MUSTAFA ÖZKAFA

Konya sevdası ile büyüyen 10 yıl Karatay Belediye Başkanlığı 5 yıl ise Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan, bugün ise Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmiş isim

Konya siyasetine ve belediyecilik tarihine geçen ve önce Karatay Be1ediye Başkanlığı ardından da Büyükşehir Belediye Başkanı olan genç yaşında büyük ve kalıcı hizmetleriyle tanınan ve zaman zaman da tartışılan isim Sayın Mustafa Özkafa bu haftaki konuğumuz. Özkafa son yıllarda hiçbir yerde kimseye söylemediklerini hiçbir yayın organı ile paylaşmadıklarını bizlerle paylaştı, içini bize döktü.  


Mustafa Özkafa’nın bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmamış çocukluk ve gençlik anılarını Konya ve siyasetle ilgili açıklamalarını ve gündemi sarsacak iddialarını kentimizde imardan çevreye, spordan kültüre yaptığı hizmetleri Mustafa Özkafa’nın ağzından yine siz değerli okurlarımıza sunmanın heyecanını yaşıyoruz.


YEDİ GÖBEK KONYALI BİR AİLE


1 Temmuz 1959 günü dünyaya gelen Mustafa Özkafa, baba Süleyman, anne Ayşe hanımın ilk çocukları idi. Bu mutlu çiftin minik Mustafa’dan sonra Mehmet Ertuğrul, Adnan ve Fatih  isminde diğer erkek çocukları dünyaya gelecektir.


Mustafa Özkafa baştan sona büyük bir samimiyet ve içtenlikle geçen sohbetimize başlarken yine ince bir espri yapıyor ve ne kadar akıllı siyasetçi olduğunu bizlere adeta yeniden hatırlatıyordu: ‘Doğma büyüme anadan atadan deden tabiri caizse yerli köklü Konyalıyız. Karakayış mahallesinde bugünkü evimizde dünyaya geldim. Konya’nın yerli köklü ailesi olarak evimiz o kitaplarda yazılan anlatılan bir Konya eviydi. İki katlı kerpiçten bir evdi. 600-700 metrekarelik tam ortasında hayatı (avlusu) olan bir evdi. Ben baba dedemin adını almışım. Ben doğmadan iki ay önce baba dedem vefat etmiş. Anne dedem Mehmet Ali Ballı ise şehrin tanınmış sevilen manifaturacılarındanmış. Baba dedem, kürkçülük, sarraflık işleriyle meşgulmüş. Çok iyi kürk dikermiş. Bu dedem de aynı zamanda emekli müftü idi.


KENDİ PEKMEZİMİZİ KENDİ ÜZÜMLERİMİZDEN KAYNATIRDIK


Evimizin arka bahçesinde bin metrekarelik üzüm bağı vardı. Hayatta asmamız ve bağ puştaları vardı. Burada en güzel üzüm çeşitleri yetiştirdi. Dimrit, aladimrit, akkut, germi, büzgülü gibi çeşitleri vardı. Kendi pekmezimizi bu üzümlerden kaynatırdık. 5 bin metrekarelik bahçemiz vardı. Küplere etlikler konurdu. Bu etlikler her zaman için hazır beklerdi.


PAZAR GÜNÜ FIRINCI RAFET USTANIN BÖREĞİ İÇİN TOPLANIRDIK


Sarıyakup’ta anne dedemin cumbalı iki katlı bir evi vardı. O ev öyle bir evdi ki adeta çocuk hayallerimi süslerdi. O eve her Pazar giderdik. Aile orada toplanırdı. Dedem, sabah 9-10’da çarşı böreği yaptırırdı. Annem kıymaları bir ustanın yapabileceği gibi terbiye eder böreğin içine koyardı. Fırıncı Rafet usta dedemin bir gün önceden kendisine sıkı sıkı tembihlediği şekilde “Pazar günü içini bol koy hamurları da koltuğa at’ talimatına uyar çarşı böreğini fırının koltuğunda bir güzel pişirirdi. Bunlar daha sonra sade yağın içerisinde güzelce yağlanır börekler ışıl ışıl olurdu. Daha sonra afiyetle bir güzel yenirdi. İnsanlar o zamanlar sık sık aileleriyle birlikte olurlardı.


