“Ey sâlih evlat! Benden, ehlullah ve has kulların dilinde ‘Ümmü’l Kitâp’ diye adlandırılan Fâtiha ve Kitâbü’l-Mübîn’in hakîkatini yazmamı istemiştin. İşte bu özet hâlindeki kitapçıkta senin bu isteğine Allahû Teâlâ’nın bana verdiği güç ve imkan ölçüsünde cevap veriyorum. Bu kitapçığı ‘Mir’âtü’l Ârifîn ve Mazharu’l-Kâmilîn fî Mültemisi Zübdeti’l-Âbidin/ Âbidlerin özünü Arayanlar İçin Kâmillerin Mazharı ve Âriflerin Aynası’ diye isimlendirdim.”
Sadreddin Konevî
Sadreddin-i Konevi nin Besmele, Fâtiha Suresi, Kur’â-ı Kerim, mevcudat, insan ve Allâh-ü Teâlâ arasındaki ilişkiyi, tecellî ve zuhûr nazariyesi, daha genel bir ifadeyle vahdet-i vücûd anlayışı içerisinde, tamamen irfâni/ metafizik bir üslup ve dil kullanarak açıkladığı oldukça kapsamlı bir eser Mir’âtü’l–Ârifîn (Âriflerin Aynası).
605/1207’de Malatya’da dünyaya gelen Sadreddin-i Konevi Hazretleri Anadolu’daki Türk-İslam düşüncesini, yaşadığı toplumunun ilim ve kültür hayatını doğrudan etkileyen fikirler üretmiş ve bunlarla nice nesilleri yetiştirmiştir. Kimi terimleri daireler içine alarak açıklar, birbirleriyle münasebetlerini yorumlar. Eserlerine şerhler yazılmış, İslam felsefesi ve tasavuuf aleminde derin izler bırakmış; bu etkileri günümüze kadar süregelmiştir.652/1254’te Konya’ya gelmiş ve son nefesine kadar pek çok talebe yetiştirmiş; buna nispetle “Konevî” adıyla tanınmıştır. Konya’da talim, tedris ve telif ile meşgul olmuş ve Konya’yı “Ekberiyye” denilen fikir akımının merkezi haline getirmiştir.
Talebesi Müeyyideddin Mahmud el-Cendî onun ölümü üzerine yazdığı mersiyede şöyle demektedir:
“Dünyanın halifesi ve insanlığın sözü, mânâ denizi, derin bilgilerin kaynağı göçtü.
Şeyhu’l-İslam’ın ölümünden sonra kemal ve aydınlıktan eser kalmadı. Keşke o aramızdan ayrılmasaydı.
Ondan sonra problemlerin çözücüsü, gerçekleri ortaya koyan kaldı mı?
Ondan başka karanlık vadilerde sabah yıldızı gibi parlayıp ışık saçan var mı?
Ey asrımızın şeyhi ve karanlık labirentlerde bize yol gösteren sana selâm olsun.”
İslami tefekkürün ana unsurlarından olan varlığın hakikati/ mârifetullah üzerine yoğunlaşmış olan Konevi Hazretleri, eserlerinin çoğunu bu sahada vermiştir. İslam tasavvufu açısından çok farklı ufuklara perde aralamıştır. Eserlerinde güçlü , ağır bir üslup kullanmış, tasavvufta zamanının ve sonrasının otoriter bir şahsiyeti haline gelmiştir. Konevi’nin yetişmesinde ve tasavvufta ilerlemesinde İbnü’l-Arabî’nin büyük bir katkıya sahip olduğu bilinmektedir.
Büyük mutasavvıf Sadreddin Konevî’nin evi Konya’da Çeşme Kapısı denilen Konya Sur kapılarının birinin dışında ve şimdiki Konevî Türbesi’nin bulunduğu yerde idi. Bu mamure kendisine oğlunu tedavi ettiği için zamanın âlim ve ariferinden aynı zamanda varlıklı şahsiyetlerinden birisi olan Hace-i Cihan (Hoca Cihan) tarafından hediye edilmişti. Sonradan burası onun medresesi oldu, talebelerini burada okuttu. Vefatından sonra burası yeni vakıfarla desteklenerek cami, hanikâh, imaret, mektep ve türbe hâline getirildi.
Aksaraylı Kerimeddin Mahmut, Konevî hakkında şunları söyler:
“Büyük Şeyh, Selçuk ülkesi Şeyhü’l-İslâmı idi. Bütün zamane şeyhlerinin en seçkini, devrinin ikinci İmam-ı Azamı sayılırdı. Hadis ilminde, manevi bilgilerde eşsizdi. Kendisine sultan divanlarında, Arap ve Acem diyarının halifesi diye hitap ederlerdi.”
Bu İslâm şeyhinin göçmesinden sonra artık Müslümanlar arasında kemâl ve nur kalmadı.”
Konya’da binlerce talebe yanında, pek çok da hikmet ve tasavvuf ehli insanlarını da yetiştiren Sadreddin Konevî’den Mevlâna’nın da feyz aldığı rivayet olunmaktadır. Ahmet Efâkî, Menakıbü’l-Arifin isimli eserinde Mevlâna ile aralarındaki münasebet ve dostluğa ait pek çok menkıbe nakleder. Ayrıca Mevlâna, kendi cenaze namazının Sadreddin Konevî tarafından kıldırılmasını vasiyet etti. Sadreddin Konevî de Mevlâna’nın vefatında büyük üzüntü duydu. Kırk gün kabrini ziyaret etmiş; kendisi de 673 Hicrî, 1274 Milâdî yılı Muharrem ayının 16. Pazar günü Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.