Arapça'da iman kelimesi, "her türlü korkunun gitmesi ve nefsin huzur bulması" anlamına gelen emn kökünden türemiştir. Bilindiği gibi, Yüce Allah'ın en güzel isimlerinden birisi de "el-Mü'min" (Haşr 59/23) olup; "tasdîk eden, emin kılan ve güven veren" anlamına gelir. Hiç kuşkusuz kullarından her türlü şüphe ve tereddütleri kaldıran, isteyenlere iman ve korku içinde olanlara emniyet veren ancak Yüce Allah'tır. O'na inanan ve O'na güvenen kimseler yegâne güven kaynağına tutunmuş olurlar. Nitekim sonradan Müslüman olanlara, "niçin Müslüman oldunuz?" diye sorulduğu zaman, ekseriyeti, "kendimi güvende hissetmek için Müslüman oldum" cevabını vermişlerdir.
Yüce Allah’tan gelen ilâhî öğretiyi diliyle ikrar eden ve kalbiyle tasdik eden kimseye ‘mü'min' denilir. Mü'minlik sıfatıyla özdeş olan kimse, kendisini varoluşsal anlamda güvende hissettiği gibi, aynı şekilde çevresindeki varlıklara da kendisinden güvende olmalarını telkin eder. Nitekim Hz. Peygamber (a.s) mü’mini; “malları ve canları konusunda kendisine güven duyulan kişi” ( Tirmizî İman 13; Nesai İman 8), şeklinde tanımlamıştır. Bir başka rivayette de güvenilirlik vasfını, imanın gereği olarak bildirmiş ve güvenilirlik vasfı olmayanın imanının da olamayacağına dikkat çekmiştir. (Bkz. Ahmed b. Hanbel Müsned, 3/154).
O halde eğer biz mü’minler öncelikle içimizde birbirimize karşı "güven"i tam olarak sağlarsak, dış dünyada da bir "güven" atmosferi oluşturabiliriz. İşte o zaman Müslümanların yaşadığı şehirler "güvenilir belde", coğrafyalar da bir "güven adası" hâline dönüşebilir. Tarihte İslâm'ın yaşandığı Müslüman toplumlarda, bu varoluşsal güvenlik sayesinde bütün coğrafyalara güven ve emniyet gelmiştir. Yemen'in başkenti San'a'dan tek başına yolculuğa çıkan bir kadın ya da süvari emniyet içinde Hadramevt'e kadar gelebilmiştir. Böyle bir güven ortamının sebebi, yürekten mutlak güven kaynağı olan Rabbimize inanmak ve bu inancı bir bütün olarak bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanlarına yansıtmaktır.
Acaba bugün neden halkı Müslüman olan coğrafyalar “güvenilir belde” olmaktan çıkmıştır? Çünkü bizler önce kalplerimize duvarlar ördük, sınırlar çektik. İçimizde ördüğümüz duvarlar yıkılmadan ve sınırlar kaldırılmadan maddi dünyada yapılan duvarlar ve çekilen sınırlar kalkar mı?
Bugün yaşadığımız çağda yaklaşık bir buçuk milyarı geçmiş koskoca bir İslam âleminin her tarafından iniltiler geliyor. Bütün köşelerinde; gözyaşı, ölüm, vahşet kol geziyor. Çocuklar yetim, kadınlar dul ve sahipsiz kalıyor. Neden acaba binlerce Müslüman, ekmeğini yediği, havasını teneffüs ettiği ülkelerinden kaçarak mülteci konumuna düşürülmüştür? Tekrar bu coğrafyalarda güven ve istikrar nasıl sağlanacak, güveni bozan engeller nasıl bertaraf edilecektir? Müslüman toplumların aklı evvelleri oturup bu sorulara çözüm odaklı cevaplar bulup uygulamaya geçtiği gün İslam coğrafyalarına güven yeniden gelecektir.