Müslümanlara dürüstlük uyarısı!
Kur’ân’ımız bir ayetinde, Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve doğru olun/doğrularla beraber olun (9 Tevbe 119) uyarısını yapar. Demek ki Müslüman kendisi doğru olacak, doğruluğu benimseyecek, özümseyecek, doğruluk onda meleke haline gelecek, doğrularla beraber olacak ve onlara destek olacak. Çünkü yalan ve yalancılıkla Müslümanlık bir arada bulunmaz. Müslüman, her zaman, her şartta ve herkese karşı doğru dürüst olmak zorundadır. Bu Müslümanlığının gereğidir, dünyada ve ahirette huzur ve mutluluğun sebebidir.
Peygamberimiz, peygamberlikle görevlendirilmeden önce kırk yıl müşrik bir toplumun içerisinde yaşadı. Birlikte yaşadığı toplumda yalan vardı, yalancılar vardı. Faiz vardı, tefeciler vardı. Ahlaksız namus düşmanı insanlar vardı. Zulüm ve haksızlık vardı. Böyle bir toplumda Hz. Peygamber, herkes tarafından Emin Muhammed diye bilinmekte ve anılmaktaydı. O, asla hiç kimseye karşı yalan söylemezdi. O, namus abidesi, haksızlıklar karşısında sessiz ve suskun kalmayan bir adalet ve hakkaniyet anıtı idi. Hicret gecesi, yanında Mekke müşriklerinin kendisine bıraktığı emanetler vardı. İnsanlar, dinine inanmıyorlardı, ama ona güveniyorlardı. Ona şair, kâhin, sihirbaz, mecnun dediler; ama onu ahlakî bir konuda suçlayamadılar. Ona olmadık eziyet ve işkenceyi reva gördüler, ama asla onu herhangi bir kötülükle birlikte anmadılar. Tam tersine onun erdem ve faziletlerini sürekli ikrar ettiler.
Bugün onun bağlıları olan Müslümanlar olarak, yaşadığımız toplumda onun gibi olamadık. Müslümanlar, İslamî hareketin öncülüğünü yapanlar, ibadetleriyle, sohbetleriyle birlikte yaşadıkları diğer insanlardan farklı olanlar, ahlakî konularda farklı olamadılar. Toplum yalancı diye, onlar da yalana bulaştılar. Şimdi herkes böyle yapıyor diye onlar da faize, iffetsizliğe bulaştılar. Onlar da diğerleri gibi güvenilmez, hakka hukuka riayet etmez oldular. Onların yaşantıları da diğerlerine benzedi, onarın çocukları da herkesin çocukları gibi oldu.
Geçenler de bir işçi kardeşimiz şunları söyledi: Hocam, üzülerek söyleyeyim ki sanayide içki içen, beynamaz olan bazı işverenler; namaz kılanlardan, bir sohbete devam edenlerden daha fazla çalışanının hak ve hukukuna riayet ediyor. Ağzı içki kokan patron, zaten Rabbime karşı kulluk görevlerimi yerine getiremiyorum, bir de sizin haklarınızı yemeyeyim diyor ve işçisini koruyup kolluyor. Ama beş vakit namazında olan pek çok patron, çalıştırdığı işçinin hak ve hukukuna riayet etmiyor. Yalnızca çalıştırıyor, ama hakkını tam olarak vermiyor. Bir de üstelik siz çalışmazsanız, bu şartlarda çalışacak pek çok işsiz insan var sırada bekliyor, diyor. İşçisinin hakkını kısan bu işverenler, kamunun önünde çok büyük meblağlarda bağışlar, hayırlar yapıyorlar. Hâlbuki onların öncelikle, çalıştırdığı kimselerin hakkını gözetmeleri, öncelikle onlara yardım etmeleri gerekmez mi?
Bir başka Müslüman da şöyle dert yanıyor: Bugün siyasî bazı çevreler, Müslümanları çalmakla, çırpmakla suçluyorlar, onlara ahlak dersi veriyorlar. Bu da benim kanıma dokunuyor!
Buna karşı bazı Müslümanlar da, onlar kendilerine baksınlar, onlar çalmadılar mı, çalmıyorlar mı, diye savunma mekanizması geliştiriyorlar. Yani tencere dibin kara, seninki benimkinden kara demeye getiriyorlar.
Hâlbuki Müslüman, herkes yanlış yapsa, bir başına da kalsa doğruların adamı olandır. Bütün insanlar kötülük yapıyor olsalar, İslam insanı bir başına da kalsa iyilikten yana tavır alandır. Nitekim peygamberler, bulundukları kirli toplumlarda bir başına temiz kalabilen fazilet erleridir. Onlar bu şekilde hakkı hâkim kılma mücadelesini başlatan ilklerdir. Müslüman da öyle olmalıdır. Tüm insanlar yanlış yapsa o, doğruların adamı olmalı ve bu konuda başkalarına örnek olmalıdır. Zira herkesin yanlış yaptığı yer ve zamanlarda, doğru olanları Allah daha bir başka sever. Bizim ölçümüz yanlış yapanlar değil; Hakkın hak ölçüleri olmalıdır. Tıpkı Abdullah b. Mesud’un dediği gibi:
Cemaat, bir kişi de olsa hakta kalabilendir.