İKİ ANA BİR KUZUDAN OLUŞAN DUVARLAR SICAĞI SOĞUĞU GEÇİRMEZDİ


Çocukluk günlerimiz çok masumane geçti. Annem, anne dedemin evinde, babamlarla birlikte üç dört gün misafir olurduk. Ben dedemlerin evinde kalmaya bayılırdım. İki ana bir kuzu 70 santim kalınlığındaki kerpiç duvarlar ne güzeldi. Bu duvarlar kar yağdığı zaman sıcacık, yazın ise serin olurdu. Camdan dışarıya baktığımız zaman asmanın üzümlerini görürdük. Dedem ikramı bol bir insan olduğu için hep bizim yiyip içmemizi isterdi. Beni çok sever ve sık sık cebinden çıkardığı sandık odasının anahtarını bana uzatır, her istediğimizi almamıza izin verirdi.


BİR KONYA DÜĞÜNÜ İÇİN12 AYRI PROGRAM YAPILIRDI


O yıllarda dostluk bir başkaydı. İnsan bugünkü kalabalıklar içinde kendilerini asla yalnız hissetmezlerdi. Mesela bizim düğünlerimiz bir farklı olurdu. Şimdiki gibi bir fotoğraf iki nikah şahidi ile nikahlar kıyılmıyordu. O zaman ki düğünler, padişahların düğünü gibi olurdu. Düğünler 40 gün 40 gece sürerdi. Bir Konya düğünü için 12 ayrı program olurdu. Şerbet, nişan, mübarek, kına, yorgan kaplama, dürü, yemekli çağırma gibi insanlar ayrı ayrı bahanelerle, adetlerle bir araya gelirlerdi. O toplantılara gelinlik kızlar, eş dost aile fertleri katılırdı. Böylece her iki taraf da bir birlerini tanırdı. Örf ve ananede uyumsuzluk adette uyumsuzluk, neyse bu iş yapılırken herkes birbirini tanır ayrılık olacaksa da huyunu bilmiyorduk denilir sıkıntı büyümeden yol yakınken ayrılık olurdu. Boşanmalar onun için belki bu kadar çok değildi. Ben bugün sahipsiz kalan sıkıntı çeken, gençleri evlatları da suçlamıyorum.


CİNGENOĞLU FIRINI, FENNİ FIRIN, YANIK CAMİİ, SARI CAMİİ, SÖYLEMEZ’İN KONAĞI MESCİDBAŞI…


Bugünkü sosyo ekonomik yapı ile o günleri kıyasladığımız zaman şunu görüyoruz ki o zamanlar suç oranları çok düşüktü. Bütün insanlar birbirlerini tanırdı. Her mahalleli, bakkal, mescid, çeşme veya bazı mekanlarda buluşurlardı. Mekan dediğimiz zaman Fenni Fırın, Cingenoğlu Fırını, Yanık Cami, Sarı Cami, Söylemez’in Konağı, Mescidbaşı gibi mahalleler başlı başına bilinen mekanlardı. O günlerde cemaatlerin yüzde 80’i 90’ı birbirini tanırdı. İnsanlar camiye aynı kapıdan girip çıkarlardı. Sanki her an birlikte gibiydiler. Hastayı cenazeyi, iyiyi, kötüyü, düğünü derneği, duyar bilirlerdi. Toplum tam bir kaynaşma içindeydi. Fakat o günkü eksiğimiz, şehir olarak altyapı eksikliğiydi. O günlerde şehir çok tozluydu. O günkü mahalleler, insana hayat veriyordu.


PELİT AĞAÇLI, ÜZÜM BAĞLI, İKİ KATLI KONYA EVLERİ KORUNMALIYDI


Eski Konya’yı hayal ediyorum da pelit ağaçları ile bağları ile evlerin yükselen taş kaplamaları duvarları estetik renkli, iki katlı eski Konya evleri kesinlikle korunmalıydı. 175 bin hektar içinde bu evler, mahalleler, bir nazım planı içinde muhafaza edilemez miydi? Büyük hata yapmışlar o günkü değerleri koruyamamışız. Eski Konya’da o yapıda insanlar hem hep beraber hem de mahrem hayat yaşadılar. 6-7 metre yüksekliğindeki birbirinden uzak evler mimari cepheden komşuları pencereden selamlamalar, evden önce hayata girmek, hayat duvarları iki metre yükseklikteki duvarlar, cümle kapıları, ailelerin hem birlikteliklerini sağlıyor, hem de duruma göre ayırıyordu.


