Nazmi Sırıt

50’lerin, 60’ların Konya’sında su topu ve yüzme takımında, okçulukta, basketbolda kendisini ispatlayan, ardından mesleğinde yükselirken Özal’lı dönemlerde ANAP İl Başkanlığı yapan, sosyal, kültürel çalışmaların mimarı Nazmi Sırıt

Konya'nın Meşhur ve Meçhul Yüzleri: Nazmi SIRIT

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

1953 yılının 29 Şubat’ında Kürkçü Mahallesi Hisar Sokak No 16’da dünyaya gözlerini açan konuğumuz Nazmi Sırıt 4 yılda bir yaş günü kutlayan nadir isimlerden. Yeni yapılan düzenlemeyle nüfus cüzdanında artık 1 Mart doğumlu olarak görülüyor.

Baba Necati Sırıt küçük bir esnaf. Bedesten içinde, tenekeciler içinde terzilikten örücülüğe geçtiği için Örücü Necati diye biliniyor. O zamanların Konya eşrafından, halim selim, kendi halinde bir insan. Günlük kazanan, günlük tüketen ve çevresinde de herkesin saygı ile yad ettiği güzel bir insan. Anne Hatice Hanım ev hanımı. Müşfik, yardımsever, çevresinde iyi tanınan, sevilen bir insan. Minik Nazmi’nin ilk yılları Piri Mehmet Paşa Mahallesi’nde, İplikçi camisinin hemen arkasında geçecektir.

EVİMİZİN DAMI YAZIN BEMBEYAZ

PAPATYALARLA, KIŞIN İSE

BEMBAYAZ KARLA KAPLI OLURDU

İsterseniz bundan sonrasını değerli konuğumuz Sayın Nazmi Sırıt’tan dinleyelim: Babam Konya Karatay Piri Mehmet Paşa doğumlu, annem merhum ise Bozkır Üçpınar Hacı Yunuslar’da doğmuş. Annem dünyaya geldikten sonra öksüz kalmış. Konya’ya gelmiş ve zaman içerisinde de babamla evlenmişler. Ben üç kardeşin ortancasıyım. Abim Nazif Sırıt geçen sene rahmetli oldu. Koyu mu koyu bir İdmanyurdu taraftarıydı. Kız kardeşim Nedime Göktaş’ın öğretmen eşi Atilla Göktaş Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyelerinden. Doğduğum ve büyüdüğüm ev İplikçi Camii’nin hemen arka sokağında, cümle kapısının hemen sağında, iki göz odası, bahçesinde küçük bir izbesi ve müştemilatı olan toprak damlı bir evdi. Kışın kar yağdığında damını kürürdük,  baharda ise bu damın üzerinde bembeyaz papatyalar açardı. Nostaljik bir eski yapıydı.

YÜKLÜKTE BANYO YAPAR,

MABEYNDE GAZ OCAĞI YAKARDIK

O günler sanki bir başka dünyaydı. Yüklüğünde banyo yaptığımız, mabeyninde gaz ocağında yemek pişirilen küçük mutfaktan oluşan bir ev bizim küçük dünyamızdı. Gerçi o yıllarda herkes birbirinin tıpatıp aynısı gibiydi. İhtişamdan uzak, mütevazı yaşam sürdüren insanlardı hepsi. Dürüst, samimi, kötü gün dostlarıydılar. O günlerden ne kaldı derseniz, neler kalmadı ki güzel hatıralardan başka.

ERMENİ ASILLI EKMEKÇI HAYIK’IN

SICAK MİS GİBİ KOKAN EKMEKLERİ

Siperi kalkık tüylü şapkası ile neredeyse tüm Konya’nın ekmekçi amcası, Ermeni asıllı vatandaşımız Hayık’ı tanımayan bilmeyen var mıydı? Antalya arabasına monte ettirdiği kapalı kasa ekmek arabasına her gün Fenni Fırın’dan yüklediği mis gibi kokan o sıcak ekmekleri sokak sokak dolaşarak dağıtan, o yaşlı ihtiyarı hatırlamayan var mı acaba? Elbette muzırlık deyince üzerimize yoktu sanki. At arabasının dingiline oturmak, zaman zamanda şoför mahallinde atlara deeeeh demek, sonra da mahalle mahalle ekmek arabası ile dolaşmak büyük zevk veriyordu bizlere.

