Bizim bildiğimiz kadarıyla putlarla ilk karşılaşan Nuh’un (AS) kavmi olmuştur. İnsanları putlarla tanıştıran sebep çok da kötü değildir. Toplum, çok sevdiği salih kimseleri unutmamak istemiştir. Bunun için de onlar adına o günün şartlarında güzel şeyler yapmışlar ve anıtlaştırılmışlardır. Sonra da putlaştırma işlemi başlamıştır gelen nesillerde.
Siz putu yaparsanız, ona tapınacak birileri bulunur elbette. Devir değişmiş ve putlar da değişmiştir. Değişmeyen en önemli put, insanın mükemmeliyetçilik putudur. Babamız Hz. Âdem’i (AS) bile cennetteki yasak meyveye yaklaştıran; ölümsüz ve ebedi olma arzusu olmuştur.
İnsanoğlu, her şeyin mükemmel olmasını ister. Kıyafetler çok mükemmel olmalı… Renk uyumu harika olmalı… Üzerinde en küçük bir leke bile bulunmamalı… Bitmedi daha… Başkasıyla pişti olmamalı… Başındaki eşarpla gözlük veya çanta uyum göstermezse, “Aman Allah’ım!” bu ayıp çekilmez doğrusu…
Evine misafir mi gelecek? O zaman sofra çok düzenli olmalı… Konyalılar hem sofranın altına, hem de üzerine sofra bezi sererler. Üzerine düşecek bir damlacık lekenin kaygısını çekerler. Çünkü bu durum mükemmelliği bozar.
Çocuğun dersleri mükemmel olmalı mesela… Anneler – babalar, çocuklarına “sınavdan kaç aldın?” diye sorarlar. Ama hemen arkasından da ilave ederler; “Peki ya diğer arkadaşların?” mesela çocuğun 90 alması değil, sınıfın en yüksek puan alan öğrencisi olması onları sevindirir. Eğer diğer öğrenciler 70 de kalmışsa 90'a sevinir ama onlar 100 almışsa 90 puan hiçbir şey ifade etmez, mükemmeliyetçiliğin tutsağı olmuş bu anne- baba için…
Sahip olacağı teknolojinin esiri olmuş ve çağdaş köleliğin tadına varmış bu nesil; telefonun, tabletin veya bilgisayarın kendi işine yarayacak olanını almaz. Alacağı alet; son çıkan sürüm olmalı, hızlı ve çok fonksiyonlu olmalıdır. Bu durum, asla ihtiyaçtan değildir. İçimizdeki “alacaksan en iyisini almalısın!” duygusu ve yarışı bizi bu hale getirdi. İnterneti olmayan ve gelen çağrılara bile zor cevap verebilen insanların akıllı telefon taşımalarının, başka nasıl bir sebebi olabilir? Mükemmeliyetçilik hastalığı, iflah olmaz noktalara taşıdı bizi…
İnsanoğlu, bu mükemmeliyetçi tutumunu sözde rabbiyle olan ilişkilerinde de sürdürür. Bunu Allah’a iyi bir kula olma hevesine bazen de yem eder. Şeytan, buradan çok güzel yaklaşır ve kandırmak için iyi bir yem olarak aldatır. Geçmiş yıllarda beraber çalıştığımız bir arkadaşım vardı. Öğle vaktinde onu namaza davet ettim. Lakin bugün kılamayacağını söyledi. Sebebini sordum. “Bugün sabah namazına uyanamadım. Ben sabah namazına kalkamadığım gün, diğer vakitlerde kıldığımı namazların tadını çok iyi alamıyorum. Onun için de sabah namazına kalktığım günler beş vakit namaz kılarım…” bu şeytan yok mu? Gerçekten kandırma stratejilerinde uzman… Namazda bile bize bir mükemmeliyetçilik duygusunu önümüze kor ve onunla avlar bizi.
İki kap yemekle birçok insanın hem karnını hem de gönlünü doyurabilen Müslümanlar, evine misafir almaktan kaçınır oldu. Bu durum cimriliğin bir eseri değil, ikramın mükemmel olamama endişesidir. Nasıl bir takıntı oluştu ki dün iki odalı bir eve birkaç nesil sığarken, bugün kocaman evler için misafir kabul edememe hastalığı başladı.
Ben “Allah, yaptığı işi güzel yapan Müslümanı sever.” Hadis-i şerifini itiraz cümlesi olarak duyar gibiyim. Ama güzel olmanın sınırını kim çizecek? Ağır borç altına girerek alınan eşya mı güzel olan? Yiyebileceğinden fazlasını sofraya koyarak hem onu ezen, hem de israf eden anlayış mı güzellik? Her gün yeni bir eşya almanın ve lükse kurban gitmenin neresi güzel oluyor? Bir kadının elinde var olan malzemelerden en güzel ve lezzetli yemeği çıkarması başka, israfa varan harcamalarla sofra düzenlemesi başkadır.
Niyet ettik Allah’ın rızasından uzaklaştıracak tüm putları kırmaya…