Mustafa Uçurum, romantik bir şair. Yeni kuşağın nesnecilerine, sürrealistlerine, dadaistlerine, epiklerine, fütüristlerine karşı o illa da romantik kaldı. Yağmura Yakalanmış Tren gibi yaşadı hayatı. Hüzünlerinde buldu huzuru. Tokat’ta kaldı ve oradan ırmak yazıları yazdı, deniz ağıtları yaktı.
Bir şair, yaşadığı şehirde elbette “su”dan uzak kalamazdı. Esmerliğime Bakma kitabı denemeler toplamı. Ben ondan şiir kitabı bekliyordum, bir gün yayınevinden gelen paketin içinden Mustafa Uçurumun denemeler kitabı çıktı. Şaşırdım, ama bir şairin deneme yazmasından doğal ne olabilir. Ali Çolak’ın Bilmem Hatırlar Mısın adlı denemelerini çok şiirsel bulmuşum. Uçurum, şair diliyle birçok kelimesi mısra değeri taşıyan bir yapıt oluşturmuş. Kitap Sütun Yayınlarından Ağustos 2009’da yayınlanmış. 35 denemeden oluşuyor. Çocukluğun, gençliğin geçtiği zamanlara ve mekanlara özlem dolu satırlar arasında kalıyor okur. Şairler, öykücüler, dergiciler, romancılar arasında gidip gelen muhayyilenin hüzünle hatırlattıkları. Deneme kitabına itibarın azaldığı bir dönemde böyle bir kitap yapmak cesaret işi. Uçurum ile kitabıın konuştuk.
“Tenhalayın Kalbimi” şiir kitabından sonra, yeni bir şiir kitabı beklediğimiz bir zamanda “Esmerliğime Bakma” adlı deneme kitabı ile bizleri karşıladınız. Şiir kitabından sonra neden den
Yeni şiirlerden oluşan bir şiir dosyam hazırdı hazır olmasına ama bu zamanda bir şiir kitabı kâfidir diye düşünüyorum. Bu hem yayınevlerinin şiir kitaplarına yaklaşımı bağlamında hem de günümüz edebiyatının şiir kitaplarına bakışı bağlamında böylesi iyidir diye düşünüyorum.
Şiirle birlikte denemeler de yazmıyordum. Deneme şiirin öz kardeşidir bana göre. Şiire ait duyguların nesirde en iyi ifade edildiği alan denemedir. Cümle yapısı olarak, anlatımdaki rahatlık olarak deneme şiirle çok yakındır. Ben de şiirden uzaklaşmadan yazdığım denemeleri “Esmerliğime Bakma” adlı kitapta bir araya getirerek şiirin gölgesinden uzaklaşmadan yoluma devam ettiğimi anlatmak istedim.
“Esmerliğime Bakma”, denemeler olarak çıkmış olsa da kitapta öykü denebilecek ürünler de yer alıyor. “Yağmura Yakalanmış Tren”, Koğuş Kalk!”, “Deniz Havası” buna örnek olabilecek ürünler. Öykü ile deneme arasında mı kaldınız?
Edebiyat edepten gelir ve haddini bilmek de önemlidir. Ben yazdıklarıma öykü dersem çizgiyi aştım sayarım kendimi. Ayrıca öykünün ustalarına da haksızlık etmiş olurum. Ben deneme olsun diye bir niyetle kaleme aldım bütün bu yazıları. Elbette bunların içinde benim yaşantım da var. Gerçek hayattan kişiler, mekânlar ve zamanlar da şahit yazdıklarıma. Bunları ele alırken kalemimin öyküye kayması doğaldır. Zaten yaşadığımız şu hayat uzun bir öyküden ibaret değil mi?
Bir konuyu işlerken verdiğim örnekler, işaret ettiğim gerçek dünyanın yüzü, öyküden de payını almakta. Zaten deneme içinde şiiri ve öyküyü barındıran bir türdür. Yer şiire kayan cümlelerin yanında öykü dilinin de denemeye konuk olması doğaldır.
Bazen öyle oluyor ki deneme olarak başlayan bir yazı şiire yaslanıp kalabiliyor. Kitapta yer alan, “Cennetim Olacaksın.” adlı yazıyı ben bir dergide şiir olarak yayınlamıştım. Sonradan bu yazının kitabın bütünlüğünü de düşünerek bu kitapta yer almasını istedim. Birkaç küçük değişiklikle kitaba
Kitapta ırmaklar, şehirler ve rüzgâr en sık karşılaşılan öğeler. Nedir bunların anlamı?
Hayatımda yer eden her şey bu kitapta yer aldı. Bu yüzden ırmaklardan, şehirlerden ve beni zamanlı zamansız savuran rüzgârdan uzak duramadım. Hayatımda yer eden üç şehir vardı ve üçünün de ortak özelliği ülkemizin en büyük ırmakları bu şehirlerden geçiyor. Sakarya, Sivas ve Tokat. Sakarya, Kızılırmak ve Yeşilırmak. Üçünde de taş sektirdim, ayağım değdi sularına. Üçünden de öyle büyük izler taşıdım ki içimde, beni hiç yalnız bırakmadılar.
Kızılırmak gibi asi dostlarım, Sakarya gibi hırçın günlerim ve Yeşilırmak gibi dupduru zamanlarım oldu. Siz de bilirsiniz; üniversiteye giderken her gün üzerinden geçerdik Kızılırmak’ın. Şimdi de her gün Yeşilırmak’la selamlaşıyorum. Irmaklardan uzak kalmak zor. Hele de denizden uzak kalmış biriysen, ancak ırmaklar avutabiliyor insanı.
Rüzgârlar var bir de. Zamansız esen ve beni bilinmeyen yerlere sürükleyen. Akışına bıraktığımda kendimi, işte tam böyle zamanlarda bir rüzgâr önüne katıyor ve beni yepyeni bir dünyaya sürüklüyor. Ve uçurtmamı havalandıran rüzgârlar var. Ne kadar çok yükselirse uçurtmam, o kadar uzaklaşıyorum hayatın keşmekeşinden. Bir umut işte.
Kitabın adından başlayarak bir “esmerlik” tüm kitaba hakim. Esmerliğiniz nerden gelmekte?
Esmerliğim topraktan. Hepimizde olduğu gibi. Fakat öyle bir makûs talih ki bu, yaşadığımız coğrafyanın insanlarında içlerine sinmiş bir esmerlik var. Şöyle dönüp de dünyanın haline bakacak olursak, nerede olursa olsun ezilenler, itilip kakılanlar hep esmer. Ortadoğu’nun kalbinden tutun da Kızılderililere kadar yüzleri ve kalpleri esmer insanlar her zaman zulme maruz kalmışlar. Filistin’deki çocuğun esmer elleri kadar, Irak’ta Amerika’nın gölgesinde her gün biraz daha esmerleşen yüzler kadar bizl
Esmerlik bir duruş bir tavırdır hayata karşı. Kızgın güneş altında esmerleşen yürekler nasıl ki günü geldiğinde zulme karşı galip geldiler, bizler için de yolar elbet bir gün düze çıkacaktır.
Zalimler olduğu müddetçe zulüm devam edecek, bu kesin. Umut ki bizi ayakta tutan yegâne güç. Şimdilik gücü elinde tutanlar yok etme içgüdüsüyle güçlerini ispatlamaya çalışıyorlar. Şu unutulmamalı ki, bizim esmerliğimize bakmasınlar. Gün gelecek ve inananlar yüz akıyla ayağa kalkacaklar.
dunyabizim.com