- Sofia’ya-
Bir tanem!
Ufkuma hasretin düştüğü günlerdeki feryatlarımı duymuyorsan, bu sana olan hasretime ve sevgime hatime çekmekliğimden değil, artık hasretimi türkü yaptığım senin mısralarında gizlemektendir. Sanma ki sana olan iştiyakım tükendi…Suskunluğum vazgeçmemden değil; sana her geçen gün biraz daha susamamdandır.
Gel gör ki ay ışığım!
Prensesim!
Kardelenim!!!
Ve dahi ifade edemediğim güzel ve güzellik adına seni çağrıştıran her şeyim!...
Bir inanış mı, acı bir hakikat mi? Yoksa bu bendeki sonun zahirdeki tarifi mi bilemem: Ateş bağrında besleyip büyüttüğü sıcağı son haddine getirdiğinde, sıcak soğuğa inkılap edermiş.
Kara Gözlüm!
Sanma ki soğukluğum unuttuğumdan unutabildiğimdendir…
Bu bendeki soğukluk değil; sana olan özlemimin ateşinin doruğunda buz kesmesidir. Zira anladım ki seni görmeden de aynı şehri paylaşmakmış bu ateşi az da olsa dindiren. Kavuşamadığı halde bunun rüyasını görmekmiş vuslat denilen…
Sen!
Şiirim,
Şarkım,
özlemim
türküm
Zor olan her fırsatta reddedileceğini bildiği halde dost kapısı çakmak değil, zor olan unutma makamında dönüp gitmekmiş meğer…
“Derde düştüm dermanımı ararım
Derdimin dermanı yar imiş meğer
Yari arar iken yardan ıradım
Yardan ayrı kalmak ya dost... zor imiş meğer”
Zor olan sevgilim, unutmakta karar kılmak unutamayacağını bile bile…
Zor olan ay ışığım bunca zaman sonra bu zorluğu itiraf edebilmekmiş…
Zor olan benim canım geri dönülmeyeceği mukadder bir vaziyete bakıp da öylece kilitlenmek imiş…
Zor olan her şeyim kaybedecek her şeyin olsa da artık bir geri dönülmeze gitmek imiş…
“Gurbet ellerinde garip olanın
Yarin aşkı ile derde dalanın
Yanılıp da yardan ayrı kalanın
Her günü her anı ya dost... zor imiş meğer”