‘Eski bir doğu zehirlenmesinin hikayesidir’ Narla Kan. Doğu siyanürdür. Keşiştir. Sultanlar diyarıdır. Saltanatını kaybeden, topraklarına topraklar katan, kafaları giden, tahttan inen ve yeniden çıkan sultanlar diyarıdır.
“Hep sultan kalacağım bu topraklarda/
…babilde kadınların eteklerinin kilden/
kalplere değişi.. köleler, esrik dürtüler/
kendi masalımı içerden uyarlıyorum.’
Keşke hiç çıkmasaydık masallardan. Karşılaştığımız her güçlüğü yeniden uyarlayabilseydik masalımıza. Ama öyle olmadı. Masalları terk ettik. Çıktık kitapların dünyasından ve karşımızda yalnızlık:
“yalnızlığa bağlanıyorum kırık bir açıyla”.
Artık “esrarı nefesleyen yoldayım”
Doğu dedik ya. Ortanın Doğusu biraz da susuzluktur hikmetin, savaşın, sefaletin ve artık bu binyılda patlayan/patlatılan bedenlerin bolluğuna inat. Binlerce cenazedir yine. Cenazede patlayan bir bedendir yine ortanın doğusu. Doğunun ortası. Kırık açı, kırgın, kırılmış açı.
…
“Zehirli bir ırmaktım, salgıladım kendimi/ Doğunun kalbinde sen ne çarpıcı imlasın.”
Yukarıda tırnak içine alınmış dizeler Şair Akif Kuruçay’ın Mart 2007 yılında Ebabil Yayınları arasından çıkmış olan ilk şiir kitabı “Narla Kan”dan alınmıştır. Uzun, epey uzun bir zaman dergilerde şiir yayınlayan Akif Kuruçay şiirlerini kitaplaştırmak için de epey uzun bir zaman bekledi. Belki geç kaldı diyebiliriz. Ancak sonunda kitaplaştı. İmge ve dizeleriyle beni tarihin derinliklerine götüren, fantastik çağrışımlar uyandırarak beni çarpan bir şiiri var Kuruçay’ın. Bazen tek başına bir kelime, bir dize ve/ya şiirin tamamı sizi alıp götürüyor, kendi iç dünyanıza, masallarınıza, hala aşınmamış, her nasılsa var kalmış olan şiirden etkilenen ruhunuzun içine dokunuyor. İçte böylece insanı kuşatan bir dil, duyarlılık sahibi. İç zenginliğinizi harmanlayan, dalgalandıran ve çarpan yapısı içinde şiiri okumak keyif verici bir hal alıyor. Bu duyguyu seviyorum. Her metinde ya da şiirde hissedemediğim, bulamadığım bir efsun bu ya da aşk. Şiire mündemiç bir aşkınlık, çığlık. Naralar atıyor:
“Ey ten kafesinde çoğalan! Kırılgan
itaat
-tanrım o pıhtıyı sıyır, sıyır kalbimden”
…
Doğu ve masal dedik ya, şiirlerin başlıkları da bu mecradan akıp gidiyor. Doğu, siyanür, kahin ve derken Şehrazad sonrasında Sinbad, Harut, Mansur, Nil, Nilüfer... Şiirler tematik açıdan bir bütünlüğe işaret ediyor. Israrla bir şeyi/yeri işaret ediyor şiiriyle Kuruçay. Hayalimizin mi geçmişimizin mi kalbimizin mi doğusu bilemiyorum.
“Ben doğu korosunun en tiz sesli ağıtçısı
Unuttum, hangi dildeydi adım
Nasıldı ağlanışı.”
“Tanrım bana kükreyen sular gibi bir suret bağışladın”
“Narla Kan” “Ateşle Kan” hep kan, kimseye kanmadan arada bir, bir şiir okuyorum ‘Narla Kan’dan. Şiir üzerine yazılanı okumaktansa şiiri okumak daha anlamlı geliyor bana. Çünkü düzyazının doğası, şiirin gücünü ve etkisini yansıtmaktan uzaktır. Ondandır şiirin kendisine bırakıyorum satırları. İkinci kitap ne zaman diye sormak istiyorum bir yandan.
MANSUR/ Akif Kuruçay
“ah ilenç! ruhta karar kılan tarihsel kırlangıç. dudaklarında
lamelif olmuş açılıyor kanatları arzın. belâ.
entarisinin düştüğü yerde mansurun büzülüyor kainat.
toprak ve eğrilen dalları güllerin. alev damlatıyor esrarı
bu tuhaf yakınlaşmanın. birden savrulan entarisinden
hurufun önünü açıyor cüzzamlı bir rüzgar.
enel hu... enel hu... enel hu... bu nefes yalazı kimin.
bol ahenk titreşimi sazlarda kinin. dönüyor, semada
çarparak birbirine, alınganlığı aşkın ve dinin.
cisim dar. Kendine sırat olur dil sidretül müntehada.
Kırılmış kelimelerden yayılan melâm... tavasin...
mansur:
kalbin lâin geometrisi.”