Necati Kökat

Derbent’te bir zabıta memurunun oğlu olarak dünyaya gelen, bugünse sendikacı olarak işçi dünyasının ve Konya siyasetinin sessiz, ama sevilen ve sayılan ismi Necati Kökat

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri


Derbent’te bir zabıta memurunun oğlu olarak dünyaya gelen, bugünse sendikacı olarak işçi dünyasının ve Konya siyasetinin sessiz, ama sevilen ve sayılan ismi Necati Kökat


Necati Kökat 1956 yılının 6 Temmuz günü Derbent ilçesinde ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Baba Hüseyin Kökat, belediyede zabıta memuru olarak çalışırken, anne Ayşe Kökat ise evde evinin kadını, tarlada eşinin en büyük yardımcısıydı. Zaten dağlık bir yerleşim alanı olan Derbent’te Kökat ailesinin evi de o yüksek dağın hemen eteğindeydi. Alt tarafı ahır olan iki katlı ev tipik bir dağ eviydi. Üstelik sokakları son derece dar olduğu için de taşımacılık ancak eşeklerle yapılabiliyordu. Hüseyin ve Ayşe çiftinin beş çocukları oldu. İbrahim, Fadime, Naciye, Necati ve Lütfi. Necati Kökat’a “Doğup büyüdüğün ev?” dediğimiz zaman aklına hemen evlerinin etrafındaki ağaçlar ve işleye işleye bitmeyen verimli tarlalar geliyordu. Babasının Saracık mevkiinde tarlaları vardı.


BİR DE BABA HÜSEYİN’İN MÜTHİŞ DİSİPLİNİ Necati Kökat, çocukluk yıllarını anlatırken o yıllarla ilgili olarak en çok babasının taviz vermediği disiplini aklına geliyor ve ekliyordu: Babam çok disiplinliydi. Onun yanında otururken, ayağımızı bile şöyle bir uzatamazdık. Oysa nedendir bilemiyorum evin en yüzlüsü bendim. Zaman zaman da haşarılık ve yaramazlık yaptığım olurdu. İlk çocuk ilk oğlan filan olmadığım halde biraz yüzlüydüm. Yine de babam çok disiplinliydi.


MAHALLE KAVGALARINDA KAFA GÖZ YARILIRDI


Derbent’te Hacı Ahmet Mahallesi, Cami-i Kebir, Yukarı Mahalle gibi mahallelerimiz vardı. Cumartesi ve Pazar tatil günlerinde okuldan çıktığımız zamanlar tarlalarda çalışırdık. Bir de nedenini hala bilemediğim mahalle kavgaları yapardık. Taşlarla sopalarla birbirimize girerdik. Kafa göz yarılırdı.


EN BÜYÜK HAYALİM BİR BİSİKLETİMİN, BİR DE ATIMIN OLMASIYDI


Çocukluk dediğiniz zaman en büyük özlemlerim aklıma geliyor. Derbent’te sadece iki kişinin bisikleti vardı. Ben de o çocuk halimle hep bir bisikletim olsun isterdim. Zaten bisikleti olanların, ailelerinin durumu da çok iyiydi. Bazı ailelerin de atları vardı. Harman yerinde biz öküzleri kullanırdık. Öküz çekerdik, çünkü bizim atımız yoktu.


KAĞNININ OKU SIRTIMA VURUNCA TEKERLEK ÜZERİMDEN GEÇTİ


Babam herkesin yaptığı gibi çiftçilik yapardı. Kağnımız vardı, bir gün babam kağnıyı yükledi. Babam çok sinirli bir adamdı. O gün ben de her zaman olduğu gibi öküzlerin yanında yürüyordum. Babam bir ara hayvana bağırınca ürktü ve kağnının oku sırtıma vurdu. Yere düştüm ve o anda kendimi toparlamaya vakit bulamadan koca teker üstümden geçti. Acıdan bayılmışım. Kendime geldiğim zaman acılar içerisinde kıvranıyordum. Köy yerinde doktor filan yok ki. O gün beni bir keçi derisine çektiler. Zaman içerisinde iyileştik. Ama hala o gün bugün o tekerin izini ve acısını hala nefes aldıkça hissederim.


