Milena, Milena, Milena... Adından başka şey yazamıyorum. Yazmalıyım ama! Bugün şaşkınım, yorgun ve sensizim. Kafka, Milena’ya Mektuplar’ında böyle sesleniyor sevgiliye. Gerçekten de insan bazen sadece sevdiği şeyler yazmak, sevdiğini yazmak istiyor. Ancak öyle bir hayat yaşıyoruz ki bu pek mümkün olmuyor. Romantizmin neredeyse ayıplandığı, hatta günah sayıldığı bir çağdayız. Sevgi sözcükleri bile parayla alınan, ya da bir menfaat karşılığında alınıp verilen bir şey oldu sanki. Hayatı mükemmellik formunda sunan dizileri seyreden insanlar, gerçekliği de bu formda yaşamak istediğinden, kalbin kararlarını da akılla almaya başladığından ilişkiler mekanikleşiyor. En ufak bir arıza bile tolore edilemiyor. Her şey de mükemmel olamayacağından sıkıntı büyüdükçe büyüyor.
Burada olsaydın (yalnız sıcaklığını duymak için değil) ne iyi olurdu. Başımı omuzuna kor, geniş bir soluk alırdım. Evet bizler de Kafka gibi kendi Milena’mızı arıyoruz. Çünkü öyle yorulduk ki rol yapmaktan, mış gibi yaşamaktan. Sevginin serin sularında ferahlamaya ve sevgilinin limanında nefes almaya öyle ihtiyacımız var ki... Banknotların üzerinde uçuşan rakamlar, mektuplara yazılan güzel sözcükleri kapatıp dururken bizim onları üflemeye bile mecalimiz yok. Sevgiliyi, yalnız muhabbet için isterken ne kadar saf duygular yaşamışsak mazide, bugün o kadar masum olamadığımızdan yangınımız sönmüyor, yüreğimiz teskin olmuyor. Çünkü riyakarlıklar en çok yüreğimizi acıtıyor.
Korkunç acılara boyun eğmek zorunda kalırım tek sözcüğünden mahrum olursam. Kafka, Milena’nın tek sözcüğünün eksik olmasını felaket olarak nitelerken, günümüz insanı tek sözcüğe muhtaç hale gelmiş durumda. Kendi eliyle kalbini devre dışı bırakan insan, tıpkı kendi eliyle kurduğu beton binalarda mahkûm kalması gibi, hayatın içinde de esaret altında yaşamaya mahkûm oluyor. Çünkü sevgiye dair ne varsa, maddeye endeksliyor. Artık ne mektup kaldı ne de mektupların ruhu. Her şey kısa mesaj kadar cansız ve hızlı yaşanıyor. Bu hız ise bedenlerden çok kalbi yoruyor, ruhu buhrana sürüklüyor. İnsanı insan eden en büyük gösterge bir başka insanla kurduğu muhabbet, münasebet olduğundan, çağdaş ilişkiler bu söylediğimiz şeyin yerini dolduramıyor.
Ne güzel yazdıklarının tümü! Nasıl oluyor bilmiyorum, gözlerimle okuyorum sözde, ama kanım nasıl etkileniyor? Kafka, Milena’dan gelen sözleri gözleriyle okusa da kanında hissederken, bu yazan ben ve okuyan sen, yani günümüz insanları olan bizler, böyle bir şeyi ömrümüzde kaç defa yaşadık ki? Aşkı kanımızda akarken duyduk mu? Sevgiliyi bir serum gibi damarlarımızda hissettik mi? Dokunmadan, sadece yanında oturduğumuz sevgilinin gölgesinde zamanın durmasını diledik mi? Onun varlığı bile yetti mi hiç bize? Yokluğunda yaktığımız yangınları, bir bakışı, bir gülüşü söndürmeye yetti mi? Arzularımızı bir kenara koyup, bir dizi kahramanında değil, bir şiirin dizelerinde hayal ettiğimiz oldu mu sevgiliyi? Manevi duygularla dolu bir kalbe koyabildik mi onu?
Öğle vaktiydi iki mektubun geldi. Okunsun diye yazılmamış bunlar... Kişi bu mektupları önüne serer, yüzünü gözünü sürer onlara, sonra da aklını kaçırır. Kafka gibi aklını kaçırıp, sadece duygularla dolu bir kalple sevmek gerek, hayatı gerçek bir hayata çevirebilmek için. Ondan gelen herhangi bir şeyi kullanma amacından önce yüzüne gözüne sürebilmek ne müthiş bir şey... İnsanın kelimeleri iflas ediyor düşününce.
Bu mektup yağmuru dinmeli artık Milena! Bizi serseme çeviriyor. Sadece kendisinin değil, sevgilisinin de aynı duygularda olduğunu adı gibi bildiğinden, belki de ona kıyamıyor ve bu çılgın duygu yağmurunun dinmesini söylüyor. Hiç dinmesin isteği de her kelimesinde beliriyor aslında. İki yürek nasıl bir atar? İki gönül nasıl aynı renge bürünür? İki insan nasıl böyle bütünleşebilir? İşte bu sorulara doğru cevaplar bulabildiğimiz zaman günümüz ilişkilerindeki dağılmışlığı, kırılganlığı önlemeyi de başaracağız.
Bugün Viyana’nın planını gördüm. Ne demeye böylesine koca bir kent kurmuşlar sanki? Tek ova yetiyor sana değil mi? Kafka, sevgiliyi düşündüğü yerin büyük olmasına bile hayıflanıyor ki haklı da. Zira büyük olan, büyütülen her şey esas düşünmemiz gereken şeylerin arasına girer, konsantre bozar, unutulmasına sebep olabilir. Bugün bu koca şehirler de bizim hakikatle aramızda koca bir perde değil mi? Bir düşünelim...
Sevgiyle kalın.