutamıyor. Yüzyıllar akıp gidiyor Pîrim ama hala sen isminle yaşıyorsun ve ben bunu anlamaya çalışıyorum günlerdir. Okuduğumda senin deyişlerini başka bir duygu kaplıyor beni ve galiba bütün insanlar aynı duyguları yaşıyor ve dönüp duruyor kafam her düşündüğümde seni. Pervane oluyorum, okumaya çalışıyor, önce yok bir şey diyorum, sonra istemeden bile olsa kapılıveriyorum. Konya’da mı bu sır, uçsuz bucaksız ovada mı? Gezip durduğun yollarda mı?
Yaşadığım çağa bakıyorum, yaşadığım ülkeye bakıyorum, yaşadığım şehre bakıyorum. Pîrim kapında ben de bir derviş olsaydım, ağlayıp ağlayıp yansaydım. Yıllar sonra adam olmanın öyle kolay bir şey olmadığını anladığımda hep seni arıyorum ve senin kapısında durduğun o büyük mana. Bilemiyorum nasıl varacağım kapına. Sen bir kapısın açılan ve ben o kapıyı arayıp duruyorum, var mıdır, nerdedir diye.
Senin şehrinde kimse kimseyi gerçekten sevmiyor, biliyor musun? İnsanlar neyin peşindeler, o bile belli değil. Para isteseler para yok, makam isteseler makam yok, çoraklaşmış topraklar gibi ne eksen bitmez oldu. Aranıp duruyoruz ve neyin peşinden koştuğumuzu bile bilemiyoruz.
Duygusuzlaştık, ağlayamıyoruz, gözlerimiz değil gönlümüz ağlayamıyor, gönlümüzün dili bağlandı artık, konuşamıyoruz, zaten konuşsak da birbirimizi anlayamıyoruz. Çağ mı bizi bu hale getirdi? Biz mi çağı mahvettik bilemiyorum?
Sen kurtarmak istiyordun şehrini, insanlarını Sultanım ve o günlerde yine bu günlere benziyordu. Akın akın geliyordu acılar ve sen seni anlamayanları bile düşünüyordun. Zaman yine bizi ansızın yakaladı Sultanım ve akın akın geliyor yine insanlığın üzerine acılar. Düşmanlar güçlü ama daha kötüsü, sevgisizlik, riya, makama, mevkiye sarılma ve vefasızlık. Bunlarla boğuşmak Moğollarla boğuşmaktan daha zormuş ya da güçsüzlüğümüzdendir belki de başa çıkamayışımız, bilemiyorum Sultanım.
Biz Mevlana’yı anlayamıyoruz. Çağları aşıp gelen engin bilgeliği anlayamıyoruz. Nedenini bilemiyorum ama Almanlar’ın, İngilizler’in, Yunanlar’ın atalarını anladıkları kadar biz anlayamıyoruz. Bizde vefa yok mu? Hala göçebe ruhumuz mu bize hâkim? Ölenlerimizi unutup gideriz başka ellere ve sağ olanlar bizimdir felsefesi mi bizde baskın psikoloji, bilemiyorum ama net bir şekilde görünen, değerlerimizin içini hoyratça boşaltıyoruz ve acayip bir hale getiriyoruz. Acımıyoruz kendimize ve kendimizi harcıyoruz. Var olanları anlamıyoruz, anlayamadığımız şeye de yeterince sahip çıkamıyoruz. Olaylardan çok çabuk etkileniyoruz, sevmemiz ve nefret etmemiz arasındaki yakınlık beni ümitsizliğe itiyor. Bu toplumda bir insan birkaç tane kitap okusun, birkaç şehir gezsin, hatta buna bir de ülke eklesin, aramızdaki en entelektüel kişi o oluveriyor. Genelde kimse okumuyor, gezmiyor, böyle olunca da anlama katsayımız düşüyor.
Medyaya küfür ediyoruz, onun bu kadar çapulculaşmasının en büyük nedeninin toplumun kendisi olduğunu göremiyoruz. Siyasetçilere küfür ediyoruz ama onları oraya getirenin biz olduğumuzu bilemiyoruz. Devlet görevlileri iş yaparken onlardan hizmet alanları aşağılıyorlar ama kendilerinin de o halkın bir parçası olduklarını unutuyorlar. Tabii daha birçok sosyolojik ve psikolojik neden sayılabilir ama neticede öyle ya da böyle bu böyle gittikçe biz değerlerimizi hoyratça harcıyoruz. Mevlana da hoyratça harcadığımız değerlerden bir tanesi. Mesela aslında İngilizler için Shakespare neyse bizim için de Mevlana odur, ama bunu anlatmak gerçekten çok zordur. Kimi bilimsel verilerle karşı çıkar, kimisi bilmem ne nedenlerle karşı çıkar, birisi de “Bir İngiliz’e benzetmeye utanmadınız mı?” diyerek karşı çıkar. Osmanlı’yı en fazla etkileyen insan topluluğu Mevleviler’di. Sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni de öyle değil midir? Atatürk bütün tekkeleri kapatırken Mevlana Dergâhı’nı da kapatıyor, ama ardından da bununla ilgili bir özür yazısı yayımlıyor ve yaşamı boyunca onlarca defa Mevlana Dergâhı’nı ziyaret ediyor. Ondan sonraki yıllarda da Mevlana Felsefesi’nin Türkiye’nin var oluş felsefesi ile hep örtüştüğünü görüyoruz ve bizim insanlık ve sevgi algılayışımız Mevlana’dan esintiler taşıyor.
İçimiz buruk ama yine de ümitsiz değiliz. Bu günler Mevlanalı günler; hepimiz toplumsal ve bireysel hatalarımızı görebilsek. Nasıl Mevlana gibi çağlara, insanlara bir mum olabiliriz? Kendimizi sorgulasak? Mevlana gerçekten büyüktü ve bu büyüklüğü anlayabiliyor muyuz? İnsanlık için biz de büyümeliyiz, ama büyümenin yolunun küçülmekten geçtiğini kavrayabiliyor muyuz?
Ben Mevlana’yı düşünüyorum ve onun şehrinde onu gerçekten anlamak istiyorum.
Mevlana akılcıydı, akıllıydı, zaten akıl insanın yol bulma kabiliyetidir, o yolu bulmak ve orada yürümek, sonrada akıldan bile vazgeçivermek. Pîrim yıllar seni eskitemiyor, bir ulu mabet gibi duruyor öğretilerin karşımızda, hayran hayran anlamaya çalışıyoruz.
Aralık ayı başka bir heyecan, başka bir güzelliktir hep benim için, bayramdır, düğündür. Mevlana bizi çağırıyor, hepimiz bırakalım benimizi, aklımızı onun gittiği yolu bir daha anlamaya çalışalım.
Mevlana bizi çağırıyor.