Bugünlerde yaptığım en güzel şey bol bol kitap okumak. Kitapların dünyasına koşarak gitmek ve bir ibadet aşkıyla okumak…
Belki de yüce kitabımız Kur’anın “Oku” emrinin mana ve derinliğine en çok şu zaman diliminde vakıf oluyorum…
İşte, bu yoğun okuma seanslarımda elimde tuttuğum kitaplardan biri de “Türk Kültüründe Aydın Buhranı ve Yabancılaşma”. Eser, Mustafa Köksal’ın kaleminden çıkmış. Kitabın yazarı aynı zamanda bir şair, pek çok yayınlanmış şiiri var. Yazar çok yönlü bir düşünce iklimine ve çeşitliliğine sahip, çok farklı konularda bugüne kadar eserler vermiş, Ahilik üzerine çalışmış, Ombudsman kavramı gibi çok az bilinen bir konu üzerine bir eseri de yayınlanmış.
Köksal’ın elimdeki kitabına dönersek aslında yazar, eserinde bizi kısa bir tarihi yolculuğa çıkarıyor. Aydın meselesinin tarihten bağımsız olamayacağını işaret eden bu yolculukta, Tanzimat dönemi aydınının, Meşrutiyet dönemi aydının, Cumhuriyet dönemi aydınının ve yeni kuşak aydının birbirinden çok farklı özellikleri ele alınıyor. Aslında genel manada Türk aydınının sorunu batı karşısında askeri ‘mağlubiyetler” sonrasında geliştirdiği tavırla ele alınmalıdır görüşü yazarın eserinde de öne çıkıyor. Türk aydının, muhafazakar, ilerici ya da devrimci özellikleri batıya öykünme ya da batıya karşı çıkış olarak temerküz ediyor. İşte burada yazar çok kadim bir meseleyi bizlere yeniden hatırlatıyor: Türk aydının buhranı. Aydının kendi toplumuyla olan ilişkisi ve kendi toplumuna yabancılaşması, aydının Batılılaşma karşısındaki tutumu…
Yazar burada, aydın, münevver ve entelektüel nedir sorularını cevaplarken aslında bu bunalım ve yabancılaşmayı bu tanımlamalar üzerinden çok ilginç bir şekilde açıklamaktadır “Toplumun aynası olan aydınlar, yalnız kendilerinin değil, etrafındaki insanların derdini de kendilerine dert ederler. Beynini çalıştıran ancak fikirlerini eyleme dönüştürmeyen entelektüel ile burada ayrışırlar. Entelektüel, toplumun milliyet, kültür, din vb değerlerine sadece kendisinin inandığı kadarına itibar eder. Kendi mantığına göre kafasında yer etmeyen, kendince tutarlı görmediği hiçbir şeye rağbet etmez. Entelektüel ne inanan, ne de inkar edendir.”
Yazar bu tarz münevverlerin/entelektüellerin özellikle kendi kültürüne “Yabancılaşma” tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtmektedir. Yazara göre toplumdan “farklı olma” isteği günümüz aydınının aynı zamanda en büyük çıkmazı, “yabancılaşma”nın da en bariz göstergelerinden biridir.
Oysa ki, yazara göre aydın toplumla yabancılaşan değil, toplumun dilinden konuşan ve toplumun değerlerini bir kuyumcu gibi işleyen bir rehber olmalıdır. Aydın içinde yaşadığı toplumun şuuru olmalıdır. Aydın aynı zamanda millet olmanın ortak paydalarını ve güçlü devlet olabilmenin gereklerini bilmeli, uluslararası gerçekleri görme ferasatine sahip olabilmelidir. Ayrışma ve kamplaşmaya fırsat vermeden toplumsal mutabakat yolunu bulmak aydının temel görevidir. Ancak bunu yaparken, kültürün kirletilmesine, milli değerlerin zedelenmesine ekonomik manada geleceğin çalınmasına karşı da mücadele etmeli, bu konuda milli şuurun diri tutulmasını sağlamalıdır.
Evet bunun gibi pek çok tespiti olan bu kitapta, yazar ayrıca siyaset, kültür, tarih, ahlak, dil gibi pek çok konuyu aydın tanımı üzerinden farklı bakış açılarıyla ele alarak, bizleri bu kavramlar üzerinde düşünmeye sevk ediyor.
Kadim kitabımızın ilk emri, ”İkra” “oku”dur. Yıllar önce Mülkiye’de okurken, İkra’nın başka bir anlamı da “Davet etmek” manasına gelir demişti İlber Ortaylı hocam. Ben de sizleri, düşünce dünyamızın gıdaları olan, bizleri raflarda mahzun bir şekilde bekleyen kitapları okumaya davet ediyorum…