ÇOCUKLUK YILLARIMDA ADALAR’I HATIRLIYORUM


İlkokul 1.sınıfı İstanbul Bahçelievler’de okudum. Zaten o yıllar denildiği zaman da İstanbul’da Adalar’ı iyi hatırlıyorum. Adalar son durakta faytonların duruşu, sıra sıra dizilişleri, yine o güzel sabahları hayal ediyorum. Yıl 1965-66 idi. Yan komşumuz teyzenin, 10-12 tane kedisi vardı. Yoğurtçular, omuzlarında taşıdıkları sırığın iki ucundaki helkelerin içinde yoğurt satarlardı. İstanbul’a araba vapuru ile geçişimizi hatırlıyorum. Oto nakliyatçılık vardı. Apollo 9-10-11 diye numaraları vardı.


ŞEHİT SADIK İLKOKULU’NDA OKUDUM


Daha sonra Şehit Sadık İlkokulu’nda okudum. Okula Ankara yolu, Toklu Sokağı’ndan girilirdi. Karaciğan Camii’nin yanındaki okuldu. Öğretmenimiz Salim öğretmendi.


LİSEDE İKEN ÖĞRENCİLER 4 SİYASİ GRUBA BÖLÜNMÜŞTÜ


Liseyi Konya Lisesi’nde okudum. Lise’de insanlar dört gruba bölünmüştü: Sağcılar yani MHP’liler, Solcular, Akıncılar ve Ot’lar… Mustafa Özkan, Mehmet Köseoğlu arkadaşlarımdı. Fizik Öğretmenimiz Ömer Kaya’ydı daha sonra Milli Eğitim Müdürü oldu. Coğrafya Öğretmenimiz Recep Metin’di. O da Milli Eğitim Müdürü oldu. Lütfi Hoca vardı. Psikoloji ve Sosyoloji’ye Bayram hoca girerdi.


AKADEMİYE GİDERKEN BİLE CIVILOĞLU BİR BAŞKA GÜZELDİ


Akademi’ye 1979’da girdik. Akademi Cıvıloğlunda’ydı. Yumurtacılar, dericiler vardı orada. Bir tarafta onlar bir tarafta eski Konya’nın ticari hayatı. Akademi’de mühendisler ve mimarlar için ayrı ayrı gruplar vardı. Zaten o zamanlar topu topu 700-800 kişi idik. Mühendisler, makine, inşaat, mimar ve harita mühendisleriydi.  Ben harita mühendisliği bölümündeydim.


12 EYLÜL’DEN SONRA MÜHİM ADAMLAR ARANIR OLMUŞTU


12 Eylül öncesi ve sonrasını burada yaşadık. İhtilal sonrası kendilerini ciddiye almayan adamlar türedi. Mühim adamlar aranır oldu. Mehmet Nuri Ergin isimli bir ölçme hocamız vardı. Hayrettin bey vardı, yüzü hiç gülmez, espri dahi yapmazdı. Abbas Barışkaner, Mehmet Yergi Bey, Ömer Halis Tombaklar, Mehmet Ali Altunel…Bunlar ciddi adamlardı. Sınıf geçmek çok zordu. Ortaokulda numaram 341, lise numaram 444 idi. Akademi’deki numaram ise 4474 idi. 1984’te Akademi’yi bitireceğim zaman yarım dönem bir dersten sınıfta kaldım. Abbas Bey mühendislik ölçmeciydi. Bütün bir yaz dağları, taşları haritalara işleyecek, haritayı yapacaktım. Üç ay dağları taşları metrekare metrekare ölçtük, 4-5 kişi çalıştık.  


ÖĞRENCİ İKEN AKADEMİ VE GÜMÜŞ KİTAPEVİNİ ÇALIŞTIRDIK


Akademi ikinci sınıftayken, Akademi kitapevi diye kitap-kırtasiye işine girdik. Daha sonra Gümüş Kitapevi’nin sahibi olduk. Mühendislik bürosu açtık. Mümtaz Koru Pasajı’nda ismi Gümüşkent Mühendislik idi.