ESKİ ÇORAPLARLA TOP OYNAMAK,

LASTİK ÇEMBERİ ÇEVİRMEK,

YEDİ KİREMİT, CARK CURK,

KABARALI TOPAÇ ÇEVİRMEK

Yaşıtımız bebelerle analarımızın eski çoraplardan büzdürüp diktiği o toplarla oynanan mahalle maçları ne güzel olurdu. Lastik çember çevirmeyen, harman biç yapmayan, yedi kiremit, aşık, cark curk oynamayan var mıdır ki aramızda? Bisküvi kutularına gerilen beyaz ambalaj kağıdının arkasında yakılan mum ışığında Karagöz Hacivat oynatmayan var mıdır ki? Sünnet düğünlerinde berberin kestiği yaraya penisilin tozu basılırken bir taraftan tavana asılı ipte sallanan halka şekeri kapmayan var mıdır ki? Ortası delik, eski iki buçuk liralık demir paralara iğde çekirdeği sokup da fır döndü oynamayan, Çıkrıkçılar İçi’nde Çıkrıkçı Ahmet ağadan kabaralı veya çivili topaç alıp da çevirmeyen olabilir mi? Şimdi düşünüyorum da bugünkü çocuklar çok, gerçekten çok şanslı. Onların envai çeşit elektronik oyuncakları var. Bilgisayarları, cep telefonları, laptopları var. Yokluğu, sefaleti hep bizim nesil çekmiş.  Ankara’daki teyzemle görüşmek için postanenin önünde annemle birlikte saatlerce beklediğimizi, nöbet tuttuğumuzu hiç ama hiç unutamıyorum.

SİYAH ÖNLÜK, KOLALI BEYAZ YAKALAR, MEST LASTİKLER

İlkokula Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’nda başladım. Siyah önlük, beyaz kolalı yaka, mest lastik ile tanıştığım o günleri, ilk günkü heyecanımı bugün gibi hatırlıyorum, hiç unutamıyorum.  Sınıf öğretmenimiz Pakize Tezgüt’e emanet ettiler beni, ‘Eti senin, kemiği bizim olsun’ diye. Okusun da adam olsun, vatana, millete hayırlı evlat olsun diye. Yıllar birer birer geçerken biz de birer birer sınıfları atlıyorduk. Bizim için Pakize hocanın öğrencisi olmak gerçekten büyük bir şanstı. İlkokul yılları denildiği zaman hep arkadaşlarla Dede Bahçesi’nde, oranın havuzunda yüzmeyi öğrenmemiz aklıma gelir.

OKULU BİTİRME SINAVINDA

NURİ SESİGÜZEL’İN ‘FIRIN ÜSTÜNDE

KÜREK, AHHH YİNE YANIYOR YÜREK’

TÜRKÜSÜNÜ SÖYLEMİŞTİM

O zamanlar ilkokulu bitirebilmek için sınavlar yapılırdı. Bu beşinci sınıfı bitirme sınavlarında müzik dersinde öğretmenlerimizden oluşan bir de heyet olurdu. Sınıfa girdiğimiz zaman bana ‘Hadi bakalım bir şarkı türkü söyle’ demeleri üzerine Nuri Sesigüzel’in ‘Fırın üstünde kürek ahhh yine yanıyor yürek’ türküsünü söyledim. Ve başarılı olarak öğretmenlerimizin alkışları ile sınıfı geçtim, okulu bitirdim.

