Yahudi asıllı Müslüman âlim ve siyaset adamı Muhammed Esed (1900-1992), Kemal Kahraman’ın verdiği bilgilere göre 1922’de Frankfurter Zeitung’un özel muhabiri olarak Kudüs’e gitti ve orada Siyonizmin lideri Hayyim Weizmann’la (1874-1952) karşı olduğu bu hareketi tartıştı. 1923 yılını Kudüs’te ve Kahire’de geçirip Ortadoğu’da yaşanan siyasî ve sosyal hayata dair ayrıntılı bilgi edindi. Bursa, İstanbul, Sofya, Belgrad, Berlin üzerinden Frankfurt’a giderek bir süre gazetenin merkezinde çalıştı. 1924’te Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan, İran ve Afganistan’ı kapsayan bir geziye çıktı. Gezisini Merv, Semerkant, Buhara, Taşkent ve Moskova’dan geçerek tamamladı. Son seyahati sırasında Kahire’de Muhammed Abduh’un (1849-1905) öğrencilerinden Ezher şeyhi Muhammed Mustafa el-Merâgī (1883-1952) ile tanıştı ve Ezher’de Arapça öğrendi. 1926 yılında eşiyle birlikte İslâmiyet’i kabul etti ve Muhammed Esed adını aldı; ertesi yıl da beraberce hacca gittiler.[1]
Kahraman, Muhammed Esed’in Libya’daki bağımsızlık mücadelesini destekleyen yazılar yazdığını Suudi Kralı Abdülazîz ile dost olduğunu belirtmektedir. Esed, Hindistan’a giderek Muhammed Ali Cinnah (1876-1948) ve Muhammed İkbal (1877-1938) ile yakın ilişki kurdu. Islamic Culture adlı derginin editörlüğünü yaptı (1936-1938). 1947’de Pakistan’ın doğuşunun ardından devlet ve toplum düzeninin dinî temellerini araştırma işlevi görecek İslâmî Tecdid Kurumu adlı bir müessese oluşturmakla görevlendirildi. 1949’da Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dairesi başkanlığına, 1952’de Pakistan’ın Birleşmiş Milletler dâimî temsilciliğine tayin edildi. Böylece yirmi beş yıl Batı’dan uzak kaldıktan sonra New York’a gitti ve büyük ilgi gördü. 1955’te Pakistan’a döndü. Devlet Başkanı Eyyûb Han’ın (1907-1974) kalması yönündeki talebine rağmen, 1959’da siyasî karışıklıklar yüzünden Pakistan’dan ayrılarak ömrünün kalan kısmını İsviçre, Fas, Portekiz ve İspanya’da ilmî çalışmalarla geçirdi. 20 Şubat 1992’de Granada’da öldü.[2]
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi aktif bir yaşam süren ve İslâm’ı seçen Esed’in Batı deneyimi, ayrıca aileden gelme Yahudi kültürü birikimi, onun yaklaşımlarını değerli kılmaktadır. Bu yazıda onun “Yolların Ayrılış Noktasında İslâm” adlı eseri bağlamında Batı’yı nasıl anlamlandırdığına ve eleştirdiğine değinilecektir. Amaç, İngilizce bir meal[3] de kaleme almış bir âlimin Batı’yı nasıl betimlediğini ortaya koymaktır.
Esed, Batı medeniyetinin, Hristiyanlık ürünü olduğuna inanmayı yanlış bulur. Ona göre Batı’ya hakim olan gerçek düşünce, temellerini eski Romalıların, hayatı her türlü mutlak bakıştan uzak bir fayda meselesi olarak gören anlayışında aranmalıdır.[4] Yani ona göre Batı medeniyetinde belirleyici olan şey, aslında Hristiyanlık öncesi Avrupa düşünce ve kültür hayatıdır.
Batı’nın ahlakla ilişkisini gayet zayıf gören Esed’e göre Batı’da ahlak, “eski cinsel edep ve kurallar” haline gelmiştir. İffet, temiz etekli oluş ve kıskançlık Avrupa’da geçmişe ait bir hikâyedir artık. Önemli olan şey, ahlaki değerler değil maddi refahtır.[5] Bu durumda faydalı görülen şey, aynı zamanda ahlakî de olmaktadır. Fayda ahlaka kaimdir.
