Milli Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy, 20 Aralık 1873 tarihinde dünyaya gelmiş ve 27 Aralık 1936 Pazar günü vefat etmiştir. Bu münasebetle Aralık ayının son haftası her yıl Mehmet Âkif haftasıdır. Mehmet Âkif’e vefa göstermek, O’nu unutmamak ve unutturmamak her Müslüman Türk evlâdının boynuna borçtur.
Mehmet Akif; yakın tarihimizin en büyük millî şairi, çok önemli düşünce, fikir ve mücadele adamı, sözü özüne, dışı içine, kalıbı kalbine, söylediği her söz ve yaptığı her davranış yüreğine ve ruhuna uygun bir ahlâk âbidesi, millî kahramanı, din ve vatan mücahididir.
Hayatının bütününü tam bir dürüstlük, samimiyet, cesaret, azim, gayret, cihat, güzel ahlâk, inanç ve iman âbidesi bir şahsiyet olarak yaşayan Mehmet Akif Ersoy, sadece İstiklâl Marşı ile değil safahatında topladığı bütün şiirleri, verdiği konferansları ve vatan uğruna yaptığı inanılmaz mücadelesi ile örnek alınması gereken büyük bir kişiliktir. Mehmet Akif, milletimizin en acıklı, en çaresiz ve felâketlere dûçar olduğu bir dönemde bütün dert ve acıları milletle beraber yaşayarak, vatanın ve milletin kurtuluşuna kendini adamış bir millet fedaisidir.
Yurdumuzun bir baştan bir başa işgal edilmiş olduğu o dönemde, BÜLBÜL şiiriyle şöyle haykırıyor ve milletimizi, vatanın kurtuluşu için durup dinlenmeden cihada çağırıyordu.
Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil… Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânumansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde Osman’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın;
Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri Orhan’ın!
Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânumânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem…
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Âkif, vatanın içine düştüğü felâketi, milletin dert ve acılarını yüreğinde hisseden, tarifi imkânsız acılarla inleyen ve şiirlerinde o acıyı haykıran bir ızdırap şairidir.Yeni neslimizin Âkif’in hayatını iyi anlaması, gençliğimizin Âkif’in verdiği mücadeleyi ve onun sağlam karakter yapısını iyi kavraması gerekir.
Milli şairimiz Mehmet Âkif Ersoy; hayatı boyunca verdiği İslâm ve vatan ülküsü mücadelesinden bir an geri durmamış, şüheda yurdu olan ülkemizin dört koldan işgal edilmiş olduğu dönemde sadece şiirleri ile değil camilerde, evlerde, salonlarda, meydanlarda yaptığı heyecanlı konuşmaları, hutbeleri, konferansları, çeşitli gazete ve mecmualarda yazdığı etkili makaleleri ile milletimizi kurtuluş savaşına hazırlamış ve halkı büyük bir şahlanışa davet etmiştir.
Mehmet Âkif, edebî kişiliğinin yanında gerçek bir İslâm âlimi ve ahlâk-i hamîde sahibi fedâkâr bir mü’mindir. Âkif, o dönemde verilen hürriyet mücadelesinin sembolleşen ismidir.
Âkif’in çileli geçen 63 yıllık hayatı, bugünkü nesle olduğu kadar gelecek nesillerimize de örnek teşkil edecek nice fazilet timsali davranışları ile doludur.
Öyle ki Âkif, sırtına giydiği paltosunu ve cebindeki 2 lirayı borç olarak temin ettiği bir dönemde bile, “ben para için şiir yazmam” diyerek Milli marş yarışmasına katılmayan ancak birincilik hediyesi olarak belirlenen yüksek para miktarını almamak şartıyla bu yarışmaya dâhil olan üstün karakter sahibi bir kişiliktir. Onun için Âkif, yeni nesillerimize model olarak sunabileceğimiz nâdir insanlardan biridir.
Mehmet Âkif, yaptığı güzel faaliyetleri ve milletine hediye ettiği eserleriyle tarihe mâl olmuş önemli bir şahsiyet ve o zor dönemlerin yılmaz mücahididir.
Âkif, sadece yaşadığı zamanın değil şu anda bile, başta İstiklâl Marşımız olmak üzere Safahat’ındaki millî, mânevi duygularımızı coşturan bütün şiirleriyle, aradan geçen bunca yıldır hizmetini hâlâ sürdüren ve asla unutulmaması gereken bir iman âbidesidir.
O; yazdığı ve bizlere emanet olarak bıraktığı şiirlerinin her mısraı, her beyti buram buram din ve vatan sevgisi kokan dev bir iman şairidir.
O; ilim, irfan ve imanla dopdolu bir nesil yetişmesi için gayret gösteren büyük bir hatip ve ediptir.
O; kaya gibi sağlam imanı, vefası, sadâkatı, yılmayan azmi, şecaati, sabrı ve sebatı ile yeni neslimize heyecan ve canlılık vermeye devam eden mümtaz bir şahsiyettir.
İman ve vatan şairi Mehmet Âkif’in hayatı, genç yaşta kaybettiği babasından sonra az bir gelirle ve yoksul olarak geçmiş ve Cumhuriyetten sonra Türkiye’deki siyasi gelişmeler yüzünden 1925 yılı sonundan itibaren çok sevdiği yurduna döndüğü 17 Haziran 1936 tarihine kadar Mısır’da ikamet etmek zorunda kalmıştır.
Birinci Meclis’te Milletvekilliği yaptığı halde, hak ettiği emekli ikramiyesi ve maaşı ödenmeyen İstiklâl şairi’nin hastalığında da resmi bir ilgi gösterilmemiş hatta cenazesi bile resmi törenle değil, üniversiteli gençler ve halk tarafından Bayrağa ve Kâbe örtüsüne sarılarak Beyazid Camii’nde kılınan namazdan sonra Edirnekapı Şehitliğine defnedilmiştir.
Büyük ve örnek insan, millî şair, millî kahraman ve yılmaz mücahid Mehmet Âkif Ersoy’u asla unutmamak, yeni nesillerimize unutturmamak ve O’na vefa göstermek için bütün kurumlara, sivil toplum kuruluşlarına ve her ferde büyük görev düşmektedir.
Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşref Bey, Anadolu Bağdat Demiryolu hattının son durağı olan El Muazzam istasyonundaydı. Çanakkale zaferinin bilgisi gelmişti.
El Muazzamdaki sevinç muazzamdı. Orada bulunanlardan biri haberi duyunca Kuşçubaşı Eşref Beyin boynuna sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı. Bu hıçkıran vatanperver, yüreği yanık memleket evladının adı, Mehmet Akif’ti Mehmet Âkif, büyük vatan sevgisi ve meftun olduğu Türk istiklal ve hürriyet sevdasıyla yavaşça kalabalığın arasından sıyrıldı.
Gerisini Kuşçubaşı Eşref Bey anlatıyor:
''Ay, bedir halindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı. İstasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekildi. 2 rekat namaz kıldı. Secde halindeyken sadece hıçkırıklarını duyuyorduk. İçli, derin hıçkırıklar. Secdeyi o kadar uzattı ki, hıçkırıklarını duymasam rahmete kavuştuğunu sanırdım.
İşte Çanakkale'ye lâyık o büyük destan, bu hıçkırıklar içinde meydana geldi Sabahleyin, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasib olan rahatlığıyla yüzüme derin derin baktı: “Artık ölebilirim Eşref! Gözlerim açık gitmez.”
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun. (Aydan Arı Günden Duru – Salih Sedat Ersöz)