Din manevi hayatın omurgasıdır. İnsanı ayakta tutan yapılardan belki de en önemlisidir. O anayasa eksiksiz uygulanmaya layık, aslında gereklidir. O zaman gönüller huzur bulur. O zaman ölümden zevk alınır, korkulmaz. Her canlı için tek gerçek vardır, bir gün mutlaka ölecektir. İşte bu anayasanın yan dalları, kolları ve onu yaşatan, besleyen kökleri vardır. Bunlarda mezhepler, tarikatlardır.
Anadolu çok kültürlülüğün beşiği derler ya aslında yanlıştır. Çok kültürlülük yok, aynı kaynaktan beslenen farklılıklar vardır. Kanunları yazmak için bir anayasaya ihtiyaç vardır. Sonra da o kanunları yürütmek ve insana anlatabilmek için yönetmelikler, genelgeler yazılır ya aynen öyle.
Tabiat dediğimiz sistem kendi kurallarını yazmıştır. Her canlı sahip olduğu içgüdülerle doğar. Her bitki kendi tohumundaki özellikleri yansıtan tarzda çiçek açar. Her doğan hayvan yavrusu yürür ve annesini bulur. Bir istisna insandır. Son derece aciz doğar, olgunlaşır, öğrenir kendi iradesini gelişmesi için kullanır. Aklını kullanmasını öğrenir. Bu insanı istediği yönde gelişmesine imkân kılan tek sisteme sahip olduğunu gösterir. Çünkü o eşrefi mahlûkattır. Anayasaya göre yaratılmışların en şereflisi. Ona bu vasfı veren kullanmayı öğrendiği adab ve en üstün duygu olarak kabul edilen edebdir.
İşte anayasa olan din insana adabı, tasavvuf ise tarikatlar yolu ile edebi öğretir. İlahi kitap Kur’an’da Allah kullarına hangi yoldan gideceklerini anlatır. O kitabın kılavuzu olan sünnet ise o yolda nasıl davranacaklarını. Hangi hal ve hareketlerde bulunacaklarını anlatır. O yolda nasıl yürüyeceklerini. Bu ikili ayrılmaz. Ayrılmaya çalışılırsa da anayasa hükümleri uygulanamaz, yanlış sonuçlar çıkar.
Müslümanlar beli diyerek onay verdikleri yaratanlarına yüzyıllardır bu mantık içinde ibadet ederler. Kuran ve sünneti ayırmadan kitabı kılavuzsuz bırakmadan ve nakli aklın yerine koyarak ibadet ederler. Nakil olmazsa, akıl bilemez. Aklın vardığı sonuçlar ortadadır. Bu sebeptendir ki ölüm yeni bir diriliştir. Yok olmak değil. Öyle demez mi Hz Resul “insanlar ölüdür, ölünce dirilir” diye.
Akıl insanı Allah’a götürmez. Eğer götürse idi, yol göstericiler ihtiyaç olmaz her insana kendi aklı ile Allah’ı bulmak görevi verilmiş olurdu. Bir usta kendi tasarımı olan makinenin güçlü ve zayıf yanlarını bilir. Bu insan denen makineyi tasarlayan usta da onun bu özelliklerini bilmektedir. Öyle olmasaydı en üstün olma noktasından alıp en aşağı noktaya attığını söylemezdi. Bu sebepten İnsan – Allah ilişkisinde bir aracıya, bir yol gösterene ihtiyaç vardır. Bu aracılar peygamberlerdir. Onlar irtihal ettikten sonra da varisleri olan âlimler ve veliler. O âlimler ve veliler kuranın kölesi, vesilenin, yol gösterenin sevdalısı, yaralısı, ayağının tozudur. Gerçek varisleridir. “Alimler peygamberlerin varisleridir ” buyurmamış mıdır Hz. Resul.
Men bende-i Kur’anem eğer can darem
Men hak-ı reh-i Muhammed-i muhtarem
Herkes ki cüz in suhan zi men nakl küned
Bizarem ez ü vü zan suhan bizarem.
(Canım sağ kaldıkça Kur-anın kölesiyim ben. Seçilmiş Muhammedin yolunun toprağıyım ben. Kim bundan başka bir söz naklederse benden, ondan da bizarem, o sözden de bizarem )
Bu satırlar anayasaya uymanın, onu yorumlamanın en güzel örneğidir. Köle olmanın zevkine varmanın, köle olarak kalmanın. Çünkü o yaratan Rahman süresinde şöyle demektedir. “Yeryüzünde bulunan her şey yok olacak ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin kendisi baki kalacak” (Rahman 26-27.) Öyleyse ikram sahibi olanın kölesi olmak ne hoş ne güzel. Benlik davasında bulunmamak, köle olabilmek ne güzel. Şeytan değil mi benlik davasının kurbanı.
Hazreti Pir “Ayet ayet henegi ma’ni-i Kur’an edebest” der. Kur’anın bütün manası edebtir, edebten ibarettir der. Edeb terbiyedir, hayâlı olmak, insana güzel davranmak demektir. Hz Resul “ ben güzel ahlakı tamamlamak için indirildim” derken anlattığı bu edebtir.
Alemi yaratanın huzuruna çıkmak ve orada kalabilmek için gereken budur. Kuralsız başarı olmaz. Başarı tek kural, bu adab ve edep yolunda yürümeyi bilenlerin yol göstermesi ve onlara uymakla olur.
Konyalı olarak Hz. Mevlana’nın kıymetini bilelim ve onu anlayalım…