1985 yılının Aralık ayında İzmir Bornova’da 57. Topçu Tugayı 1. Atış İdaresi’nde 6114 numaralı asker idim. Burada da sevkli heyecanlı bir dönem geçirdik.


SİYASETE 1975’TE MSP GENÇLİK KOLLARINDA BAŞLADIM


1975 yıllarında MSP Gençlik Kolları’nda siyasete başladım. 1987’de Refah Partisi Selçuklu İlçe Başkanı oldum. İl Başkanı Abid Kıvrak’tı. 1989’da Karatay Belediye Başkanı oldum. 10 yıl yani 1999’a kadar Karatay Belediye Başkanlığı yaptım. 1999’da ise Büyükşehir Belediye Başkanı oldum.


ERBAKAN HOCA’NIN YANLIŞIMI DÜZELTTİĞİNİ UNUTAMIYORUM


Karatay Belediye Başkanlığı’nda son dönemde iken Erbakan Hoca’ya 10 yılda yaptıklarımızla ilgili evinde özel bir brifing veriyordum. Bu raporu verdikten 10 gün sonra Erbakan Hoca bana, “görevi aldığımız günde hizmetleri yüzde 40 arttırdık dedin, yanlış söyledin yüzde 400 arttırdın” demişti. Bunu hiç unutamıyorum.


“ÖZKAFA’NIN TAŞ FABRİKASI VAR” DİYE İFTİRA ATTILAR


Göreve geldiğimiz zaman insanlar ve şehir hizmet bekliyordu. Baba’dan kalma 900 metrekarelik arsa, bin metrekarelik imar yapılıyorsa arsa çok güzel olur. Belediyeler için en önemli şey ev yapmaktır. İmarları güzel yapmaktır. Bir cadde 3-4 ay çalışmadan dolayı toz içinde kalıyor. Siz gezi yapıyorsunuz, kimsenin derdini dinlemiyorsunuz. İnsanlara en mühim hizmet hepsini yerli yerinde duyarlı bir şekilde yerine getirmektir. Parklar nizami olmalı, otoparklar olmalı. Biz bunları yaparken, hiç kimseyi yerinden oynatmadan, kimseyi üzmeden yaptık. Biz çok hızlı çalıştık. Dört başı mamur hizmetler yaptık. 10 caddeyi yarım yapacağımıza 8 caddeyi tam yaptık. Bu caddelerde yaya kaldırımları çok mühimdir. Çok parklar yaptık. Bazı rivayetler bizi bizar etti. Sille Kavşağı’nda Ereğli Yolu’nda ‘Taş fabrikası var’ dediler. Ben de ‘Nerede bize iftira eden varsa başına bu taşlardan düşsün’ dedim. Kozağaç Parkı ile sevindik. 42 katlı kulenin çıkışını gördük.


DİKTİĞİMİZ BÜTÜN AĞAÇLAR TUTTU, SÖK TAK YAPMADIK


Hatıp Caddesi’ne Osmanlı’nın 700. kuruluş yıldönümü nedeniyle 700 çınar diktik. Bugün gidin bakın 700’ü de tutmuştur. Tutmayan ağacımız yoktu. Sök-tak yapmadık. Fetih Caddesi, Dr. Ahmet Özcan Caddesi, Barış Caddesi, Yeni Otogar Civarı hep biz imar ettik. Heyecanlıydık. (Başkan Özkafa eserlerini sayarken kendisini öyle bir kaptırmıştı ki caddeleri tek tek sayıyor, gözünü kapatıyor tekrar nefes almadan saymaya devam ediyordu. Öyle güzel öyle heyecanlı öylesine mutlu anlatıyordu ki, kendisini izleyen insanın bunu anlamaması mümkün değildi)


BİZDEN SONRA GELECEKLERE YAPACAK BİR İŞ BIRAKMADIK


Mesela bir Fetih Caddesi Konyamız için çok büyük bir hizmetti. 35 metrelik yol yaptık. Bin tane ev istimlak ettik. Ama bir kişi ile mahkemelik olmadık. Belediyecilikte istimlak demek, icraat demektir. Büyükşehir’de, Konya’da öyle bir çalışma yaptık ki bizden sonra gelenlere yapacak bir şey bıraktık. Biz iki üç tane Büyükşehir’i birden idare ediyorduk.


