Yazılmaya değer şeyler yokken yazmaya çalışmak işkencedir diye bir alıntı yapmıştım. Yazmayı zorlaştıran şeylerin bir diğeri ise yazılmaya değer şeylerin fazlalığıdır. Hangisini yazsam sırasında hiç birinin ilk sıraya gelememesidir. Bu da boğar yazarı, tıkar. Kabzeder. Yazmak istediğinizi yazamaz, sövmek istediğinize sövemez, övmek istediğinizi övemezsiniz… öylesine bir hal işte. Kendi kendinize söylenirken tebdili mekanda ferahlık bulursunuz birden.
Bana da tam öyle oldu işte. “Yazılacak, övülecek, sövülecek, yerilecek, çok iyi yaa” denilecek şeyler listesi yapıyordum. Övgüyü de sövgüyü de kendime saklıyordum. Sonra birden, bir şey oldu. Kendimi Karadeniz’de buldum.
Otizm ve Zihin Engellilerin Eğitiminde yeni uygulamalar konulu hizmetiçi eğitim görevi için kendimi sevgili Fatih Koçak ve İsmail Tuna ile Çayeli’nde buldum. Her anı dolu dolu geçen bir yolculuktu. Güldük, konuştuk, hazırlandık, tartıştık nasıl daha iyi ve farklı bir sunum yapabiliriz diye. Doğası, yeşilliği, öğrencileri, konuları, kafa dengi arkadaşlar derken mekan değişikliğinin getirdiği ferahlığın insan ruhu üzerine etkisini düşünmeye başladım Çayeli hizmetiçi eğitim enstitüsünün balkonundan, Karadenizin kıyıyı döven sert dalgalarını izlerken… Gerçekten karaymış meğer ve haşin. Ne zaman kendisini görsem yüzmek için beni kendine çağıran deniz, burada sakın ha diyordu. Aklından bile geçirme…
Atmaca avcıların arasında kolumda bir atmaca beslerken buldum kendimi sonra. Yoğun bir yeşil ve dağ… daha ne olsun ferahlamak için. Ben ki, İskoçya’daki kalelerin bir çoğunu gezmiştim… içimden, böyle bir yer yoktur dünyada demiştim. Bilmeden halt etmişim! Zilkale’nin burçlarından beni yanına çağıran bir uğultu ile aşağıda akan dereye, karşımdaki ormana bakıp da kendimi Ömer Lütfi Metenin “uçurumun kenarındayım Hızır” mısralarına bırakmışım…
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ulu dilber kalesinin burcunda
Muhteşem belaya nazır
Topuklarım boşluğun avcunda
Derin yar adımı çağırır
Dikildim parmaklarımın ucunda
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Civan hazır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gülce'm uzaktan dolanır
Uçurumun kenarındayım Hızır
….
Bir gamzelik rüzgâr yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetülarz'dan
Deccal’dan, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce’den
…”