TOP OYNAMAYI BECEREMEZDİM. ARKADAŞLAR HATIR İÇİN ARALARINA ALIRLARDI


İlkokula Derbent’te gittim. Okul Müdürümüz Mevlüt Özer’di. Derbentli’ydi. Okulda başarılı bir öğrenciydim. Okumayı yazmayı ilk öğrenenlerdendim. İyi top falan oynayamazdım. Daha doğrusu top oynamayı da beceremezdim, ama çalışkan olduğum için arkadaşlar hatıra binaen beni aralarına alırlardı. Unutamadığım, hala görüştüğüm okul arkadaşlarımdan bazıları Memduh Tekin, Mehmet Coşar, Ramazan Yalçın, Kazım Karalar, Recep Karakol, İsmail Fidan’dı.


ÇOK GÜZEL TÜRKÜ SÖYLERDİM


Okulda müzik dersim çok iyiydi. Sesim de güzeldi. Solo söylerdim. Türküyü çok severdim. Mesela ‘Fırat kenarında yüzen kayıklar’ türküsünü çok iyi söylerdim. Nuri Sesigüzel ve Ahmet Sezgin sevdalısıydım. Derbent’te böyle ozanların, şarkıcıların kitapları, dergileri geldiği zaman ben hepsini alırdım. Öğretmenlerimizden Kasım Vidinli, Bekir Beryam, Ömer Güngör’ü unutamıyorum. Son sınıfta çok çalışkan olduğum için öğretmenleri gelmediği zaman bazı alt sınıfların derslerine, girer onları ders verirdim. Türkçe’yi çok severdim. Okuyup anlatmam, yorum yapmam iyiydi. Tarih dersini sürükleyici bulurdum. Ama hiç resim yapamazdım. Boş zamanlarımızda yaylaya giderdik. Koyun-keçi otlatırdık.


BABAM OKUMAMI İSTEMEDİ, TUĞLA OCAĞINA GÖNDERECEKTİ


İlkokulu bitirdikten sonra babam benim okumamı istemedi. Ama annem benim okumam için büyük gayret gösterdi. Bizim köylüler hep tuğla ocağında çalışırdı. Babam da benim tuğla ocağında çalışıp, eve para getirmemi istiyordu. Okumak konusunda babamla ciddi bir mücadelemiz oldu. Maddi durumumuz iyi olmadığı için ev kirası, okul masrafı babamı haklı olarak düşündürüyordu. Ama annem babamı ikna etmesini bildi. Konya’ya gelerek Karma Ortaokulu’na kayıt oldum. Ova Un Fabrikası’nın orda, tarlanın sonunda, demiryoluna yakın bir yerde dayımın oğlu ve sınıf arkadaşım olan Memduh Tekin’le ev tuttuk. Çok değişik bir ortamdı Konya. Ayağımda lastik ayakkabı vardı ve babam çok kalın bir kumaştan takım elbise yaptırmıştı.


ANNEM BİZE HEYBEYLE EKMEK, SOĞAN, PAPATES GÖNDERİYORDU


O zamanlar Derbent ve Konya arasında ulaşım çok zordu. Hafta sonlarında gidip gelmemiz mümkün değildi. Ama annem, heybeye yiyecek koyar gönderirdi. Bazlama, yufka, patates, soğan ve fırın ekmeği gönderirdi. O zamana kadar ailemden hiç ayrı kalmamıştım. Orta bire başlamışız, daha çocuğuz. Okuldan geliyoruz, evde yemek yok. Ev soğuk, soba yakılacak.


