Mutluluk, insanın içinde bulunan bir sevinç ve neşe halidir. Mutluluğun, kesin bir tanımını yapmak zordur. Sana, bana, ona, şuna göre değişir. Kimileri mutluluğu maddi alanda, kimileri manevi alanda ararlar. Mutluluk ise bir amaç değil, bir sonuçtur.
Mutluluk maddi değerlerle edinilemez, çünkü maddi değerler geçici olup, bir gün yok olacaklardır. Şu halde gerçek veya devamlı mutluluk, geçici olmayan manevi değerlere bağlı olup, ebediyen yaşayacak sevgi, şefkat ve dostluk gibi değerleri içselleştirmede aranmalıdır.
Kişinin yaşadıkça memnun ve mutlu olması için gereken şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmak ve yaşamaktır. Bu anlamda mutlu olanlar, başkalarının da mutluluğu için çalışanlardır.
Mutlu olmayı sağlayan birçok nedenden bahsedilebilir.
İnsan, hayata olumlu bakmalıdır. Güzel düşünen, güzel görür, güzel gören iyi davranışta bulunur. İnsan, elinden geleni yaptıktan sonra işin gerisini Allah’a ısmarlamalıdır. Biz buna tevekkül diyoruz. Bu anlamda tevekkül beşeri çabanın neticesinde işi Allah’a havale etmektir. Bunun bir diğer anlamı ‘kader’dir. O halde Hz. Peygamberin buyurduğu gibi ‘kim kadere iman ederse, kederden emin olur.’
Aza kanaat edilmelidir. Bu konuda bizden aşağıdakiler düşünülmelidir. Örneğin, hastaları, fakirleri, öksüzleri, açları, vatansızları düşünmeli ve kendi durumumuza şükretmeliyiz. Böyle bir iman, insanda kıskançlık gibi manevi hastalıklar karşısında iyi bir önlemdir. Aza kanaat etmeyen, çoğu bulamaz. Eğer insanın gönül gözü açsa, dünya gözü asla doymaz. Doyumsuz bir insansa, aç olduğu için sürekli tedirginlik ve sıkıntı içinde olur. Bu noktada her insan gönül dünyasını kontrol etmelidir.
Başkalarına iyilik yapılmalıdır. İnsan, bencil olmamalıdır. Ama ‘bencillik’ diye de bir huy vardır. Bu huyun cömertlikle değiştirilmesi gerekir. Bu anlamda iyi bir insan, kişisel mutluluğunu başkalarının mutsuzluğu üzerine bina etmemelidir. Dolayısıyla, meşrû ve helalından olmak kaydıyla her iyi insan, sahip olduğu değer ve nimeti başkalarıyla paylaşmalıdır. Çünkü yardım edilmesi gereken kimselere yardım etmek hem bizi mutlu eder ve hem de yardım ettiğimiz kimseyi mutlu eder. Böylece iki insan arasında sevgi köprüleri kurulur. Onun için Hz. Peygamber, içinde sıkıntı çeken bir kimseye, bir yetimin başını okşamasını önerir. Bu salt fiziksel bir temas değil, yetime kol-kanat germek ve onun yetim oluşunu unutturacak güzel davranışlar içerisine girmektir.
Mutlu ve huzurlu olmanın olmazsa olmaz ilkelerinden birisi de bize kötü bir davranışta bulunun kimseyi, affetmektir. Bundan dolayı dinimizde affetmenin en makbul olanı; muktedirken bağışlamak, iyiliklerin en değerlisi, kötülüklere karşı iyilik yolunu tercih etmek, merhametli oluşun en üstünü, acımayanlara acımak, bütün olumsuz tavırlar karşısında öfkeye yenilmeden; şefkat ve merhamet dilini elden bırakmamaktır. Örneğin, bir arkadaşımızdan beklemediğimiz bir çirkin söz ya da davranışla karşılaştığımız zaman bir daha böyle yapma diye affetmeli, kendimiz yapmışsak arkasından özür dileme erdemliliğini göstermeliyiz.
Öte yandan evvela insan kendisiyle barışık olmalıdır. Kendisiyle barışık olan insan, başkalarıyla da barışık olur. Kendisiyle kavgalı olan bir kimse, başkalarıyla da sürekli kavgalı olur. İç barışı korumak, ancak, insanın kendisini Yaratan yüce varlığa sonsuz güven duygusuyla sağlanabilir. Meselâ, yeni Müslüman olmuş bir kimseye niçin Müslüman oldun? sorusu sorulduğunda, çoğu defa onun “kendimi güvende hissetmek için Müslüman oldum” dediğini okumuş ve duymuşuzdur. Dolayısıyla, insanın ruhuna destek sağlayacak olan güçlü imandır. Bu sebeple mutlu insan mü’min insandır demek yerine, mü’min insan mutluluğu üretmesini bilen kimsedir demek daha doğrudur. Eğer kendi içimizde inşirahı oluşturamıyorsak, bu durum bizde, imanın halâvetini besleyen davranışlardan uzağız anlamına gelir. O halde herkes, bu noktada muhasebesini iyi yapmalı ve gönül dünyasını iyi keşfetmelidir. Netice olarak mutluluğu seküler tedavi yollarında aramak, imkânsızın yoluna girmek anlamına gelir.