Bilindiği gibi İlahi vahye istinat eden bir din, birey ve topluma Allahın sınırlarını çizdiği (hudûdullah) bir alan çizmektedir. İnsan, Allahın sınırlarını çizdiği bu alanda hayatına anlam katar. Bugün mevcut Hıristiyanlığın yaşadığı süreçte olduğu gibi, ahkâmı olmayan bir dinin formlarının varacağı son durak, sekülerleşmedir. Hıristiyan dünyada da böyle bir şey olmuştur. İslam bu süreci yaşamamıştır, iman-amel bütünlüğü olduğu sürece de İslamın Protestanlaştırılması mümkün değildir. Hıristiyanlık ve İslamiyet konusunda karşılaştırma yapmak bakımından Nick adlı bir mühtedinin mevcut durumu nasıl algıladığını gösteren şu sözleri buna iyi bir örnek oluşturmaktadır:İslamın toplumu etkileyen bir yapısı var. Benim İslamı seçmemde en etkili unsur bu idi. Hıristiyanlığın en zayıf noktalarından birisi, öyle zannediyorum ki prensiplerini toplumdaki değişikliklere uydurmaya hazır olmasıdır. Bu sebeple de topluma düzen verme, yön gösterme özelliğini kaybetmiş ve seküler ihtiyaçları tatmin etme yolunu tercih etmiştir. Meselâ, artık kilise, kadınların da papaz olması gerektiğini, homoseksüelliğin bir günah olmaktan çıkması gerektiğini savunur hale gelmiştir. Halbuki ben hep dinin istikrarı sağlayan bir unsur olması gerektiğini düşünürdüm. İnsanın bir kurallar bütününe ve bir düzene göre yaşaması gerekir. Biz hayvan değiliz. (1) Bir başka mühtedi ise sekülerleşmiş Hıristiyanlık hakkında şunları dile getirmektedir: Bizim toplumumuzda kilise varlığını sürdürebilmek için taviz vermeye her zaman hazırdır. Bir örnek vermek gerekirse, kilise cinsel ilişkilerin yalnızca evlendikten sonra başlaması gerektiğini söyler. Fakat eşi olacak kişinin cinsel yönden kendisine uygun olup olmadığını denemeden evlenmek isteyenlerin sayısı çok azdır. Papazlar da bir iki dua ile günah çıkartarak bu işi yapan kimseyi affetmeye çoktan hazırdırlar. Ben böyle son derece önemli konularda uzlaşmaya hazır bir kiliseyi kesinlikle kabul edemem. Hayatıma rehberlik edecek mükemmel bir şeyi hep arzu ettim. İşte bu şüphelerden dolayı kilisede dizlerimin üzerindeyken bile kendimi Tanrıya yakın hissedemedim. (2)İslâmiyet öncesi devreyi anlatırken mühtediler hayatlarını yönlendirebilecek bir din ihtiyacı hissettiklerini ve hayatı bir bütün olarak gören bir din olduğu için İslamı seçtiklerini belirtmektedirler. Bu konuda İslamı seçmiş olan Sarah ise, şöyle diyor: Ben Hıristiyanlığı sadece bir din olarak görüyorum, oysa anladığım kadarıyla İslam hayatın tümüdür, sizin yaşayış şeklinizdir. Bu, Hıristiyanlıktan çok farklı bir yaklaşımdır. Meselâ, hem Hıristiyan olduğunuzu söyleyip hem de neredeyse istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Ama eğer Müslümansanız, sınırlarınız olmak zorunda. (3) Bu örnek olay anlatımlarında da görüldüğü gibi, Hıristiyanlığın insan hayatına yön veren unsurlar karşısında direniş noktalarını ayakta tutamadığı için özellikle ahlak alanında sınır tanımayan bir hoşgörü tavrı sergilemesi, insanları İslamı seçmeye sürüklemiştir. Çünkü aşkın ile ilişkisi kopmuş bir insanın hayatına anlam yüklemesi mümkün değildir. İnsanı, ayakta tutan güç, hayatın anlamını güçlü bir şekilde kavramaktan geçmektedir. Bunu insana ancak İslam verebilir. Bu sebeple iyi yetişmiş Müslümanların özelde ABne, genelde ise, bütün insanlığa bir çok değer kazandıracağına inanıyorum. (4) Yukarıda da değindiğimiz gibi 19. yüzyılın sonlarına kadar Batının acımasız sömürgesi altında kalmış İslam coğrafyalarında bazı Müslüman düşünürler modern düşüncenin etkisiyle İslam ile modernitenin bağdaştırılabileceğini öne sürerek bir düşünsel tecrübe yaşamışlardır. 20. yüzyılda da bu İslam anlayışının tesirleri, Doğu ve Batıda taraftar bulmuştur. Hâlâ da tartışmaların merkezinde belirleyici ve yönlendirici roller oynamaktadır. Bilindiği gibi Batıda Protestanlık, dünyevî ideallere dinî anlamlar vererek daha seküler bir boyut kazanmıştır. Daha doğrusu dinî sembollere, dünyevîleşmenin önünü açmada bir araç rolü üslendirilmiştir. Ama varılan sonuç şunu göstermiştir ki, Protestanlaşan bir din, asla kendisi olamamış, kendisi kalamamış, başkalaşmıştır. Belli bir dönem meşrûlaştırıcı bir araç olarak kullanıldıktan sonra ihtiyaç kalmamış ve safra gibi dışarı atılmıştır. Çünkü bu aşamadan sonra Hıristiyanlık belirleyici/hayatlı din öğelerini kaybettiği için varlık alanını olabildiğince daraltmış ve hayatiyetini kaybetme noktasına gelmiştir. Artık böylesi bir süreçten geçen müzelik ve tarihe mal olmuş bir dinin yaptırım gücü de kalmayacaktır.O halde Protestanlaşma, üzerine basılan dalın kesilmesinden başka bir şey değildirDipnotlar:1-Köse, Ali, Neden İslamı Seçiyorlar?, İstanbul, 1997, s. 63.2-Köse, Neden İslamı Seçiyorlar, s. 78.3-Köse, a.g.e., s. 65.4-Altıntaş, Ramazan, Din ve Sekülerleşme, İstanbul, 2005,s. 85.