4 BİLYALI TEKER AHŞAP KUTU

VE BUZLARIN İÇİNDE SOLAKLAR’IN

GAZOZUNU BAĞIRARAK SATTIĞIM GÜNLER

Yaz tatilleri boş geçmesin diye aile bütçemize bizim de katkımız olsun isterdik. Tamirci Mustafa abiden temin ettiğimiz otomobilden çıkma 4 bilyalı teker, portakal kasası gibi ahşap bir kutunun altına yerleştirildi mi uç kısmına da kol tutmak için iki sap ilave edildi mi, oldu mu sana küçük bir ticari araç. Sonra da beni tutabilene aşk olsun. Larende yokuşunda Solaklar’ın gazoz imalathanesinden baba sermayesi ile satın alınan iki kasa gazoz, baruthane yanındaki buzhaneden temin edilen bir kasa buz, sonra da başla avaz avaz bağırmaya ‘32 dişe keman çaldırıyor. Var mı buz gibi gazoz içen? diye. Ver elini Kayalı Park, ver elini Alaaddin tepesi. Hani fena da değildi kazancımız. Biraz daha işi büyütelim istedik. Büyük düşünmeye başladık. Kadınlar Pazarı’ndan yoğurt aldık, ayran yaptık. Attarlardan limon tuzu aldık, şekerli suya ilave edip limonata yaptık. Onları bir de güzel sattık. Zaman zaman iş değişikliğine de gittik. Bazen İplikçi Cami’nin, bazen de Alaaddin Cami’nin önünde namaz çıkışlarında namaz takkesi, tespih, dönemsel olarak da ramazan imsakiyesi sattım. Çok ilgimi çekmesine rağmen sokak aralarında kayıp kız ‘Ayla’ya ağıtlar yakan, destan satanlar vardı. Bir tek o işi çok istememe rağmen yapamadım.

ORTAOKULDA KRAVAT BAĞLAMAYI, SAÇLARI YANA YATIRARAK TARAMAYI ÖĞRENDİK

Derken ortaokul yılları başladı. Mapushanenin bitişiğindeki en eski okullarımızdan Karma Ortaokulu’na yazdırdılar bizi. Kenarında sarı sakındırak şeritli subay şapkasına benzeyen okul şapkaları. Hepimize değişik hava da vermişti artık. Kravat bağlamaya, saçlarımızı yana yatırarak taramaya başlamıştık. Bir taraftan okul ve dersler, diğer taraftan sosyal faaliyetler ve spor.

BEDEN EĞİTİMİ ÖĞRETMENİ BOYACI CEVDET İLE SPOR YILLARIMIZ

Beden eğitimi öğretmenimiz -nur içinde yatsın- nam-ı diğer Boyacı Cevdet, yani Cevdet Şenyurt hocamız Konya’da yetişmiş o dönemdeki pek çok başarılı sporcunun hem abisi hem de hamisi idi. Hentbol, basketbol idmanları, okul maçları derken yine yaz tatilleri.

DEDE BAHÇESİ’NDE

YÜZMEYİ ÖĞRENMİŞTİM, AMA

KAZIM ADMIŞ HASİP ŞENALP İLE

HEP ŞAMPİYON OLUYORDUK

O yıllarda Dede Bahçesi’nde yüzmeyi öğrenmiştim. Daha sonra da büyüklerin gittiği stadyumda bugünkü havuzun yerinde yer alan eski yüzme havuzu günleri başlamıştı. Sevgili hocam Kazım Admış beni Yolspor’un lisanslı sporcusu yapmıştı. İlk lisansımı da yüzme ve su topu takımında Konya Yolspor’da 1966 ya da 67’de çıkardık. Aynı zamanda su topu takımında oynuyordum. 100 metre, 200 metre kelebek yüzüyordum ve Konya hep şampiyon oluyordu. Kazım Admış, Hasip Şenalp, Osman Anadol, Selahattin Soylu. Ben onların yanında küçüktüm tabii. Deplasmanlı gençler su topu şampiyonasında Ankara Mülkiye ile oynadık. Orada 2-2 kalıp, Konya’da 2-1 yenerek tur atladığımız maçlar vardı. Ankara’da da, Konya’da  da atılan 4 golün 4’ünü de ben atmıştım. Santrfor oynuyordum.

