Ülkemizin gündemi farklı.
İstanbul’da meydana gelen terör olayı, hala yüreklerimizi dağlıyor, yakıyor.
Suriye Halep’de çağın neronları taş taş üzerinde bırakmıyor.
Yaşadığımız dönemler tam da Hz. Mevlana’nın yaşadığı 13. Yüzyıl İslam Dünyasının durumuna çok benziyor.
Hicrî yedinci ve miladi onüçüncü asır, İslam Dünyasının yakılıp yıkıldığı, talan edildiği bir dönemdir.
Hicrî VII./m. XIII. yüzyılda Moğolların eliyle Bağdat’ın düşüşüne şahit olan tarihçi İbnü’l-Esîr (ö. 630/1233) şunları yazar:
“Moğolların İslam dünyasına girişleri hadisesini kaleme almaktan yıllarca çekinip durdum. Bu olayları kaydetmeyi hiç de istemiyordum. Bazen bunu yazmanın gereğine inanıyor, bir adım ileri atarken iki adım geri atıp vazgeçiyordum. İslam’ın ve Müslümanların ölüm haberlerini ve başlarına gelen büyük felaketi yazmak kimin kolayına gidebilir? Kim bu büyük felaketin yazılmasını ve anlatılmasını kolay görebilir? Keşke annem beni doğurmasaydı, keşke bu büyük felaketten evvel ölüp gitseydim.”
İbnü’l-Esîr, bu dehşet verici olayın, bölgede Müslümanlara ve kültür varlıklarına büyük zarar verdiğini ifade ettiği yazısında, Moğolların, Bağdat’ta kadınları, erkekleri, küçük yaştaki çocukları toptan katliama uğrattıklarını, hatta hâmile kadınların karınlarını yararak ceninleri bile öldürdüklerini söyler.
Yıllardan beri İslam dünyasının içinde bulunduğu durum bundan farklı değil. Artık Moğolların yerini büyük güçler almıştır, ABD, Rusya gibi.
Şimdi Suriye’li kadınlar Halep’te tecavüze uğramamak için fiziksel varlıklarına son verip vermeme konusunda fetva istiyorlar.
Tam da bugünlerde Mevlana’yı yeniden okumak ve anlamak gerekir. O, İslam dünyasının kriz içerisinde bulunduğu bir dönemde yaşadı. Bütün bunlara rağmen, ümitsizliğin, kötümserliğin, hatta İslam’ın –bir inanç sistemi, bir kültür ve medeniyet olarak- geleceğine şüphe ve endişe ile bakmanın yersiz olduğunu dile getirdi.
Mevlânâ, bu menfi gelişmeler karşısında boş durmadı, his ve fikir plânında büyük bir mücadele verdi. “Kişi düştüğü yerden kalkmasını bilmelidir” sözü uyarınca Mevlânâ, fikir ve itikat planında çok parçalı bir yapıya bürünen İslam dünyasının yeniden gücünü toparlamasını, yine fikir ve itikat alanındaki yenileşmede gördü. Bu sebeple o, bütün mesaisini Müslümanların vahdeti için harcadı. Yazgıcılığı benimseyen anlayışlara şiddetle tepki gösterdi. Tembelliği, miskinliği ve ataleti seçmiş ve gelecekten ümidini kaybetmiş kitlelere yeniden bir aksiyon ruhu kazandırmak için var gücüyle çalıştı. Sebeplere sarılmayı terk ederek Allah’a tevekkül eden şahısların yanlış bir inanca sahip olduklarını söyledi. Moğolların acımasız saldırıları karşısında dünya kurma; güç, irade ve isteğini kaybedip, kendisini ruhbanlığa adayan anlayışlara karşı çıktı. Pesimist bir dünya görüşüne sahip olan anlayışlara içeriden ciddi eleştiriler yöneltti.
Netice, Mevlânâ, salt bir münekkit değil, eleştiri ile birlikte alternatif hedefler gösteren bir mütefekkir, bir âlimdir. Dolayısıyla tam da bugünlerde yeniden Mevlana’nın eserleri okunmalı, geleceğimizi kurmada yeni yol haritaları çıkarılmalıdır.