Bu yıl Şeb-i Arûs törenleri erken başladı. Selçuk Üniversitesi’nden Belediye’ye, hatta Kültür müdürlüğüne varıncaya kadar birçok kurum yoğun bir şekilde etkinlikler düzenlendi. Ayrıca, hem dünyada ve hem de değişik illerimizde de Mevlânâ’yı anma programları gerçekleştirildi. Geçtiğimiz günlerde tarihe not düşme bağlamında yapılan etkinliklerden birisine Mevlânâ’nın 733’üncü Vuslat Yıldönümü nedeniyle 14–16 Aralık 2006 tarihlerinde Selçuk Üniversitesi Mevlânâ Araştırma ve Uygulama Merkezi (SÜMAM) ev sahipliği yaptı. “Türk Kültürü, Edebiyatı ve Sanatında Mevlânâ ve Mevlevîlik” konulu bu sempozyuma Türkiye’nin farklı üniversitelerinden katılan bilim adamları 34 bildiri sundu.
Selçuk Üniversitesi Alaeddin Keykubat Kampüsü S. Demirel Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen bu sempozyumda Mevlevîliğin hem ulusal ve hem de Mevlevihâneler kanalıyla evrensel ölçekte dünya kültür, sanat ve edebiyatına katkıları tartışıldı. Sempozyumun açılış konuşmasını SÜMAM Müdürü Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler yaptı. Şimşekler konuşmasında, XIV. Yüzyıldan günümüze kadar gerek Divan, gerek Tanzimat ve gerekse Cumhuriyet dönemi modern Türk edebiyatında ve kültüründe derin izler bırakan Mevlânâ ve Mevlevîlik kültürünün bilimsel çalışmalarla somut olarak ortaya çıkarılması gerektiğinin altını çizdi. Konuşmasında Mevlânâ’yı ve Mevlevîlik kültürünü iyi incelemeden edebiyat ve kültürümüzün tam anlaşılamayacağına değinen Şimşekler, Mevlânâ Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin gelecek yıl (2007 Aralık ayında) “Dünyada Mevlânâ İzleri” konulu uluslar arası bir kongre ile sempozyumun ikinci ayağını tamamlayacaklarını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı müsteşarı Prof. Dr. Mustafa İSEN ise konuşmasında, 2007 yılını UNESCO’nun Mevlânâ yılı ilan ettiğini, bu sebeple Mevlânâ’nın dün, yarın ve gelecekte dünyanın gündeminde daima var olacağını dile getirdi. XIII. Yüzyılda Horasan’dan Anadolu’ya nice erenlerin düşünceleriyle geldiklerini, bir takım ırmakların denize ulaşamadan kaybolup gitmelerine rağmen, Mevlânâ’nın sönüp giden diğer düşüncelerin aksine gürleyerek varlığını sürdürdüğünü ifade etti. Uygarlıklar, Medine’de/Şehir’de ortaya çıkar, bu bağlamda din, Medine ve medeniyet arasında nedensellik ilişkisi vardır diyen İSEN, Mevlevîlik kültürünün önümüzdeki yıl bütün bir dünyada tartışılacağını ve bütün kesimlere bu konuda sorumluluklar düştüğünü söyledi. Bu düşüncelere katılmakla birlikte, sıcak savaşların, etnik ve mezhepsel çatışmaların, açlığın ve yoksulluğun, ölümlerin yaşandığı bu çağda Mevlânâ’nın kalpleri ısıtan felsefesine büyük ihtiyaç duyulduğunu bir kez daha canlı ve gür bir şekilde anlatmak gerekmektedir.
Bizim de bir bildiri ile katıldığımız sempozyumun oturumlarında Mevlevîliğin sanat, kültür ve edebiyat alanlarına tesirleri çok güzel örneklendirmelerle dile getirildi. Bunlardan “Mevlânâ Hümanist bir Şair midir?” başlıklı bildirisinde Dr. Çetin, Mevlânâ’nın tamamen İslam kültürünün bir şairi olduğunu, Aydınlanmanın bir ürünü olan hümanizmanın ise, dinlerin tanrısını yok sayıp insanı ilahlaştıran bir hareket olduğunu, dolayısıyla Mevlana’nın hümanist bir şair olamayacağını, kendi değerlerimize batılı oryantalist bir yaklaşımla yaklaşmanın doğru olmadığını vurguladı.
Sempozyumun en dikkat çekici bildirilerinden birisi de klasik Türk edebiyatı ahlaki mesnevîlerinde Mevlânâ’da izler adını taşıyordu. Dr. Yeniterzi bu bildirisinde Mevlânâ’dan sonra birçok şairin ahlaki mesnevilerde Mevlânâ’nın eserlerinden faydalandığını tarih kesitleri vererek örneklerle anlattı.
Gündemle uyuşan bir başka bildiri, “Mevlânâ’da Ehl-i Beyt Muhabbeti’ adını taşıyordu. Bildiri sahibi Dr. Bulut, son zamanlarda Mevlânâ’nın Şii olduğu yolunda propagandaların yapılmasının anlamsızlığını bilimsel açıdan örneklerle çürüttü. Mevlânâ’nın bir Sünni mütefekkir olduğunu dile getiren konuşmacı; Sünni, Alevi ve Bektaşi geleneğinde, Arap ve Şii anlayıştan farklılıklar gösteren bir muhabbet olduğunun altını kalın çizgilerle çizdi.
Yine bir başka bildiride Mevlevi ve Bektaşi edebiyatında Ehl-i beyt teması üzerinde duruldu. Dr. Temizkan tarafından sunulan bu bildiride Mevleviliğin elit zümrelerin, Bektaşiliğin ise halk kesiminin tarikatı olduğu söylendi. Her iki tarikat arasında ‘ehl-i beyt’ muhabbeti vardır, diyen konuşmacı bazı tali görüş ayrılıklarına değindi. Her iki tarikatın devlet himayesinde yaşatıldığını Mevlevîliğin ortodoks, Bektaşîliğin ise heteredoks karakter taşıdığını örneklerle anlattı.
Sonuç olarak söylemek gerekirse bu bilgi şöleninde Mevlevîliğin din-sanat ilişkilerinden resim sanatına, edebiyat ve kültürüne katkıları ve etkileri ayrıntılı bir şekilde tartışıldı. Çok başarılı ve dolu dolu geçen güzel bir sempozyum oldu. Ben burada teknik açıdan insani ilişkilere varıncaya kadar kusursuz bir hizmet yapma gayreti içinde gördüğüm bu güzel sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen ve hiçbir özveriden kaçınmayan başta SÜMAM Müdürü Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler’e, diğer yandan gösterdikleri olağanüstü yardım ve gayretlerini esirgemeyen Sayın Şimşekler’in genç kadrosuna, çalışma arkadaşlarına yürekten teşekkür ediyorum. Bu merkezin bundan sonra yapacağı birbirinden kaliteli etkinliklerle bilimsel bir zeminde Mevlânâ ve Mevlevîlik felsefesini evrensel ölçekte dünya gündemine doğru bir şekilde taşıyacaklarına güvenim tamdır. Herkese tekrar gönül dolusu teşekkürler.