Müsteşrik dili
Bizim lügat kitaplarımızda âlim, ilmiyle amel eden kimse olarak tanımlanır. Batı’da İslami ilimlerle uğraşan müsteşrikler, kendilerine islamolog derler. Yani, İslam bilimci, İslam hakkında araştırma yapanlar, manasına. Bu bilim adamları içerisinde; kimisi yahudi, kimisi hıristiyan, hatta içlerinde ateist olanlar bile vardır. Bunların her biri, Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh gibi, İslami ilimler alanında uzmandır. İslamolog anlamında hiçbir zaman müslüman bir ilim adamı, kendisini tanımlayamayacağı gibi, yaptıklarıyla da o tanıma oturtulamaz. Oturtulabilmesi için, müslüman kimliğini bırakması gerekir. Müsteşriğin uğraştığı alanın dünyasına, itikadi anlamda bir saygısı sözkonusu değildir. Dilediği gibi, sınır tanımaz bir şekilde konuşur, eleştirir, yazar-çizer. Bu yöntemini, ifade özgürlüğünü yerine getirmekle ve bilim ahlakına uygun hareket etmekle tanımlar. Onun İslami ilimler alanında söylediklerinin sınırlarını, bağlı bulunduğu dinin ve kültürün kodları belirler. Kendi medeniyet evresiyle ilgili konuştuğunda, eğer pozitivist değilse, saygı ve hürmet dilini asla eksik etmez. Hatta, “öteki”nin, kendi geleneksel değerlerine hürmetsizlik yapmasından da hazzetmez. Yapan olursa da işi nefret suçuna dökerek hukukun yolunu açar. Onun böyle bir çifte standardı vardır, her zaman..
Ya kendisini İslam dininin otoritesi olarak gören ve bazı televizyon ekranlarında müsteşrik dili kullanan kimselere ne demeli?
İdeal anlamda Müslüman bir ilim adamı, Yüce Allah’ın el-Âlim ism-i şerifini kendisine ahlakî düstür edinmeli ve O’nun ahlakı ile ahlaklanmalıdır. Daha doğrusu, ondan bu beklenir. Çünkü: “Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar.” (Fâtır 35/28). İlmin ahlakı olduğu gibi, ilim sahiplerinin de bir ahlakı vardır. Bizim geleneğimizde değil ilme, ilim araçlarına kağıda, kaleme vb. bile bir saygı sözkonusudur. Meşgul olunan ilim, kendisine saygı ve hürmet oranında envârını ve esrârını açar, kişiye.. Böyle bir ahlakın temelinde edeb vardır. İlim adamı olmanın ilk şartı, insanın sınırlarını bilmesidir. İkincisi ise, kuvvetli delili bilmeden herhangi bir konuda konuşmamasıdır. Türkçe’mizde edeb sözcüğü; eline, diline ve beline sahip olmak anlamına gelir.
Gittikçe dini konularda edeb ve saygı dili terkedilmektedir. Maalesef kendisini asrın müçtehidi sanan ve televizyon ekranlarına kurulan bazı kimseler şöyle laflar edebilmektedir:
“Bu Kur’an’a da fazla güvenmeyin, aradığınızı bulamazsınız.”
“Hz. Muhammed’in dinde statüsü nedir?” bunu tartışmak lazım. Onun bu yaklaşımından maksat, Hz. Peygamberin nebevi sünnetini delil ve yaşam tarzı olmaktan çıkarmaktır. Yapılanların çoğu bu değil midir?
Öte yandan; “Muhammed, Hatice, Aişe, Ebubekir, Ömer, Osman” vb. gibi ifadeler kullanmak suretiyle, Yüce Allah’ımızın Kur’an’da övdüğü başta elçisi olmak üzere sahabe-i güzin efendilerimizi sıradanlaştıran bir dil kullanmak, nasıl bir mantıktır? Nasıl bir din ve edeb anlayışıdır? Nasıl bir ilim adamlığıdır, bu? Konuşmaya başladıklarında “sayın başkan, değerli katılımcılar” gibi saygı dili kullanan insanlar, bize İslam dininin taşınmasına hayatlarını adamış bu mübarek insanlardan saygı dili ve ifadelerini esirgemeleri, onları değersizleştirmek değil midir? Bu nasıl bir müslümanlık ahlakıdır?
Yine son zamanlarda İslam’ın referans sisteminin ayrılmaz bir parçası olan Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetini dinde bağlayıcı saymamak ve referansı sadece Kur’an’a indirgemek, daha doğrusu kimi sapkın görüşlerini Kur’an’a onaylatmak, nasıl bir aklın ve nasıl bir inancın ürünüdür? Kaldı ki, gönülleri boş olan bu zihniyetin ulemaya ve sulehaya da saygısı yoktur. Halbuki bizim kadim ulemamız, görüş ve yorumlarının akabinde çok güzel bir edeb dili kullanırlar: “Allahu a’lem bimurâdih/ Yüce Allah ne kastettiğini en iyi bilendir” ya da “vallahu a’lemu bissavâb/Allah doğruyu en iyi bilendir” şeklinde.. Bunun anlamı, benim bu konuda anladıklarım bunlardan ibarettir. Nihai, kesin bir yorum değildir, tartışılabilir demektir. Bizimkisi ise, kendi doğrusunu, mutlak bir doğru olarak tanıtmakta ve yanlışında alabildiğine israr etmektedir.
O halde yapılması gereken, yeniden edeb eksenli din dilini kurmak ve bu uğurda örnek oluşturacak öncüler yetiştirmektir.