İsmail DETSELİ
Belki bu da hocamıza yakıştırılmış bir efsanedir… Ama eskiden beri günümüze kadar büyüklerimiz hep anlatırdı. Bundan sonra da anlatılmaya devam edilecek… Çünkü konu çok gülünen ve bizim mizah kültürümüzün güzide insanı merhum Nasreddin Hoca. Ayıplanacak veya küçümsenecek bir öykü de değildir. Halka anlatılmasında sanırım bir beis de yoktur.
Hem de bana göre kıssadan hisse alınması gereken çok güzel ve kültürümüze uygun bir anlatımdır.
Bu yıl Nasreddin Hocanın 800’üncü doğum yıldönümü münasebeti ile Akşehir belediyesince çeşitli etkinlikler düzenlenecekmiş. Bu konu ile ilgili bir açıklama yapan Akşehir Belediye Başkanı Dr. Mustafa Baloğlu, hocamızın doğum yıldönümü anısına PTT Genel Müdürlüğü’nün Nasreddin Hoca mizahına uygun çok miktarda hatıra pulu bastırdığını, bu pulların da yıla ayrı bir anlam kazandıracağını söyledi. İşte ben de Türk kültür mizahının ustası hocamız hakkında çocukluğumdan beri büyüklerimden dinlediğim menkıbe ve birçok hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu dünyaca ünlü hocamıza ait bir şeyleri siz okuyucularıma aktarabilirsem kendimi mutlu addederim.
İŞTE DİLDEN DİLE DOLAŞAN EFSANE
Değerli okurlarım ben dinlediğimden beri üzerinde düşünürüm. Hocamız ile efsane arası
Merhum Nasrettin Hoca çocukluğunda da çok nüktedan konuşmaları ve hareketleri ile güldürmeye müsait bir kişiliğe sahipmiş.
Bu haslet onda delikanlılık çağına geldiğinde de devam etmiş.
Muhterem hocamız üç arkadaşı ile medresede okurken bu üç talebesini çok seven ve bunların zekâsına ziyadesiyle güvenen ve sırlarını bunlarla paylaşan, bütün bilgilerini bunlara vermeye çalışan çok muhterem, dürüst, akıllı, ulema bir hocaları varmış. Bu hoca efendinin yanında üç tane talebesi Cafer, Mansur ve Nasrettin… Yatılı, geceli-gündüzlü okulun tatil günlerinde bile hocaları ile birlikte olan bu üç arkadaş bir dakika bile hocalarının yanından ayrılmazlarmış.
Efsane bu ya, çok değerli hoca efendilerinin güzel mi güzel, çok sevimli pamuk gibi bir kuzusu varmış. Hoca efendi canı et istediği zaman bu kuzuyu keser, etini yer, tekrar kuzunun kemiklerini bir araya getirir, dua eder, Allah da bu kuzuyu yeniden diriltirmiş.
Günlerden bir gün hoca efendi iki üç günlük mecburi bir seyahate çıkmak ve eski bir hoca arkadaşını ziyarete gitmek ister. Ve bu kuzusuna kendisi gelinceye kadar iyi bakmalarını sevdiği talebeleri Cafer, Mansur ve Nasrettin’e tembih eder… Onlar da bu işi memnuniyetle kabul ederler. Zaten başka şansları da yoktur. Ayrıca yıllardır içlerinden atamadıkları büyük bir merakı da gidermek için hocanın gitmesine adeta sevinirler. Hoca gidince bu üç arkadaş akıllarında bu merakı gidermek için baş başa verirler. Derler ki “Yahu biz bu hocanın talebeleri değil miyiz?” “Evet”, “biz bu hocadan yıllardır derse almıyor muyuz?” “Evet”, “peki biz onun yaptığını yapamaz mıyız?” “bal gibi de yaparız. Biz de şu güzel pamuk kuzuyu kesip yiyelim, sonra da hocamızın yaptığı gibi kemikleri birleştirip dua edelim. Tekrar kuzuyu diriltelim, et ihtiyacımızı da giderelim” derler. Fikir üç arkadaş arasında benimsenir ve işleme başlarlar… Hemen kuzuyu yere yatırırlar, ayaklarını bağlarlar. Cafer besmele ile kuzunun boğazını bıçakla keser. Mansur da hemen derisini yüzer. Bizim Nasrettin de karşılarına oturur onların yaptıklarına katıla katıla güler. Kuzunun etini afiyetle