BASKETBOL OYNUYOR, OK ATIYORDUK

Kadir Türkan, Ali Yaman, Birant Türkkan ve bendeniz Konya okçuluk takımını oluşturduk İstanbul Tozkoparan okçuluk yarışları da dahil olmak üzere değişik illerde okçuluk yarışlarında Konya’yı temsil ettik. Konya şampiyonu olduk. Basketbola Hasan Özkaplan’ın açtığı yaz kursları ile başladım. Daha sonra kulüp takımlarına dağıldık. Ben de İdmanyurdu’na geçtim. Aileden İdmanyurdlu idik. İdmanyurdu genç takımında, Yolspor’da, daha sonra Konya Demirspor’da oynadım. Bununla beraber hem Erkek Lisesi hem de üniversite takımında oynadım. Uzun yıllar bu sporu yaptım. Değişik şampiyonluklar aldık. Yolspor Anadolu kupasında şampiyon, Selçuk Üniversitesi olarak da üç defa grup birincisi olan bir takımın oyuncusuydum.

BİR GÜNDE BEŞ AYRI İŞTE ÇALIŞIYORDUM ARTIK

Aile bütçesine katkı, iş güç telaşı başlamıştı artık. Burada okurken biz ticaret işini büyüttük. Ortaokul sonlara doğru ise insanlar tek bir iş dahi bulamaz iken o küçük yaştaki sorumluluk beni günde beş değişik iş yapmaya yönlendirdi. Yaz aylarında dayım karpuz kavun komisyoncusuydu. Eski baruthanenin olduğu yer hal binasıydı. Evimize de çok yakında. O sabahın beşinde patika yoldan, hale ulaşır, saatin 5.5’undan 7’sine kadar bir kamyon karpuzu kavunu indirir, bedelini hemen cebime koyduktan sonra doğru eve gelirdim. Rahmetli annem giriş saatimi bilir, kahvaltım da hazırlanmış olurdu. Çok acele çayımı içtikten sonra yaz aylarında bana verilen kart ile Beden Terbiyesi’ndeki yüzme havuzundaki cankurtaranlık görevine giderdim. Bu iş sabah 8’den akşam 5’e kadar devam ediyordu. Bu aradaki süre yine benim ticaret yapma noktasında uğraştığım bir süre oldu. Yüzme bilmeyenler için lastik tamircilerinden temin edilmiş eski patlak lastiklerden 8–10 tane patlak lastiğin tamirini yaptıktan sonra bunların üzerine yağlı boya ile 1’den 10’a kadar numara vermek sureti ile yüzme havuzu içerisinde benden daha küçük bir çocuğa aylık maaş vermek sureti ile bu lastikleri kiraya vermeye başladım.

Sonra düşündüm, hayat zor, daha da kazanmalıyım dedim. O dönemleri yaşayanlar bilir. O tarihlerde Konya’da bu kadar otomobil yoktu. Konya’da en fazla binilen bisikletti. Konya havuzuna gelen bisikletli insanlar bisikletlerini gelişigüzel sağa sola koyuyorlardı. Havuzun bir köşesine iki tane kazık çakarak, ip gererek, orada belki de ilk bisiklet otoparkını kurdum.

Havuza gelen bisikletli insanların bisikletlerini içine koyduk. Kendilerine de bir numara verdik. Çıkışta numaralarını verdiler, bisikletlerini aldılar, ama ücretini de ödediler.

HAVA KARARINCA İSPANYOL BARCELONA SİRKİ’NDE BİLET KESERDİM

Saat 5’te mesainin bittiğini hatırlıyorum. Stadyum içinde kurulan İspanyol Barcelona sirkini ve lunaparkını unutmaz bizim o nesil. Ben de havuzdan çıktıktan sonra o lunaparktaki salıncaklar bölümünde gece 11’e kadar bilet keserdim. Dolayısıyla sabahın erken saatinden dayımdan aldığım ücret ile güne başlayıp akşam hava karardığı zaman beş tane ücret çocuk yaşta cebime giren para olurdu. Bu para ile hem aileme yardımcı oldum, hem de aynı zamanda okul hayatımı gayet güzel, kimseye muhtaç olmadan sürdürme becerisini gösterdim.

