Millî kahraman Karayılan’dan yılana
dönüş nasıl sağlandı, sorgulanmalıdır
Son günlerde yeniden şehit sayıları artar, terör olayları tırmanır oldu. Yüreklerimizi dağlayan bu durum, bu vatana karşı örtülü savaşın devam ettiğini haykırıyor. Saldırılar, vatan ve devlet olmanın, millet olarak yaşamanın vazgeçilmezi durumunda olan değerlere sahiplik; maldan, candan fedakârlık zamanı olduğunu hatırlatıyor. Metin olma ve yanlış yapmama zamanıdır. Şehitlere ağlamama, şehitlere gıpta etme anıdır.
Saldırı sadece gece yarıları, hedef olarak besbelli duran güvenlik güçlerinin binaları, canları değil. Kardeşlik hukukunu perçinleyen ortak değerlere de saldırı var. İslâm’ı zararlı, Zerdüştlüğü kendileri için doğru din olarak gören sapkınların, halkın kutsallarına saygı duymamasına, Ramazanda evlatlarımızı şehit etmesine, yemek molasında Mehmetçik yakmasına, gebe kadını, eğitimci eşini ziyaret eden mühendisi, ziyaret dönüşü kadınları, sabah namazı camiye giden imamı, öğretmeni öldürmesine şaşmamak gerek. Bu durum; sadece siyaseten açılımla ilgili gelişmelere bir cevap değil. Aynı zamanda, otuz yıllık terörle mücadele sanılan çalışmaların bir uzantısı. Mümkün olduğunca soğukkanlı düşünmek gerekiyor. Zira terör ve onun içteki yatakları, yandaşları, azdırıcıları aklın gitmesini, tedbirin şaşmasını, halkın çılgınca işler yapmasını istiyor. Şeytanı azapta tutacak bir soğukkanlılık gerek.. Düşünceyi öne çıkartacak kadar, öfkeyi yutkunacak kadar soğukkanlı.. Hatta kendi ocağını yakacak kadar Neronlaşan, ırkçı, sosyalist Nazi kalıntısı alçakların; bu ülkede nasıl türediklerini düşünebilecek bir soğukkanlılık gerek.. Öfke, tedbiri şaşırtmamalı..
Durum iyi kavranmalı.. İlk bakışta Türkiye; içinde ve dışındaki eli silahlı beş, altı bin kişilik bir dağ kadrosuna karşı mücadelede başarısız gözüküyor. Cesamet olarak kıyaslandığı zaman, dünyanın sayılı ordularından birisinin, devede kulak bir ekibe karşı sonuç alamama görüntüsü açık. Aslında düzenli orduların; gerilla savaşı veren, terör mantığı ile hareket edenlerle, dünyanın neresinde olursa olsun başarısız kaldığı bilinen bir şey. Ama nedense, onlarca yıldır; kısa sürede silah, nizamî eğitim almış ana kuzuları ile yapılamayacak bir işte ısrar edildi durdu. Doksanlı yılların başlarında düşünülen özel timlerle ilgili uygulama, kasten buharlaştırıldı. Çünkü devlet içinde birileri, terörün bitmesini istemiyordu. Şimdilerde yeniden özel timlerin kurularak profesyonel ekiplerle, teröre karşı mücadele etme düşüncesi öne çıktı. Aslında sonucu beklemeden belirtmeli ki, bu doğru bir yaklaşımdır. Terhisini, nişanlısını, sılasını düşünen, askerliği; asıl hayatının önünde geçici engel olarak gören kitle ile yapılamayacağı açık olan bir yapıda, niçin bu kadar inat ve ısrar edilmişti, anlamak da mümkün değil. Ama zararın neresinden dönülürse kârdır denmeli.
Yalnız bu defa da yeni çalışmaları, başlamadan akim bırakma tezgâhı, şehit cenazeleri ile birlikte gündeme oturuverdi. Başbakanın, “bıçak kemiğe dayandı” diyerek, teröre bedel ödetmeyi dillendirmesi önemli. Fakat bedel işini, bayram sonuna bırakma sözüne karşılığın, siyasi uzantılardan gelmesi de anlamlı. Terörle araya mesafe koyma bir yana, terörü olumlama, terörün ardına sığınarak siyasi arenada varlığını ispatlama kafası, kendini, saklamadan göstermeye devam ediyor. Bu tavır, seçilmiş ama yemin etmemiş, siyasi rolde gözüken insanların; düşünce zafiyeti mi, yoksa varlık nedenini reddedememe zaafı eseri midir? Hangisi olursa olsun, siyasi hayatımız, sosyal yapımız, geleceğimiz açısından aşağılık bir durumdur. Ermeni teröristlerinin Osmanlı Meclis-i Mebusanı’ndaki milletvekilleri gibi davranan, son deme geldiğinde elde silah, Ermeni komitelerinin başında Van’a saldıran, Mehmetçiği arkadan vurmaya koşan Hamparsum Boyacıyan, Karakin Pastırmacıyan, Vahan Papazyan’ların güncel versiyonu olmaya soyunma, kimseye hayır getirmeyecektir. Kaldı ki o zaman, Haçlı grubuna karşı Türk-Kürt-Arap omuz omuza vatanı, dini savunuyordu. Çete başı olma, Ermeni mebus özentiliği, bu toprakların kabullenemeyeceği bir haldir. Terörü her yönüyle dışlayamayanın, bu devlette, mecliste, vatanda, halk içinde yeri yoktur.
