Dünya 2007 Mevlana Yılı’nda Mevlana’yı konuşuyor… Türkiye dışında düzenlenen etkinliklerde Mevlana adını duymayan kalmadı…
Haçlı ruhunun hâlâ yüreklerinde çarptığından kuşku duymadığımız Vatikan bile bir Mevlana etkinliğine ev sahipliği yaptı. Semazenlerin gösterisi, kardinaller, piskoposlar ve diplomatların bulunduğu kalabalık izleyici topluluğundan deyim yerindeyse büyük ‘ilgi’ gördü. Böylece Cancelleria Sarayı ilk kez sema gösterisiyle ‘feyz’lendi. Sema izlettire izlettire neredeyse ‘hep dönmüş’ bir Mevlana kalacak gayri müslim zihninde…
Mevlana Yılı son olarak Avustralya Melbourne’de yine sema gösterisiyle kutlandı. Sema’yı, Viktorya Eyaleti Spor Bakanı James Mersina da izlerken Konya Mevlevi Sufi Asamblesi Grubu üyeleri, yaklaşık beş saat süren performanslarıyla izleyenleri büyüledi.
Haber özetlerinde de gördüğümüz gibi üşenmeden kalkıp gittiğimiz denizaşırı ülkelerde yaptıklarımız, bir sokak etkinliğinden öteye geçemiyor. Sema’nın kilisede icra ediliyor olmasının dışında, beklenen protokol katılımı sağlanamıyor. Ancak bir spor bakanı, bakan yardımcısı ya da belediye başkanı ‘büyüleyici’ ortamı teşrif ediyor.
Sadece sema ile Avrupa’nın, Avustralya’nın hatta bu gidişle hep ‘büyük şeytan’ olarak kalacak ABD’nin bile gönlünü fethetmeye çabaladık… Gördük ki, serhat kapılarını aşıp Viyana duvarlarını döven Osmanlılar, şimdi garbın afakını saran çelik zırhlı duvarı yıkmak için gidiyorlar… Ne var ki, gerek belediyenin etkinlikleri gerekse İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu ve sema grubuyla neredeyse hiç nefes almadan dünyanın önemli merkezlerinde sergilediği gösteriler, Mevlana’nın mesajını duyurmaya yetmiyor. ‘Islam=Terror’ önyargılı garp kafasına “Ne olursan ol yine gel” sloganından başka bir şey sokamıyoruz…
Vatikan’daki gecenin yıldızı Papalık Kültür Kurulu Başkanı Kardinal Paul Poupard’ın konuşmasını incelerseniz, ‘İslam fundamentalizmi’ne karşı dinler arası diyalog için kapılarını açmaya ‘rıza gösterdikleri’ni çıkarabilirsiniz satır aralarından... Şu gerçek hep var olacak: Bir taraftan sınırlarını yeni işgallerle genişleten ABD ve bütün iyiniyet mesajlarına ve Medeniyetler İttifakı Projesi’ne rağmen Avrupa, ezber bozmaya niyetli değil…
Batı bu tavrını sürdürürken biz de Hazret’e, turist potansiyelimizi artırıcı roller vermeye devam ediyoruz. Mevlana’yı gördükten sonra şehirden ayrılan turisti, ‘nasıl bir gece daha 5 yıldızlı otellerimizde tutarız’ derdindeyiz. Turizm sektörüne yeni pazarlar açmaya sözümüz yok. Ancak “Mevlana’ya nasıl sahip çıkarız?” etrafında yapılan tartışmalarda sanki Mevlana’yı idrak problemimizi öne çıkarıyoruz.
Popüler tarihin her zaman gerçek tarihe ciddi bir darbe vurduğundan bahseden Ahmet Yaşar Ocak, Mikail Bayram gibi “Mevlana’nın doğru anlaşılması” çabalarına farklı yorumlarla katkıda bulunan aydınlara Mevlana şehrinde Mevlana hoşgörüsünü bile gösteremiyoruz…
Mevlana Kebapçısı, Mevlana Kaportacısı’na karşı çıkarken harcadığımız enerji, Mevlana’yı okuyup anlamada, anlatmada ne yazık ki cılız kalıyor… Mevlana felsefesini dünyaya duyurmak için gittiğimiz Avrupa’da ‘sema gösterileri’yle yaptığımız etkinlikleri, konferanslar, paneller, sempozyumlarla zenginleştiremiyoruz… Mevlana’nın Kur’an ve Sünnet’ten beslenmiş bir mütefekkir olduğunu öne çıkarmak yerine, onu ‘Mevlevilik Kültürü’ne hapsediyoruz… Mesnevi’deki hikayeler, Şems-Mevlana aşkı, ‘Mevlana’nın Hümanizmi’ havalarda uçuşurken, dini bütün bir müslümandan bahis açtığımızı unutmasak… Mevlana’ya sahip çıkmaya kalkmasak… Bu yeter bize…