ERKEK LİSESİ’NDE OKUMAK ÇOK BÜYÜK BİR ONURDU

Lise yılları artık bıyıklarımızın terlediği, fiziksel olarak da güçlendiğimiz yıllar oluyor. Şimdi dikkatinizi çekmek istiyorum. Ben Erkek lisesinin son mezunlarındanım. Okulun ismi daha sonra Gazi Lisesi oldu. 1967-68’de lise yıllarım başladı. Pek çok ünlüyü de yetiştiren Konya Erkek Lisesi’ne kayıt oldum. Bu okulda okumak çok büyük bir onurdu. ‘Ufkumda tarihin en güzel sesi, yükselir bir yuvadır Erkek Lisesi.’ Bu marş yıllarca benliğimden hiç silinmedi. Ölenlere rahmet olsun, Konya’mızın en meşhur hocaları hep bu okuldaydılar. Okul Müdürümüz Nail Bey, biyoloji hocamız Fahri Baba, kimyacı robot Ziya, müzik Şadiye hanım, fizik Tezcanlar, matematikte Ömer Mestçiler, coğrafyada kör Ömer ve daha nice kıymetler. Hepsini saygı ile, şükranla yad ediyorum.

CIVILOĞLU’NDA Kİ DEVLET MİMARLIK MÜHENDİSLİK AKADEMİSİNİ KAZANDIM

Selçuk Üniversitesinin nüvesini temsil eden Konya Mimarlık Mühendislik Akademisi yeni kurulmuştu. Okulun ikinci yılında mimarlık bölümüne girdim. Bu yıllar Türkiye’nin en zor ve sıkıntılı yıllarıydı. Terörün, anarşinin, öğrenci olaylarının doruklara çıktığı, geride acı, gözyaşı ve kanın kaldığı sıkıntılı yıllardı. Böyle bir dönemde üniversite hayatıma başladım. Okulumuz da bir eğitim yılını Cıvıloğlu’nda, üç yılını da şimdiki Kız Yetiştirme Okulu’nun binasında okudum. Okulu 1976’da bitirdim.    

DUVAR YAZILARININ HESABINI KİMSE SORMADI

70’li yıllar Türkiye’de büyük kaosun yaşandığı, sokakların alev alev yandığı, geride kan gözyaşı ve acıdan başka bir şey bırakmayan kahrolası yıllar olmuştur. 6 bin insanımız o günkü terör olaylarında hayatını kaybetmiş, 30 bin insanımız sakatlanmış ya da yaralanmıştı. 1980 ihtilali ile birlikte 50 binin üzerinde insan ise cezaevlerine düşmüştü. Aslında o yılların analizini etmek için uzun boylu kitap, dergi karıştırmaya gerek de yok. O yıllarda duvarlara birisi ‘Devrim kanla yazılır’ diğeri ‘Kurtuluşa kadar savaş’ bir diğeri de ‘Ne Amerika ne Rusya ne Çin, her şey Türkiye için’ yazardı.. Hiç kimse ama hiç kimse duvarlara bu yazıları yazan o çocuklara şunu sormadı. Gençler devrim kanla yazılıyor diyorsunuz, kimin kanını dökeceksiniz? Kurtuluşa kadar savaş diyorsunuz, kimden kurtulacaksınız kimle savaşacaksınız? Milli birlik ve beraberliğimizi bozmaya matuf bu hareketler karşısında elbette seyirci kalamazdık. Hele hele Anadolu kültürü ile yetişen, aile terbiyesinde vatan, millet, bayrak kavramları bütünleşen bizler de bu kavganın doğal olarak bir tarafı olduk. Keşke hepimiz o gençlik enerjimizi hep beraber bu ülkenin geri kalmışlık zincirini kırmak üzere harcasaydık, keşke bilimsel çalışmalara yer verseydik de dünyanın en saygın ülkesi biz olsaydık. O dönemlerimizden dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadım, çünkü Türkiye bugün de aynı şekilde bölünme noktasına gelirse, yine o rolü o görevi seve seve üstlenirim, üstleniriz…

ÖNCE KARAYOLLARI, DAHA SONRA BALIKESİR

1971 yılında Yolspor oyuncusu iken o yıllardan itibaren 76 yılına kadar Karayolları’nda yaz aylarında geçici işçi statüsü ile iş imkanı sağlanıyordu. İlk kamu görevime 1976’da kısa bir süre, bir buçuk senede Balıkesir Toprak İskan’da kısım amirliğinde çalıştım.