Burada iki noktada çok açık, kararlı, hatta amansız olunması gerekmektedir. Bunlardan birincisi teröre, terör yandaşlarına, destek, yatak ve yardımcılarına amansız olunmak zorundadır. Başbakanın açıklaması, bir kararlılığın gösterileceğini düşündürmektedir. Umulur ki açıklama, şehit cenazelerinin gelmesi üzerine siyasilerin, alışıldık toplum öfkesine tercüman olma tavrı düzeyinde kalmaz. Zira, “acımız sonsuzdur” türü bayat sözlere, artık milletin karnı toktur. Devlet kararlılığını ve gücünü, toplum görmek istemektedir.
Fakat terör, sadece dağdaki silahlı çapulculardan oluşmamaktadır. Onlara silah, haber, bilgi desteği sağlayan iç-dış güçler, istihbaratların desteğinin de kesilmesi gerekmektedir. İçte, PKK’yı besleyen resmî yapının kırılması, önemli bir avantajdır. Terör yandaşlarının, Alman şehirlerinde açıktan haraç toplayamaz hale gelmeleri gibi, komşu devletlerde, Amerikan işgali altındaki topraklarda da barınamaz hale gelmeleri gerekmektedir. Teröre karşı amansız olma zamanıdır. Türkiye’nin otuz yılını, binlerce evladını, yüz milyarlarca parasını heba eden bu aşağılık fitneye karşı, topyekûn cephe alınması, millî bir zarurettir. Basında, siyasi alanda, hatta düşünce planında hiç kimsenin terörü, kendine göre gerekçeler öne sürerek savunamaz hale gelmesi gerekmektedir. Bazı utanmaz, vicdansız insanların; düşünce hürriyeti, siyasi söylem ardına sığınarak, kan ve irini normalleştirmeye, savunmaya yeltenmesi, toplum mutabakatı ile cezalandırılmalıdır. Seksenli, doksanlı yıllardaki mağduriyetleri sayıp dökerek teröre sahip çıkışını perdelemeye çalışanların varlığı, aslında eli silahlı olanlardan daha şeytanca ve tehlikelidir. Kandan beslenen vampirler gibi, geçmiş mağduriyetleri gerekçe göstererek, terörü meşrulaştıran tutumdan kaçınma zamanıdır. Kandan, cinayetten rant edinme, utandırmalıdır.
Burada asıl üzerinde durulması gereken ikinci olmazsa olmaz, halka şefkat gösterilmesi konusudur. Terör olayını, bölücülüğü, ırkçılığı, Zerdüştlük özlemini; Kürt kökenli olmakla karıştırmamak gerekmektedir. Kürt anadan babadan doğma olmak ayrı, ırkçı olma, hain olma, birileri adına silahlanarak doğup-büyüdüğü vatana zarar verme ayrı bir iştir. Geçmişte, terörü büyütmek için kasden yapılan yanlışların artık yapılmaması gerekmektedir. Terör kadar, insanları terörize edenlere karşı da amansız davranılması gerekmektedir. Diyarbakır’ın insanlara dışkı yedirilen hapishanesi ne kadar terör azdırıcısı ise, emniyet müdürü Gaffar Okkan o kadar devlet şefkatinin sembolü durumundadır. Geçmişte, ilki yerine ikincisi öldürüldü. Onun için, birinci elden devleti temsil eden kaliteli/yetkili görevlilerin terör bölgesinde bulunması ve Okkan’ın akıbetine düşürülmemesi gerekmektedir. Bölücülük tezgâhının kurulduğu iller, eskisi gibi sürgün, acemi görevli yerleri olmaktan çıkartılmalıdır.
