26 Ekim’de vizyona giren Müslüm filmini seyrettikten sonra farklı duygulara kapılarak bu yazıyı yazıyorum. Öncelikle söyleyebilirim ki, filmi başarılı buldum. Eğer bugüne kadar seyretmemişseniz, gidin seyredin derim.
Dünyada yalnızca Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde yetişen kara gül, belki de en çok onun yaşadıklarını anlatıyor dersek yanlış olmaz. Daha çocuk yaşlarda babasının zulmü altında yaşayan annesine duyduğu kaygılar, üzüntüler hayatının bütününe travma olacak nitelikte. Günlerce, gecelerce devam eden aile içi şiddet, huzursuz zaman dilimleri. Bugün uzmanların, çocukların yanında tartışmayı bile onların gelecekte hayatlarını psikolojik yönden olumsuz etkiler diye uyardıklarını düşünürsek, gerçekten de dehşet verici bir manzaranın içinden çıkıp gelen bir adam olarak karşımıza çıkıyor Müslüm, namı diğer Müslüm Baba...
1953 yılında Urfa’nın Halfeti ilçesi, Fıstıközü köyünde dünyaya geliyor. kara güllerin anavatanından hayatı bu güllerin rengiyle özdeşleşen, ama kendisine en çok beyaz takımların yakıştığı bu adam, siyah da olsa sesinin gücüyle, ülkemizin bir gülü oluveriyor. Ve eşsizliğini de buradan kazanıyor. Kendi adıma Müslüm Gürses kimdir sorusuna bir şeyler söyleyecek olsam, sanırım şöyle cümleler kurarım: Nerede bir Müslüm Gürses resmi görsem, o janjanlı sahnelerden gelen sesini duysam hep, aklıma sözleri ağıt olarak yazılan ama müziğe aktarılırken oyun havaları şeklinde bestelenen türküler düşer. Onbeşliler gibi, Ankara’nın Bağları gibi... Onun bir tür şöhret mahkumu olduğunu ve medyanın acımasız çarkında bir hayat yaşamak zorunda kaldığını hissederim. O çocukluğunun dramını yaşatan, annesini ve bir kardeşini gözlerinin önünde öldüren babasının, hapisten sonra sokaklarda kalmasına bile gönlü razı olmayan ince düşünceli kalabilmesini, yüreğindeki sevgiyi, bunca talihsizliklerin bile yok edememesini büyük hayret ve taktirle karşılamak gerek diye düşünüyorum.
Geçirdiği bir kazadan sonra, kendisini öldü sanarak morga kaldırdıklarını ve bir dizi ameliyattan sonra kalıcı hasarlarla, ki bunlar müzmin baş ağrıları ve duymada yaşadığı zorluklardır. Hayatını, sevdiği kadın Muhterem Nur’a ve müziğe adadığını söyleyebiliriz. Acılarını dindirmek için sürekli içkiye tutunması onun zor hayatını daha da zorlaştıran ve kısaltan bir etkiye sebebiyet verdiğini görebiliyoruz. Şarkı söylerken yaşadığını, kalan zamanlarda hayata katlandığını anlıyoruz.
Çocukluğumdan ve gençliğimden hatırladığım yıllara damgasını vuran önemli şarkıcılardan biriydi Müslüm Gürses. Sanırım seksenli yılların sonlarında çıkardığı bir kaset vardı, adı Sevda Yolu. Belki haftalarca, aylarca kasetçalardan çıkartmadan dinlediğimi hatırlıyorum. İçinde Sevda Yolu gibi, Yanağı Gamze gibi, Aldanma Çocuksu Güzel Yüzüne gibi şarkılar vardı. Sonra doksanların başında değişen radyo televizyon kanunu ile çoğalan radyo istasyonlarıyla hit şarkılar ortaya çıkıyor, hangi radyoyu açsak, Orhan’dan Ayşen, Ferdi’den Emmoğlu ve Müslüm’den Adını Sen Koy şarkıları çalıyordu. Müslüm Gürses art arda kasetler çıkarıyor milyonlarca satıyordu. Konserlerinden gazetelere yansıyan olağanüstü resimler görüyorduk. Kendini jiletleyen gençler aslında kendisinin de onaylamadığı manzaralar da çıkarıyordu ortaya. Hatta bir konserinde bir hayranı tarafından bıçakla yaralanmıştı.
Filmi seyrederken o yılların havasını da içimde hissettim zaman zaman. Kamyon arkası sözler, dolmuşlarda çalınan şarkılar ve radyonun etkisi, her ne kadar filmde işlenmese de aklıma düştü. Hepsinden aşkların masumiyeti ve şarkılarla süslenen sevdaları hatırladım. Kibrit kutusunda gönderilen mektuplar, kenarı işlenmiş mendiller... Yoksunluklar içinde bir dünya ama bugün hala özlenen bir hayatı yaşatıyordu o günler. Bugün o daha günlerin şarkılarının üstünde şarkı da yapamıyor, şarkıcı da çıkaramıyoruz. Demek ki hayat o günlerde doğruya daha yakın duruyormuş...
Cehaletin ve ihmalin ortaya çıkardığı bu hazin hayatların artık ne ülkemizde ne de başka yerlerde yaşanmamasını, siyah güllerin renginin hayatlara geçmemesini ve insanlığın gereğinin yapılabilmesini, doğuda batıda hayatın mihnetinden içkiye uyuşturucuya değil de Allah’ın merhametine sığınılmasını dileyerek yazımı bitirmek istiyorum.
Müslüm’ün en çok sevdiğim şarkılarından birinin sözleriyle sizlerden bu haftalık da müsade istiyorum.
Sevgiyle kalın.
Aldanma çocuksu mahzun yüzüne
Mutlaka terk edip gidecek bir gün
Kanma sever gibi göründüğüne
Seni sevmiyorum diyecek bir gün
Sevmek çok güzel şey aldanmak acı
Ruhunu saracak bir derin sancı
O durmayan yolcu sen garip hancı
Hesabı vermeden gidecek bir gün
Uğruna yılları harcayacaksın
Aşkını ömrünle bir tutacaksın
Ne yazık sonunda ağlayacaksın
Gururunu yere atacak bir gün