İLK YIL 12 DERSİN 8’İ ZAYIF GELDİ


O yıl birinci dönemin sonunda karnemde 8 zayıf geldi. Yani 12 dersin 8’i zayıftı. Oysa çok çalışkan bir öğrenci olmama rağmen ders çalışamıyordum. Konya’ya alışamamıştım. 1 N sınıfında Gülizar Başak isimli öğretmenimiz vardı. Türkçe ve Yurttaşlık derslerine girerdi. Bana ‘Not defterini açtıkça, senin zayıflarını görüyorum’ demişti. İkinci dönemin sonunda bu zayıfların hepsini kurtardım. İlk yarı bitip de köye gidince babama karneyi almadım, vermediler diye yalan söyledim,. Çünkü dayak yemekten korkmuştum. Ama ikinci yarıda bütün zayıflarımı temizleyerek sınıfımı geçtim.


KARMA ORTAOKULU’NDA ÇOK İYİ ÖĞRETMENLERİMİZ VARDI


Sınıf öğretmenimiz Mevlüt Selek’ti. Bana bir ağabey, bir baba gibi yardımcı oldu. Okulu sevmemize yardım etti. Okulda büyük ağabeyler vardı. Müdürümüz Şeref Kişmir’di. O vefat edince Ömer Ali Öncel Müdür oldu. Coğrafya öğretmenimiz Cevdet Bey, Almanca hocamız Bekir Gök, Matematikçimiz Cevdet Tongarlak, Müzik Öğretmenimiz Mehmet Kutluk’tu. Bu insanlar o zamanların gerçekten çok iyi öğretmenleriydiler. Daha sonra İbrahim ağabeyimin, Şeker Fabrikası’nın yanında bir evi vardı. Oraya geldik.


DEMİRYOLLARI MESLEK LİSESİ’Nİ TERCİH ETTİK


Son sınıfa geldiğimiz zaman, Demiryolları Meslek Lisesi’nin olduğunu duydum. Orası Demiryolları’na eleman yetiştiriyormuş. Buraya imtihanla giriliyormuş. Hem okuyormuşsun hem de para kazanıyormuşsun. Çıraklık okulu gibi bir şey. İmtihan Eskişehir’de oldu. İmtihana girdik ve kazandım. Yıl 1969. 4 yıllık bu okulu kazanmıştım. Hem okuyorduk hem de atölyelerde ustaların yanında çalışıyorduk. Para kazanıyordum. Tesviye bölümündeydim. EVLİLİK VE ASKERLİK 1974 yılında askerliğime bir yıl kala, ailem beni evlendirip göz baş etmek istedi. Artık para da kazanıyordum yaaa. 1974 yılının 31 Mart’ında evlendik. Evlendikten sonra da İstanbul Ayazağa, 3. Kolordu Komutanlığı tankçı olarak çavuş rütbesiyle gittim. Askerliğimi de burada tamamladım. Askerliğimizin bitmesine 100 gün kala askerlikte 75 gün indirim yapıldı. Hiç de izin kullanmamıştım. O erken gelişim binim için unutulmaz bir anı oldu. 2 çocuğum var. Hüseyin ve Ayşe isimlerinde. (Bu arada hafifçe gülerek, utanarak, sıkılarak “Aynı zamanda torun sahibiyiz. Dedeyiz’ deyiveriyordu.)


80 İHTİLALİ’NDE BİR ALBAY’IN İŞÇİ ODALARINI ARAMASI BENİ SENDİKACILIĞA İTTİ


1980’de ihtilal olmuştu. Bizim işimiz gücümüz belliydi. Öyle siyasetle filan da uğraşacak durumumuz yoktu. Vaktimiz yoktu. Gücümüz yoktu. Ama ihtilalden sonra bir gün bir Albay Depo Müdürü ile biz işçilerin bulunduğu barakaya girdi. Bütün işçi dolaplarını filan öyle bir aradı ki onun bu tutumu, tavrı bana çok dokundu. Ortada hiçbir şey yoktu. Ama o albayın bize karşı tavrı çok ağırıma gitmişti. O gün mücadele etmemiz gerektiğine, hakkımızı aramamız gerektiğine, haksızlığa ise dur dememiz gerektiğine inandım. Bu durumu gidip Sendika Başkanımız Nuri Tekkarpuz’a söyledim. Böylece bizim sendikacılık hayatımızda başlamış oluyordu


