Kur’ân ve Sünnet, Müslümanları kuşatan, onların ferdî, ailevî, ictimaî ve siyasî tüm alanlarını yöneten bir kitaptır. Müslümanlar yaşadıkları ve yaşayacakları tüm problemlerin cevabını, çözümünü Kur’ân ve Sünnette bulabilirler. Yeter ki onu doğru bir şekilde okuyup anlayabilsinler.
Müslümanların işleri istişare iledir, onlar aralarında ihtilaf ettikleri zaman Allah’ın Kitabına ve Peygamberinin Sünnetine başvururlar. Onlar, aralarında Kitap ve Sünnetle karar verecek olan hakemlere giderler, onlar da asla taraf tutmadan, duygularına kapılmadan hakkaniyet ölçüleri içerisinde karar verirler. Kur’ân ahlakının gereği budur.
Ne var ki bizde bu gerçekler, yalnızca ilk muhatapları bağlarmış gibi menkıbe olarak anlatılır. Yahut bizden başkaları için anlatılır. Söylemlerimizi süsler de eylemlerimize yansımaz. Yansısaydı Müslümanlar, bu kadar parçalı, bu kadar birbirlerinden ayrı ve gayrı, hatta birbirlerine karşı kin ve husumetler içerisinde olmazlardı. Şimdi şu ayetleri bir okuyuverelim, Kitap ehline değil, bizlere ne diyor Rabbimizin ayetleri:
Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten, aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini kim inkar ederse bilsin ki, Allah hesabı çabuk görür.(3/19)
Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah'a ve peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir.
Sana indirilen Kuran'a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Putlarının/nefislerinin önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onları tanımakla emr olunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.
Onlara: «Allah'ın indirdiğine ve Peygambere gelin» dendiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün. (4/59-61)
Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar. (4/65)
Kur’ân’ın ilkelerini öncelikle kendimize okumayı, kendi üzerimize almayı hiç akıl etmeyiz. Başkaları için okumak, başkalarına okuyup anlatmak, başkalarının amel etmesini istemek pek hoşumuza gider. Oysa Kur’ân bütün ayetleriyle sanki sana iniyormuş gibi oku emrini bilmeyenimiz yok! Sahabe, tüm ayetleri öncelikle kendi üzerlerine alırlar ve onların gereği ile amel etmek için çırpınırlardı. Hatta şirkle, nifakla, küfürle ilgili ayetleri bile. Bu kabil ayetler inince, acaba bizde şirkten, nifaktan, küfürden eser mi var diye kendilerini sorgularlardı. Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili ayetleri okuyunca, onlardan olmamak için gayret ederlerdi.
Kur’ân ısrarla, Kitap ehlinin apaçık ayetler, berrak hakikatler, nebevî uyarılardan sonra anlaşmazlığa, ayrılığa düştüğünü hatırlatır biz. Evet, onlar sırf hasetlerinden, bencilliklerinden, kendi çıkarlarından dolayı ayetlere rağmen, nebevî uyarılara rağmen tefrikaya düştüler, haktan saptılar. Biz bunları, yalnızca onlara hasmış gibi okuruz geçeriz.
Hâlbuki tüm bu ayetleri öncelikle okuyacak olanlar bizleriz. Bugün dünden daha fazla, Kur’ân kıssalarında anlatılan, olumsuz şeylerin pek çoğu farklı versiyonlarda bu ümmetten fertlerinde görülmekte. Nefislerimizi değil, Allah ve Rasülünü ne zaman hakem kabul edeceğiz?