yerler, sonra kemikleri bir araya getiriler dua ederler, efsane bu ya kuzu dirilir ayağa kalkar. Ama ne yazık ki bu işte acemi olan talebeler kuzunun bacak kemiğin birisini yanlış yere koydukları için dirilen kuzunun bir ayağı (aksak) topal olur. Kuzunun tekrar kesilmesi için belirli bir zaman geçmesi gerektiğinden de, tekrar kesme şansları olmaz, onun için de kuzunun ayağının topallığını hocadan gizleyemezler. Hoca nihayet gittiği yerden gelir ve önce kuzusuna bakar… Aman Allah’ım kuzusunun ayağı topal. Bu kuzuyu kim yaptı böyle der? Cafer “hocam üçümüz tuttuk ben boğazını kestim” der. Mansur “hocam ben de derisini yüzdüm” der. Nasrettin de “hocam ben de bunlara bakıp güldüm” der. Hoca bunlara “peki kemiği niçin eğri koydunuz da kuzumu böyle topal bıraktınız” diye sorar… “Hocam daha sizin bilginize ulaşamamışız özür dileriz, affet” derler ama kuzusunu çok seven hoca efendi “ben de size intizar edeceğim cezanızı bulacaksınız” der. Ve Cafer’e döner der ki “senin de bu kuzu gibi başın böyle kesile.” Mansur’a da “senin de bu kuzu gibi derin böyle yüzüle” der. Nasrettin’e dönerek “Sana da kıyamete kadar insanlar tarafından gülüne” der. Bunların intizarının aynen vuku bulduğu rivayetlerde söylenir gerçekler tarihte gizlidir diyelim. Ve hocamıza ait olduğunu sandığımız birkaç az bilinen fıkralarından buraya yazıp yazımı bir şiirle noktalayacağım.
ALLAH ŞÜKÜR
Hoca merhum bir gece evinde dalgın uykuda yatmaktadır. Hoca efendinin hatunu telaşla uykudan uyanır ve “hoca efendi hoca efendi bahçede bir hırsız var” der. Hoca uykulu gözler ile “okumu yayımı getir hatun” der. Hanım getirir… Hoca oku yaya takar gerer ve bahçeye doğru fırlatır. Hanıma “yat ben hırsızı vurdum der” ve kendisi de yatar.
Sabah erkenden kalkan hocanın hanımı gündüzden yıkayıp bahçedeki dallara kuruması için serdiği kaftanın her yerinin delik deşik olduğunu görür ve koşarak hocaya gelip “efendi sorma senin ok gece kaftanını delip geçmiş kaftan pek kötü olmuş” deyince nüktedan Hoca “ohh Allah’a çok şükür” der. Hanımı “Hoca kaftanın mahvolmuş neye şükrediyorsun” deyince “Nasıl şükretmem hatun iyi ki içinde ben yoktum ya kaftan üzerimde iken ok delip geçseydi” deyiverir.
ÇATIDA ALLAH VERSİN
Hocamız bir gün yağmurlar yağmadan çatıdaki kiremitleri aktarmak için dama çıkar. Çatı çok yüksektir kapıya bir dilenci gelip ısrarla kapıyı tokmaklar. Hoca yukarıdan seslenir “Kim o ne istiyorsunuz?” Adam yine ısrarla “Hoca efendi biraz aşağı gel” der. Hoca yine sorar “Ne istiyorsun be adam?” “Yahu aşağı gel dedim hoca efendi buradan olmaz söylemek” der.
Zaten yukardan adamın kim olduğunu görmeyen hoca güç bela aşağı iner kapıyı açar baksa ki dilenci. “Buyur efendi” der. “Hocam Allah rızası için bir sadaka lütfet bu fakire” deyince. “Gel “der yanına alır ve taaa çatının tepesine çıkarır… Oraya vardıklarında da “hadi Allah versin efendi” der. Bu duruma çok kızan dilenci “Madem bir şey vermeyeceksin ‘Allah versin’ diye aşağıda söylesen de ben de işime gitsem olmaz mı be adam!” deyince… Hoca, “Sen de ısrarla beni aşağı çağıracağına ‘Hoca Allah rızası için bir sadaka ver’ desen de ben buradan gönlümden kopanı sana atsam olmaz mıydı? Sen beni aşağı lüzumsuz yere çağırdın ben de seni bu çatıya inip çıkmanın zorluğunu anlatmak için çıkardım. Şimdi de boş gönderiyorum itiraz yok hadi bakalım ödeştik” deyiverir.