Batı’daki “kibre” dikkat çeken Esed’e göre Yunan ve Romalılar yalnız ve yalnız kendilerini medeni görürlerdi. Yabancılara ve özellikle Akdeniz’in doğusunda yaşayanlara “barbarlar (medenileşmemiş/ilkel)” adını verirlerdi. O zamanlardan bu yana Avrupalılar, kök bakımından başkalarından üstün olduklarına bir realite olarak inanmışlardır. Hangi millet ve soydan olursa olsun Avrupalı olmayan herkesi az çok küçük görmek, Batı medeniyetinin bir özelliği olmuştur.[6] Diğer toplumları küçük gören toplumlar, çöküşe geçmiş demektir; çünkü başkalarının tecrübelerinden yararlanma imkânlarını sıfırlamışlardır. Ayrıca kibir, toplumu çürüten önemli bir ahlaki zaaftır.
Oryantalistlerin araştırmalarında İslâm’ın daima sanık sandalyesine oturtulduğunu düşünen Esed, söz konusu Batılı araştırmacıların suçu kanıtlama çabası güden savcı rolünü oynadığını belirtmektedir. Bunların bir kısmı her ne kadar İslâm’ın avukatlığını yapıyor olsa da savunmayı İslâm’ın suçlu olduğu kanaatinden kopmaksızın yürütmektedir. Bu tür bir avukatlık, birtakım “hafifletici unsurları” gündeme getirmeyi savunma için yeterli görmektedir. Sanık sandalyesindeki İslâm, Katolik kilisesi’nin Ortaçağ’da düşman gördükleri için kurdukları mahkemeleri akla getirmektedir.[7]
Avrupa’da Batılı bilginlerin yabancı kültürleri inceledikleri ve onlara bir miktar önem vermeye başladıkları zamanda bile İslâm’a dair bilindik tutumun değişmediğini belirten Esed’e göre ananaevi (!) tahkir, mantık dışı bir tarafgirlik şeklinde bilimsel araştırmalara bile yansımıştır. Tarihin, Avrupa ile İslâm dünyası arasında açtığı körfezin iki yakası bir türlü bir araya gelmemiştir. İslâm karşısındaki Batılı kibir, bırakın azalmayı Avrupa düşüncesinin esaslarından biri olmuştur.[8]
Yeni asrın -muhtemelen 20. yüzyıl- ilk oryantalistlerinin faaliyetlerinin İslâm ülkelerinde Hristiyan misyonerliğini de içerdiğini düşünen Esed, onların İslâm tarihi ve dinin ilkeleri hakkında çirkin bir imaj oluşturduklarını söylemektedir. Oryantalist çalışmalar yapanların Hristiyanlıktan uzaklaşmaları ve artık misyonerlik faaliyetlerine ilgi duymamaları, onların İslâm’a negatif bakışlarını değiştirmemiştir.[9] Bu katılık, “Haçlı Seferleri”[10] ruhunun etkisinin Batılı araştırmalarda bile sürdüğünü göstermektedir.
Batı taklitçiliğini de eleştiren Esed, beşerin ulaşabileceği en üstün düzeye çıkabilmek için İslâm’ın emirlerine uymayı yeterli görür. İslâm’ın değerini korumak ve onu yaşatmak isteyen müminlerin yapmaması gereken şey, Batı medeniyetini taklit etmektir. Zaten onu taklide gerek de yoktur.[11] Yani İslâm’ın otantik mesajı, Müslümanların sağına ve soluna bakmadan dim dik durmaları için yeterlidir. Batı karşısında kompleks duymaya ihtiyaç söz konusu değildir.
Esed, İslâm dünyasında Batı hakimiyetinin mevcut olduğuna ve Müslümanların kültürel durumumunun zayıflığına dikkat çekmektedir. Ne yazık ki Müslümanlar, bu kötü durum karşısında gaflet içindedir. Bu alanda gerçekçi çözümler üretilmezse Müslüman gençlik İslâm davasından ve ideallerinden uzaklaşacaktır.[12]
Görüldüğü gibi Esed, ümmetin özellikle Batı kaynaklı sorunları ve ümmetin geleceği konusunda gayet duyarlıdır. Bu duyarlılığın göstergesi olan çözüm önerilerini bir sonraki yazımızda ele alacağız.
[1] Kemal Kahraman, “Muhammed Esed”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 27 Eylül 2020).
[2] Kahraman, “Muhammed Esed”.
[3] Muhammad Asad, The Message of the Qur’an (İstanbul: İşaret Yayınları, 2006).
[4] Muhammed Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, çev. Hayrettin Karaman (İstanbul : İz Yayıncılık, 2014), 39.
[5] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 46.
[6] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 49.
[7] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 50.
[8] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 56.
[9] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 56.
[10] Dördüncüsü Bizans’a yönelik olan Haçlı Seferleri, kimi Hristiyanlara göre terörist bir harekettir.
[11] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 72.
[12] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 61.