İKTİDARA GELEN AKP’LİLER BİZE İFTİRA ETTİLER


İktidara gelenler yani AKP’liler bize iftira ettiler. Benden için “borç bıraktı” dediler. Borç yoktu. Büyükşehir’in kasasında para vardı. KOSKİ’nin kasasında 4-5 trilyon lira para vardı. Ahmet Öksüz tramvay yaptı, Halil Ürün borcunu ödemek istedi. Ancak hazine ödemez diye maliye payımızı kestiler. DSP-ANAP-MHP’nin takdiriyle tramvayın borçlarını bile biz ödedik. Bu borçları kuruşuna kadar biz ödedik.15 sene görev yaptık. Bir yere bir kişiye borç bırakmadık. Hiç bir gün İller Bankası’nın Genel Müdürü’nün kapısından içeriye para diye girmedim. Heyecanlı icraatlar yaptım. Tatlı su teknolojisiyle hizmet verdik. Anıt’tan Muhacir Pazarı’na şehri açtık.


YAPTIKLARININ PATENTLERİ BENDE, ORJİNAL BELEDİYE İCRAATI YOK


Şimdi bizi taklit ediyorlar. Yeni meskenler yapmaya çalışıyorlar. Halk için heyecanla çok şeyler yaptık. Gökdelen için 24 saat çalıştık. 42 katı yaptık. Fetih Caddesi, Karatay Sanayi, Büsan, Kerkük, Karşehir, alt ve üst geçitler hep büyük heyecanlarla yapıldı. Şimdi yeni yapıyoruz, yeni işler yapıyoruz diye ortaya çıkıyorlar, yaptıklarının bütün patentleri benim. Kendilerine ait orijinal tek bir belediye icraatı yok. Bir tek icraat bizim diyemezler. Biz bulduk, biz icat yaptık. KONET bunlardan biridir. 88’den bu yana patates tarlalarına altyapıyı, spor tesislerini biz götürdük.


ESKİDEN SU FATURALARI İKİ AYDA BİR GELİRDİ, ŞİMDİ 25 GÜNDE GELİYOR


Eskiden su faturaları vatandaşa iki ayda giderdi. Suyun tonu 575 liraydı. Şimdi ne yapıyorlar. Vatandaşa 25 günde bir fatura gönderiyorlar ve tonunu da 1 milyon 600 bin liradan satıyorlar. Durum böyle olunca güya vatandaşın bu yapılan zamlardan haberi olmuyor.


EN KIYMETLİ ARSALARI SATTILAR BİZ SATAMAZ MIYDIK…


En kıymetli arsaları tarlaları sattılar. Satmadık yer bırakmadılar. Biz bu arsaları satmasını bilmez miydik? Her şeyleri sattılar. Aman Allah’ım. Şimdi soruyorum bu arsaları tarlaları alan mı makbul, satan mı makbul? Yoksa belediyecilikte usul mü değişti? En kıymetli yerler milletin gözünün içine baka baka satılıyor. Ellerinde ne kaldı? Sattıklarının yerine ne koydular. Sattığınız kadar sattınız. Bu milleti kandıramazsınız ki…


10 LİRALIK İŞE 100 LİRALIK TANITIM PARASI VERİYORLAR


Müthiş bir tanıtım israfı var. 10 liralık işe 100 liralık tanıtım masrafı yapıyorsunuz. Konya dünya şehri diyorsunuz. Kunduracılar üstgeçidini biz yaptık. Siz açıyorsunuz. O astığınız levhaları kendi yaptığınız eserlerin üzerine asın. Kendiniz bir şey yapın da levhayı üzerine koyun. 


SÖZ VERDİĞİM BİR VATANDAŞI UNUTUNCA…


Hiç unutmuyorum. Görüş günlerimiz öğleden sonraydı. 13 ila 18 saatleri arasına kadar ayrı ayrı 40-50 heyetle görüşürdük. Bir yetkilinin özel bir işi varmış. Ona da 18.30’da gel demişiz. O yoğun günde içerisinde saat 18.30’a randevu verdiğimizi unutmuşuz. Yorulunca çekip evimize gitmişiz. Telefon geldi. Randevuyu hatırlattılar. Nasıl üzüldüm bilemezsiniz. Hemen bir araç tahsis ettim. Ondan da özür dileyerek kendi evimde onu ağırladım. Çok memnun oldu.