NİÇİN AĞLADIN HATUN
Yine merhum hocamızın muhterem hanımı bir gün erkenden kalkmış, çorbayı hazırlamış, hocayı acele acele dürterek uyandırıp sofraya çağırmış… Hoca yüzünü yıkayıp sofraya oturunca hatuna “Bekleme beni canım yemene bak bende geldim işte” demiş. Hanım hocaya biraz kızar gibi yaparak kaşığı çorbaya daldırır dolu kaşığı ağzına götürünce sıcak çorbadan ağzı yanar, gözlerinden yaşlar akar. Hanımın ağladığını gören uyku mahmuru hoca sorar “Hanım niçin ağlıyorsun?” “Sorma rahmetli anacığım bu çorbayı çok severdi o ölen anam aklıma geldi de ondan ağladım” der. Hoca da kaşığı daldırır çorbaya; ağzına dolu kaşığı götürür…Birden yanan ağzın telaşı ile onun da gözleri yaşarınca bu sefer hanım sorar “Sen niye ağladın acep efendi?”
“Anan gibi temiz pak ve dürüst hanımların ölüp de senin gibilerin hala dünyada yaşadıklarına ağladım” deyiverir.
İşte bundan sonrasını Ozan İsmail hicvederek şiire dökmüş, gelin olanları onun şiirinden de gülerek okuyalım.
Dünyayı güldüren Nasrettin hoca medreseye giderken
Cafer, Mansur adındaki talebelerle arkadaşlık ederken
Bu üç arkadaş hem bilgili hem de hepsi çok da akıllı imiş
Hocaları ile beraber medresede kalıyorlar okul yatılı imiş
Bunların hocasının bir kuzusu var ki sevimli mi sevimli
Hoca senede bir keser etini yer yavru kuzu da verimli
Kuzu medresenin kenarında her gün yayılır otlar
Kuzunun her özelliğini bilir bizim talebe çocuklar
Hocanın canı et isteyince kuzusunu keser yer
Sonra kemikleri birleştirir ardından dua eder
Kuzu sanki hiç kesilmemiş gibi sağlığına kavuşur
Bunu bilen üç talebesi de hocaları ile yarışır
Bu böyle eski bir efsanedir hep anlatılır gelir
Kesilip öldürülen canlılar hak emriyle dirilir
Hoca efendi bu kuzusuna canından iyi bakar
Tüylerini tarakla tarar da iki günde bir yıkar
Çocuklar seyrederler hocanın kuzuyu kestiğini
Etlerini yiyerek duayla bu kuzuyu dirilttiğini
Kemiklerini dikkatlice bozmadan yerine yerleştirir
Altı ay bir sene sonra kuzuyu eski haline getirir
Bir gün hoca iki üç günlüğüne okuldan ayrılmak ister
Kuzusuna iyi bakmalarını talebelere tembih eder
Amanın buna iyi bakın ben bir yere gideceğim
İki üç günü geçmeden çabuk geriye döneceğim
Tamam derler sayın hocamız sağlıkla git yoluna
Hiç korkma bir şey olmaz biz var iken kuzuna
Hoca ayrılır medreseden huzurlu bir kalp ile
Bizim muzip talebeler düşünürler üçü birlikte
Yahu biz bu hocanın talebeleri değimliyiz
Bu kuzuyu kesip yiyerek tekrar diriltmeliyiz
Üç kafadar bir sabah kuzuyu yatırıp keser
Cafer keser Mansur yüzer Nasrettin ise güler
Etini yerler kuzunun kemiklerini dizerler
Ayak kemiğinin birinin yerini bilemezler
Okumuşlar birçok dua kuzucuk ayağa kalkmış
Yürü derlerde yürüyemez bir ayağı topalmış
Hoca gelir gittiği yerden bakar kuzusu topal basar
Bu kuzuya ne oldu diye hışımla onlara sorar
Üçü birden derler ki hocam bizler sana imrendik
Hoca olabildik mi acep diye kendimizi denedik
Cafer ben boğazını kestim Mansur derisini yüzdüm der
Nasrettin bunlar kesip yüzerken ben bunlara güldüm der
Hocaları çok çok üzülürde bunlara derinden intizar eder
Cafer e senin başın kesilsin Mansur a derin yüzülsün der
İntizarlar tuttu derler söylenenler hep gerçek oldu
Bizim Nasrettin hocamızda güldürmeden payını aldı
Ey Nasrettin bunlar kesmiş sende bakıp gülmüşsün
İnşallah kıyamete kadarda insanlarda sana gülsün
Bu hocanın dilekleri kabul olmuş mudur bilinmez
Hikâye bir efsane olabilir kim derki hocaya gülünmez
Ozan İsmail der ki gelin hocalardan bilgi alalım
Onların yap dediğini yapalım istemediğini yapmayalım
Eğer büyük lafı tutulursa kabul olur belki dilekler
Hocalara asi olursa talebeleri onlara da gülerler