DİYARBAKIR 7. KOLORDU’DA ASKERLİK

77 sonunda Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı’nda Siirt, Van, Hakkari Şemdinli, Şırnak Mardin bölgelerinin inşaat kısım amirliğini asteğmen olarak yürüttüm. Ayrılıkçı tohumların filizlendiği, özellikle o bölgede ciddi olayların yaşandığı, Diyarbakır ve Silvan’da ‘Kürdistan’a hoş geldiniz’ yazılarının duvarlara yazıldığı yıllardı.  Üzücü dönemlerdi o dönemler.

ASKERLİK SONRASI RAHMETLİ NİHAT BİRCAN’LA ÇALIŞTIM

Askerlik dönüşü Rahmetli Nihat Bircan’a ait olan birkaç kooperatifin kontrol mühendisliğini yaptım. Öteden beri en büyük arzum serbest çalışmaktı. Askerlik sonrası kamu görevine dönmeyerek Doktorlar iş hanında kendi büromu açtım. Yıl 1980.

Kendi yağımızla kavrularak haysiyetimizle onurumuzla ticari bir mücadeleyi vererek bugünlere kadar geldik.

RAHMETLİ AKHAN İLE KTO MECLİSİ’NE GİRDİK

1982 yılında rahmetli Remzi Akhan ile birlikle listemizi oluşturduk. Konya Ticaret Odası 10. grup mühendisler ve mimarlar, müteahhitler olarak üç listenin yarıştığı seçimden çok büyük farkla kazanarak Ticaret Odası Meclisi’ne geldik. KTO meclis çalışmaları esnasında Yönetim Kurulu Başkanı sayın Rahim Özkaymak’a o dönemde çalışmalarına katkı verdik. Ticaret Odası binasının ve konferans salonunun yapılması esnasında rahmetli Remzi Akhan ile birlikte teknik destekler sağladık.

82 YILINDA FERHAN HANIMLA DÜNYA EVİNE GİRDİK

82 yılında o dönemlerdeki aile büyüklerimiz zamanın geldi, askerliğin bitti, okulun bitti. İş hayatında ayakların yere bastı, artık seni bir evlendirelim dediler. Kabul ettim. Sonuçta Ferhan hanımla evlendim. İki çocuk babasıyım. Oğlum Necati Alper bu yıl Hacettepe İngilizce İktisat bölümünü bitirecek. Kızım Ayben de nasip olursa önümüzdeki yıl Bilkent Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olacak.

86’DA ANAP’TA YENİ DÖNEM

O yıllarda oda, borsa ve benzeri kuruluşlarda görev alanların siyasi partilerde görev yapması kanun gereği mümkün değildi. Ben de 1985 yılında meclis üyeliği yerimi, Mimarlar Odası eski başkanlarından rahmetli Ali Seven’e bırakarak öteden beri en büyük arzularımdan biri olan ülkeye siyaset yönü ile faydalı olabilmek düşüncesiyle Anavatan Partisi’ne katıldım. Bu arada ilk kongrede Anavatan İl Sekreterliği’ne seçildim ve değerli büyüğüm Abdullah Üzülmez’in Başkanlığında daha sonra iki dönem de İl Başkan Yardımcılığı’na getirildim. 1995 seçimleri sonrasında kongre ile ANAP İl Başkanlığı’na seçildim. 98 yılında ikinci kez kongre ile il başkanlığına getirildim. Bu görevim 99 seçimlerine kadar devam eti.