Terörle mücadele, dendiği zaman nedense hep güvenlik güçleri ve silahlı karşılaşma akla gelmiştir. Onun için sorumluluk da genelde Mehmetçik sırtına yıkılmıştır. Hâlbuki adında “millî” kelimesi bulunan eğitim kurumları, askeriyeden daha fazla sorumludur. Eline teslim edilen yavrulara, ülkesini sevdiremeyen, bayrağını, sorumluluk bilincini kavratamayan eğitimin hiç suçu yok mudur? Millî Eğitimin tepeden tırnağa, asrın belası karşısında aktif bir sorumluluğu üstüne alması gerekmektedir. Aslında “Andımız” yerine, her sabah masum çocuklarımızın ölmesine sebep olan teröre lanet okunsa daha yerinde olacaktır. Eğitimin devamı olarak yükseköğretimin rolü de sorgulanmak durumundadır. Bölümlerini, anabilim dallarını, üniversite ortamını; PKK’nın bir çeşit sempatizan hazırlama üssüne çevirenlerin varlığı, rahatsız edici bulunmazsa, Mehmetçiğe yüklenmek doğru mudur? Terör örgütüne katılmak üzere, İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerden kırsala geçenlerin olması, yeterince açıklayıcı değil midir?
Diğer yönden, terörle iç içe girip paslaşan yerel yönetimler, kanlı katillerden daha iri mesuliyet altındadır. Terör yandaşı yetkililerin, belediyelerden, eğitim kurumlarına varıncaya kadar resmi kurumlarda barındırılması, işin bir başka bezdirici yönüdür. Eğitimin, temel noktalardan birisi olarak ele alınması, ciddi değerlendirilmesi gerekmektedir. Okullar, yetkililerin yandaş atama yeri olmaktan çıkartılmak durumundadır. Çünkü terörün en çok eleman kaçırdığı kurumlar, lise düzeyinde eğitim veren okullardır. Van’dan, Diyarbakır’dan, Hakkari’den, Şemdinli’den kaç lise öğrencisi kız, erkek; dağa çıkmaya ikna edilip eline silah verilmiştir, bilinmekte midir? Bu işler yürürken, kandırılan çocukların; hangi eğitimci görünümlü cani tarafından yönlendirildiği de tespit edilmelidir. Vatana ihanet, sadece kurşunla olmamaktadır. Diyarbakır Cezaevi’nde malûm çevrenin terörü kudurtmak için verdiği malzemenin, temcit pilavı gibi tekrarı, zihinlerde geliştirilen düşmanlık tohumlarına gübrelik etmektedir.
Terör hep dağlarda aranmıştır. Terörün daniskası, belediyelerde, eğitim kurumlarında ve siyasettedir. Mehmetçiği kurşunlarken ölen PKK leşlerine, “şehitlik” yapıp, PKK bayrakları ile donatan belediye yetkililerine ne yapılmıştır? Millet parasını, hainleri yüceltmek için harcayanlar, aslında dağda ölenlerden daha aşağılık değil midir?
Yalnız zor sorulardan birisi de şudur, Millî Mücadele kahramanlarının adından nasıl oldu da vatan hainleri üretilebilmiştir? Acı da olsa bunun yukarıdakilerle birlikte sorgulanması gerekmektedir. Bilindiği gibi Karayılan, Boynueğri Memik, Şahin Bey, vatanı işgal eden Fransız işgal ordusuna karşı, işgalci güç ile işbirliği yapan yerli Ermeni milislerine karşı bu ülkeyi, ırzı, namusu, bayrağı savunmuşlardı. Onlar millî kahramanlarımızdı. Bugün Karayılan adını taşıyan örgüt liderine bakın. Dünkü Karayılan’ın savunduğu vatanı nasıl parçalarım, askeri, öğretmeni, kadını, çocuğu nasıl öldürür, terörize ederimin, savaşını vermektedir. Doksan yılda bu tersine dönüşü sağlamış olmak, millî kahramanların soyundan, uluslararası terör aletlerinin üretilmesine zemin oluşturmak gibi kahredici bir vakıa ile karşı karşıyayız. Apo’nun doğduğu yer Urfa/Halfeti ise, okuduğu lise, yüksek öğretim kurumu Ankara’dadır. Yükseköğrenimde burs veren Türkiye Cumhuriyeti’dir. Kendi kurumlarında, kendi kan ve canına kastedenleri yetiştirmeyi başarabilen kaç ülke bulunmaktadır? Türkiye’nin bütün kurumları ile silkinmesi gerekmektedir.
Yalnız silkinirken, halkın; dini, dili, sosyal hayatı ile huzur içinde yaşatılmaya çalışılması, terörden titizlikle ayrı tutularak devlet şefkati ile tanışır hale gelmesi gerekmektedir. Bu devlet, küçük değildir. Terör belasını aşacak yüreğe, kafaya, halka sahiptir. Terörle, teröristle, terör düşüncesi ile yolların net ayrılması sağlanırsa, kim desteklerse desteklesin eli silahlı şebekelerle mücadele hiç de zor olmayacaktır?