Çok fazla değil, 2002 yılı oncesine kadardı. 1970-2002 yılları arasında yazıımızın başlığı olan, 'Ne olacak bu memleketin hali?' sorusunu her gün duyar veya her yerde okurduk.
İşte o yıllarda; gazete manşetlerinde hepimizi üzen bir haber bu soru cümlesiyle manşet edilirdi. Köşe yazarı yazısına, 'Ne olacak bu memleketin hali?' ile başlar bununla bitirirdi.
Televizyon haber saatlerinde haber spikeri o günün herkesi üzen birden çok haberi sunarken,'Ne olacak bu memleketin hali?' cümlesi ile haberleri sunmaya başlardı.
Televizyonda sunulan açık oturum proğramlarının yapımcısı proğramına katılan konuklara, 'Ne olacak bu memleketin hali?' sorusunu sorarak proğramını başlatırdı.
Tüm yazılan, çizilen, sunulan bu soru cümlesi ile başlar, bu soru cümlesiyle bitirilirdi.
Aslında, 'Ne olacak bu memleketin hali?' soru cümlesi, 1970-2002 yıllarını ve 1970 öncesini en iyi anlatan, hatırlatan, özetleyen bir cümleydi. Fakat o yılları yaşarken; içinde yaşadığımız sıkıntıları, zorlukları, acıları, çaresizlikleri, üzüntülerimizi hatırlattığı ve dertlerimizi debreştirdiği için hakaret gibi algılardık moralimiz bozulurdu.
1960-2002 yılları arasında beş askeri müdahaleye maruz kaldık. Demokrasi ve siyasete müdahale edildi. Siyaset hep dizayn edildi. İstediklerini yaptıracaklarını, istediklerini siyasete getirdiler.
1960-2002 yılları arasında 3 dönem hariç ülke koalisyon hükümetlerine mahkum edildi. İki partili, üç partili koalisyon hükümetleriyle yönetildik. Azınlık hükümetleride kurulmuştu. Etkin dış ve iç güçler, seçim öncesi hangi partilerin hangi oy oranıyla meclise gireceğini belirlerdi. İstedikleri tutmayıncada hükümetler üzerinde ayar yaparlardı.
O yıllarda enflasyon ve faiz yüksek seyretti. Akşam yatmadan önce zam haberleriyle yatar, sabah zam haberleriyle uyanırdık. Zamsız geçen bir günümüz olmazdı. Anneler çocuklarına süt ve mama alamıyorlar, babalar evine ekmek almakda zorlanıyorlardı.
Dövizin serbest bırakıldığı 1983 den sonrada döviz moralimizi bozmaya başladı. TL döviz kuru karşısında her gün değer kaybediyordu. Dövizle borçlananların elleri yanıyordu. Yüzbinlerce insan iflas etti, işini kaybetti, ocaklar dağıldı.
Üç büyük ekonomik kriz yaşandı. Üç defa büyük devaluasyon yaşandı. Her krizde, halk ve devlet % 50 fakirleştik. Faizler % 100 leri, gecelik repolar % 7500 lere dayanmıştı.
Türkiye yurt dışına bağımlı olduğu petrolü ve enerjiyi almak için döviz bulamaz duruma gelmişti. Devlet Fuel oil i almadığından devlet binaları, okulların kaloriferleri yanmadı. Devlet çalışanları paltolarını çıkarmadan çalışmak, okul idarecileri, öğretmenler, öğrenciler soğukda eğitim yapmak zorunda kaldılar.
Yurt dışında, Türkiye'nin ve Türk insanın itibarı düşüktü. Yurt dışında yaşayan gurbetcilerimizin ve yurt dışına çıkan kardeşlerimizin boynu büküktü. Kendilerine, 'Hangi ülkedensin, nerelisin?' sorusu sorulmaması için kenarda dururlardı, yere bakarlardı.
O yıllarda, vuruk, kırık, dökük, dağınıklığına, eskiliğine bakarak bir binanın, mekanın devlet kurumu mu? özel mülküyet mi? olduğunu anlardınız. Tabelasına bakmanıza gerek kalmadan. Nerede bakımlı, yeni, derli toplu bina-yapı gördüğünüzde de,' Bu özel mülkiyet.'derdiniz. 2002 den sonra bu bakış ve anlayış değişmiştir.
Yukarıda saydıklarımız ve daha sayamadıklarımızın hepsi geride kaldı. Eskiden bizlerin durumunu, ne halde olduğumuzu anlatan, özetleyen, moralimizi bozan, 'NE OLACAK BU MEMLEKETİN HALİ?' soru cümlesi söylenmiyor ve konuşulmuyor. Herşey geride, eskide kaldı.