İslam inancına göre Cenâb-ı Hak, yaratma, yok etme ve var kılma bakımından mülkünde dilediği tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. O, yaptıklarından mes’ul değildir. Bütün bir kâinat Allah'ın memleketidir. Mecazi anlamda Yüce Allah bu memleketin yönetimini, insanlara vermiştir. İnsanlar bu memlekette, adaletten, haktan, hukuktan ayrılmayacaklardır. Özellikle aileden tutun bir şirket yöneticiliğine, bir köy yöneticiliğinden tutun, bir il yöneticiliğine bir meslek grubu yöneticiliğinden tutun devlet yöneticiliğine varıncaya kadar bütün yöneticiler, mülkün sahibi olarak önce Allah'a, sonra da halkına karşı sorumludurlar. Nitekim Hz. Peygamber (a.s)’dan gelen bir rivayette şöyle buyrulmuştur:
"Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır Erkek, aile halkının çobanıdır Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz " (Buharî "Nikâh" 91).
Bu rivâyette geçen râî, muhâfazası için bir şeyler tevdi edilmiş güvenilir muhâfız anlamına gelir. Türkçe'de buna çoban denilir. O hâlde herkes sorumlu olduğu alanda olup bitenlerden mes'ûl tutulacaktır. Hatta her insanın en yakın memleketi, Allah'ın kendisine verdiği beden ülkesidir. O, gerek iç dünyasına ve gerekse bütün organlarına Allah ve Rasûlü’nün hükmünü geçirebildiği zaman, kendisine verilen hâdis kudret nispetinde kendi ülkesinin mâliki ve sahibi olabilir.
İnsan kendi öz benliği ve organları üzerinde tam bir yönetim sergileyemediği müddetçe, dışında iyi bir yönetim örnekliği ortaya koyması tartışmalıdır. Meselâ, bir aile yöneticisi olan bir baba, kendisine emanet edilen yüzelli metrekarelik toprak parçası üzerinde acaba ne kadar tasarrufta bulunabiliyor? Bu emanet toprak parçası üzerinde yaşayan eşine ve çocuklarına adalet ölçüleri içerisinde tam bir yöneticilik sergileyemeyen bir babanın büyük laflar etmesi abes değil midir?Çağımızın bir İslâm davetçisi: "Ey Müslümanlar! Sizler İslâm'ı, kendi bedenleriniz üzerinde öyle canlı ve diri yaşayın ki, Allah da onu beldelerinizde yaşatsın." der.
O hâlde, mülk, Allah'ındır. Bizler bu mülkte O'nun emanetçileriyiz. O, mülkü dilediğinden alır, dilediğine verir, dilediğini zelil, dilediğini aziz kılar. Burada önemli olan O'nun mülkü karşısında bizim O'nu hatırlayıp hatırlayamadığımızdır. Her şey kendisine Allah'ı hatırlatan bir mü'min duyarlılığı, bu varlık düzeni için bir rahmet eseridir.