Bu devirde genç olmak gerçekten zor... Yaşım biraz onlara göre ilerleyince onların halini bir üst basamaktan seyredip acıyorum onlara… İçinizden birçoklarının yazının başlığını görünce hemen “Tabi… Tabi…” diye kafa sağlayacaklarını biliyorum. En azından tahmin ediyorum. Ama isterseniz bana katılıp katılmamaya yazının sonunda karar verin.
Diyelim ki 15 yaşlarında bir gençsiniz. Genç, okul denilen dört duvarın arasına zorla kapatılacak. Sınıfta kalmazsa dört yıl, kalırsa bu süre uzayacak… Bu delikanlının bir okulda okuyup diploma almak gibi bir niyeti de yok… Ama kimse ona böyle bir niyetinin olup olmadığını sormadan bu sistemin içine dâhil edecek. Diyelim ki bu genç, dört yıla razı oldu… “Ne yapalım elle gelen düğün bayram…” dedi.
Ama bununla bitmedi… Üçüncü yıla geçecek. Herkes buna “Hangi bölümü seçtin? Hangi üniversiteye gideceksin?” diye sormaya başlayacak… Hoppala! Şimdi bir de üniversite kaygısı mı? Anne baba başta olmak üzere çevrenin bununla ilgili çok büyük beklentileri olacak… Mutlaka çalışmalı ve iyi bir üniversiteye girmeli… Buna ait kazanan ve kazanamayanlarla ilgili birçok da örnek verilecek. Onun kıskanması ve motive olması (!) istenecek…
Geçenlerde bir misafirimiz vardı. Misafirimiz eğitici birisi. Bir telefon görüşmesi yaptı ve telefonu kapatınca konuşmaları bize özetledi. Arayan bir akrabasıymış… Bu akrabanın geçen yıl liseyi bitirmiş bir oğlu varmış. Geçen yıl üniversite sınavında bir milyon kişinin arkasında bir puan almış. Şimdi baba soruyor: “Bu çocuğu hangi dershaneye versem daha faydalı olur?” misafirimiz ona; “Senin tarlaların var, ineklerin var. Önünde bir işin var. Bu gence o işleri öğret. Onlara sahip çıksın. Dershaneye gerek yok…” ama babanın anladığını sanmıyorum…
Bütün aile, eş –dost, akrabalar, onun dershanesi denemeleri ve sonunda da üniversite sonucuyla ilgilenecek… Bunu soracaklar. Gel de çık işin içinden… Sekiz yıllık zorunlu eğitim döneminde bir okulda çalışmıştım. Kendi adını yazabilen, ancak babasının adını yazamayan öğrencileri mezun etmiştik. Şartlar böyle. İnanın suç benim değil… Şimdi düşünün onların liseye geldiğini… Sonra üniversite kaygısına düştüğünü…
Neyse lise bittikten sonra bu gençler bir kısmı iyi kötü bir üniversiteye girecekler. Ama üniversiteye girmekle dert bitmiyor… Ondan sonra da buradan mezun olmak, arkasından KPSS'yi kazanmak var… İster üniversite okumamış olsun, isterse de okusun; iş bulma kaygısı başlayacak. Türkiye'de ekonomik kriz var. Bazı fabrikalar kapanıyor ve mevcut işçilerin bile bir kısmı işten çıkarılıyor. Böyle bir hengâmede bu delikanlının da işe ihtiyacı var.
Bu durumun en kötü yanı ne biliyor musunuz? Bu genç, iş aramaya gittiğinde ona özel becerilerini ve farklı marifetlerini soruyorlar. Bunların en iyi bildiği şey; cep telefonu ile oynamak ve bilgisayarda sosyal medya sitelerini gezmek… Bunu da marifetten saymıyorlar… 18 yaşına kadar zoraki okulda hapsedilmiş bu delikanlıların iş bulma hayali de böylece zora giriyor. Ben okulların kötü olduğunu söylemedim haşa! Öyle anladıysanız suç sizin…
Ailelerin beklentileri sadece üniversite değil elbette… Onlar; çocuklarının ahlaklı, temiz, dürüst, güvenilir, namuslu, dindar bir insan olmasını istiyorlar. “Bunun neresi kötü?” demeyin… Tabii ki çok güzel… Öyle de olunmalı… Ama kitaptan nasıl yüzme öğrenilmezse, bu saydığımız ahlaki erdemler de öğrenilmez… Ahlak; bir hal transferidir. Bulaşıcıdır yani… Babasına, annesine, çevirisine, konu- komşuya bakacak… Akrabalarını irdeleyecek… Öğretmenlerini gözlemleyecek… Sonra çevresine uyumlu bir hal alacak… Hiç kimse bu delikanlının çevresine bakmayacak. Lakin suçu da ona yükleyecek…
Dedim ya bu çağda genç olmak çok zor… Ben daha burada evlilik muhabbetlerinden bahsetmedim. O sayfalara gelmedi dersimiz… Allah kolaylık versin…