SENDİKA BAŞKANLIĞI’NDA BASAMAK BASAMAK İLERLEYİŞ


Bizim sendikal hayatımız, mücadelemiz 1983’te başladı. 1986’da yapılan seçimlerde yönetime girdim ve yönetim kurulu üyesi oldum. 1989’da Mali Sekreter, 1999’da ise Genel Sekreterliğe seçildim. 2000’de yapılan seçimlerde ise Demiryol-İş Sendikası’nın Başkanı seçildim. Bu işi çok sevdim. İnsanların hastası ile ilgilenmek, kapına gelen insana yardımcı olmak bana çok büyük bir mutluluk verdi. Tüketici kooperatifleri kurduk, kömür dağıttık, sportif faaliyetlerde bulunduk. Yardımlar yaptık, birlik olduk. Bunlar çok güzel şeylerdi.


MÜTEAHHİT BİZİ ÇARPINCA 10 KİŞİ OCAĞINI BASTIK


Sendikacılık hayatımda bazı olayları unutmam mümkün değil. Üyelerimize yardımcı olabilmek, daha ucuz ve kaliteli kömür alabilmek için para toplayıp müteahhide vermiştik. Ama adam bizi dolandırmış. Ortalarda kömür de yok para da yok. Üyelerimize karşı öyle mahcup olmuştum ki. Baktım bu işin içinden çıkamayacağız 10 kişi bir kamyona binip müteahhidin Kütahya Gediz’deki ocağına gece yarısı ulaştık. Gece ocağın bekçisi karşımıza çıktı. Biz ona durumu anlatıp ‘Paramıza karşılık kompresörleri alacağız’ deyince hemen elini beline atıp silahını çıkartmak istedi. Bekçiyi durdurduk. İki kompresörü aldık. Birini kamyona yükledik. Diğerini de kamyonun arkasına bağladık. Yağ, kara pas içinde Gediz’den yola çıktık. Bekçiyi bağlamadığımız için hemen önce müteahhide haber vermiş. Onlar da jandarmaya. Kamyonun arkasındaki kompresörün lastikleri filan sürtünmeden dolayı yanıyordu. Altuntaş Jandarması yolu kesmiş. Biz hemen diğer yedi arkadaşımızı kurtarmak için arabadan indirdik ve onların kaçmasını sağladık. Karakol komutanı bizi götürdükten sonra niye böyle yaptığımızı sordu. Biz de olanları tek tek anlattık. Başımıza bir çavuş verip yarın mahkemeye çıkacağımızı söyledi. Çavuş Konyalı’ymış. Çok acıkmıştık. Ondan izin alıp gidip peynir ekmek filan aldım. Ertesi gün Altuntaş Hakimi’nin karşısına çıktık. İyi niyetimizi belgelerle gösterdik ve hakim bizi bıraktı. Bir de Antalya’ya bir seminere giderken tırın altına girdik, ölümden döndük. Bu iki olay benim sendikacılıkta hiç unutamayacağım olaylar.


AK PARTİ İLE SİYASETLE TANIŞTIK


2002 Kasım’ında bir anda kendimizi aktif siyasetin içinde bulduk. Kendi çevremizden AK Parti’den Ankara’dan milletvekili aday adayı olmamız istendi. Kabul ettik. Ama nasip değilmiş olmadı. Daha sonra Mahalli İdare seçimlerinde İl Genel Meclis Üyeliği’ne seçildim. 2004’te bazı belediye başkanlıkları için de teklifler aldım. Ama o dönem AK Parti İl Başkanlığı görevini yapan Sayın Ali Sürücü ısrarla benim meclis üyesi olmamı istedi. Biz de kabul ettik.