BENİ SİYASETE BAĞLAYAN HACER TEYZE

Burada beni siyasete bağlayan önemli bir olaya değinmek istiyorum. Bir gün büromda otururken kapı çalındı. İki büklüm yaşlı bir teyze Nazmi Sırıt ile görüşmek istiyorum dedi. Buyur ettim. Çay söyledim, bana derdini anlatmaya başladı. Hem ağlıyor, hem de gözyaşlarını mendili ile siliyordu. Hüyük Kıreli’de yaşayan teyze önce kocasını kaybetmiş. Bu ihtiyar teyzenin öğretmen kızı biraz uzaklarda görev yapıyormuş. Hayatta tek dayanağı kızının Kıreli’ye atanmasını benden talep etti. Durumuna çok üzüldüm. Merak etme ilgileneceğim dedim. Soluğu Milli Eğitim Müdürü Recep Metin beyin yanında aldım. Durumu kendisine anlattım. Ve yardım istedim. Kendileri de yardımcı olup bu isteği yerine getirdiler. Ana kız muratlarına ermişlerdi. Teyzenin gözyaşları da dinmişti. Bu olay beni çok etkilemişti. Zaten öyle buyurmamışlar mıydı ‘İnsanların en hayırlısı insanlara en fazla hizmet edendir.’ Sonra 1991 seçimleri geldi çattı. Ben de üçüncü bölgeden 4. sıra adayı gösterildim. Tercihli sistem vardı, ama hiç buna çalışmadım. Kıreli’de seçim çalışmasındaydık. Bana birisi dışarıdan bir kadın seni çağırıyor dedi. Gittim o yaşlı kadın Hacer teyzeydi. Bana hoş geldin dedikten sonra ‘aman çok gayret et, seni milletvekili yapacağız, tercihe çalışıyoruz’ dedi. Bu sözler karşısında çok duygulandım. Sandıklar açıldığında Kıreli’nde 34 tercihli oy çıkmıştı bana ki o yaşlı kadının yaptığı kadirşinaslık, vefalı davranış karşısında emin olun gözüm yaşardı ve benim siyasi hayatımda bu olay çok önemli bir kilometre taşı oldu

SİYASETTE LEKE ALMAMAK ÖNEMLİ

Siyaset zor bir zanaat. Siyasette leke almadan çıkabilmek olağanüstü mahiret ister. Zira siyasette çamur atarlar, çirkin sözlere muhatap olursunuz. Ben Allah’a şükrediyorum ki Konya’da öyle bir siyasetçi olarak anılmadım. Seçimler sonrasında seven sevmeyen herkes bana tek bir söz söylediler. ‘Sen düzgün işler yaptın. Sen partizanlık yapmadın. Sen hem kendinle barışıktın, hem de toplumun bütün katmanları ile barışıktın. Ama senin elinde olmayan sebeplerle 28 Şubat süreci seni sandıkta boğdu’ dediler. Bana bunun için de üzülme telkininde bulundular.

ÇOCUKLARIMA ONURLU, DÜRÜST

BİR SİYASİ MİRAS BIRAKTIM

Ben hayatımın her döneminde ikinci olanı yapmaya çalıştım. Siyasette, ticarette ne elde etmek istedimse mutlaka çalışmayı, alın terini ve mücadeleyi esas aldım. Zaten onlara sorulsaydı farklı da bir sonuç çıkmazdı. Ama yine ifade ediyorum, sevindiğim yegane şey çocuklarıma iyi, dürüst, onurlu bir siyasetç mirası bırakmaktan ibarettir.

GEÇ FARK ETTİM TAŞIN SERT OLDUĞUNU,

SUYUN BOĞDUĞUNU, ATEŞİN YAKTIĞINI

20 yıl politikacılık yaptım. Aklım erdi ereli ticaretle uğraşıyorum. Bugün geriye dönüp baktığım zaman Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Geç fark ettim taşın sert olduğunu, su insanı boğar, ateş yakarmış’ satırlarını şimdi çok daha iyi anlıyorum. Bugün geriye dönüp baktığım zaman yaptığım hiç bir şeyden utanmadım, pişmanlık duymadım, çok şükür yüzüm de kızarmıyor. Çünkü hep doğruları yapmaya çalıştım. Alnım açık, başım dik Konya’nın her sokağında, her caddesinde yürüyorum, yürümeye de inşallah devam edeceğim. Çocuklarıma bırakacağım en büyük miras bu olacak.