Misafirlerim vardı Konya dışından.
2007 Mevlana yılı ilan edildi. Canhıraş bir çalışma var gözlemlediğim kadarıyla hem şehrimizde hem Hükümet nezdinde. Amaç, bunu fırsat bilerek Mevlana’yı, şehrimizi, kendi kültürel değerlerimizi tanıtmak ve bunu insanlığa sunmak.
En temel değerlerimizden birisi de misafirperverlik.
Misafirperverlik deyince akla ilk gelen şeyler neler? Güler yüz, ikramda kusur etmemek, geleni kendi evindeymişçesine memnun etmek rahat ettirmek vb.
Ben de öyle yapmaya çalıştım. Misafirlerimi ağırlamakta kendimce titiz davrandım.
Konya’ya gelen herkesin mutlaka görmek istediği yer neresi? Mevlana Müzesi.
Son günün büyükçe bir kısmını Mevlana Müzesine ayırdık ve yola koyulduk. Önce Müze kapısının önünde toplu fotoğraf çekildi. Sonra içeri girmek için kuyruğa. Zaten ana baba günü gibi kapı önü. Her dilden konuşuluyor. Kim kimin yakını kim sırada kim değil belli değil. Türkiye’de Topkapı Sarayı’ndan sonra ikinci en yoğun ziyaret alan yer diye biliyoruz. Hadi bu normal. Ben de misafirlerime siz şöyle sol tarafta bekleyin ben biletleri alayım dedim. Kuyruğa girdim. Bilet alınan yere kafamı uzattım. Birkaç soru soracağım. Çocuklar ücretli mi? Ya da yerli yabancı ayırımı var mı?
Ne mümkün cevap almak.
Normal bu yoğunlukta dedim. Sonuçta zor bir iş. Akşama kadar her gelene nasıl laf yetiştirsin?
Aldım biletleri. Misafirlere işaret ettim ve biletleri görevliye vereceğim. Öyle bir azarlıyor ki, beni mi hayır. Ben arkasındayım, yüzüme bile bakmıyor zaten. Şu yabancı………ların önünde utanmadan yaptıklarınıza bakın gibi bağırıyor. O nokta nokta yeri iyi duyamadım yalan söylemeyeyim şimdi. Ancak duymadığım bir kelimeydi. Ve ardından polis Mehmetali diye birkaç kez bağırdı. Bunlar beni ilgilendirmez. Ancak bu nasıl bir his diye sorarsanız? Hani Ramazan günü açsınızdır. Cebinizde para ya da yemek yiyecek yeriniz yoktur. Bir iftar çadırı bulursunuz. Kalabalıktır. İtiş kakış vardır. Görevliden fırça, hakaret yeme pahasına katlanırsınız. Ya da bir felaket olmuştur. Devlet ya da bir yardım kuruluşu ihtiyaç maddeleri dağıtıyordur. O hengâmede mecbursunuzdur. Her şeye katlanırsınız. Burada hissettiğiniz de ona benziyor. Misafirleriniz var ve ne yapıp edip kazasız belasız içeri girmek tüm hedefiniz. Görevlinin bağırıp çağırmasına katlanıp bir de hala ona gülümsemeye çalışarak bileti uzattım. Ne olur bana kötü davranma misafirlerim var. İçimden söylediğim bu.
Girdik. Ben elimden geldiğince yanımdakilere anlatıyorum. Neyin ne anlama geldiğini. Böylesine yoğun ziyaret alan yerlerde gönüllü ya da görevli rehberler olamaz mı? Çok mu zor? Bunun üstünde de durmadım zaten. İçeride tam karşıda kabirlerin olduğu yerde bir görevli sürekli ayakta duruyor. Görevli olduğunu boynunda asılı karttan anlıyorsunuz. Ona diyeceğim bir şey yok. Zaten öyle duruyor. Gerektiği zaman müdahale ediyor sanırım. Hani bir şey merak edip sorabilir misiniz? O bakışlarla hayır.
Matbah kısmı var. Mutfak yani. Kesinlikle abartmıyorum. Merdivenlerde bir görevli vardı. Ben önce özürlü kadrosundan işe alınmış birisi zannettim. Bunu hakaret nezdinde söylemiyorum. Yani özürlü ya da engelli olmak eksi bir şey değil. Ancak öyle olmadığı halde öyleymiş gibi görünmeyi anlayamıyorum. Sürekli ayaklarını sallıyordu ve mütemadiyen sakız çiğniyordu. Birden bir fotoğrafı engellemek için ayağa kalkınca konuşabildiğini ve ortopedik olarak normal olduğunu anladım.
Amacım kimseyi kızdırmak ya da aşağılamak değil. Belki ben de onların yerinde olsam aynı davranırdım. Çalışma şartlarını bilmiyorum. Fakat kesin olan bir şey var. Müze personeli ya memnuniyetsiz, ya da bir başıboşluk var. Veya bu derece önemli bir yerde görev yaptıklarına dair bir farkındalık eksikliği var ki, bu anlamda eğitilmeleri gerekiyor olabilir.
Ben Müzeden çıktıktan sonra bunları yazmayı düşünmedim aslında. Bir çok kurumda da zaten bildiğimiz ve alışık olduğumuz davranış türü. Biz bir birimizi biliriz. Oradan Şems Türbe ve Camii’ ne gittik. Sonra da uğurlayacaktım misafirleri. Mevlana ve Şems’i ziyaret etmemize rağmen hepimizde bir durgunluk. Yorgunluk diyeceğim ama çok da uymuyor. Nedeni ne diye düşününce bunlar aklıma geldi. Umarım subjektif değildir yazdıklarım. Ve umarım bu arkadaşlarımı üzmem. Onların nezdinde başta kendim olmak üzere hepimizi ikaz etmek istiyorum. Özellikle önümüzdeki yıl için.
Bir anekdot nakletmek istiyorum. Bir gün Merhum Hacıveyiszade Hoca efendiyi müftülüğe şikayet etmişler, namazda sallanıyor diye. Hoca da birisini görevlendirmiş. Dikkat et hakikaten öyle mi yapıyorum diye. Namazdan sonra adam: Hocam hafif sallandınız sanki demiş biraz da edebinden mahcup olmuş. Hoca efendi demiş ki: evladım ben üç yerde aklımı yitiriyorum. 1. Namazdayken, 2. Peygamber(sav) in adı geçince, 3. Misafir geldiğinde…
Yetkililerden ricam, müzeye gelenleri Hz Pir’in misafirleri gibi göremezler mi?
www.pozitifdegisim.com