Hayatın her yaprağı bir tecrübe ve ibretle doludur. Zaman zaman yaşanan olaylardan, anektodlardan ders alındığı gibi, ibret verici öykülerden çıkarılan derslerde hayata bakış açımızın net belirginleşmesinde faydalar sağlar.
Hızla nemelazımcı bir toplum olan bizlerin ibret alabileceği bir öykü olarak nitelendirdiğim
“minik farenin öyküsünü” sizlerle paylaşacağım.
“Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.
Kendi kendine: "İçinde hangi yiyecek var acaba?" diye düşündü.
Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı.
"Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanı var!" diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.
Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı: "Zavallı farecik... Bu senin sorunun, benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın" dedi.
Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla domuzun yanına koştu ve, "Evde bir fare kapanı var! Evde bir fare kapanı var!" diye adeta çırpındı.
Domuz anlayışla karşıladı ama, "Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol" dedi.
Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve, "Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanı var!" dedi.
İnek; "Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor" dedi.
Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı.
O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı. Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu. Gecenin sessizliğini bölen gürültü, fare kapanından geliyordu. Çiftçinin karısı, ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu.
Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti. Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.
Çiftçi, karısını apar topar doktora götürdü. Doktor, zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu.
Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeye koştu. Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendine geldi.
Karısının hastalığını duyan komşular ziyarete geldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti.
Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan, belli ki çok zehirliydi. Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü. Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.
Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi.”
Beni ilgilendirmez diyen tüm bireylerin diyetini hayatlarıyla ödedikleri bu küçük öykü bize
birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise hepimizin aynı tehlikede olabileceğini hatırlatıyor.
Bu öyküden fert olarak, millet olarak dersler çıkarabilmeliyiz. Hızla yozlaşan sosyal yaşamda ‘Ben aileme sahibim’ diyebilen bir anne babanın ileride toplumu sararak kendisini de etkileyecek olan bu yozlaşma için şimdiden mücadele edebilmelidir.
Ya da bugün bize sahte gülücükler dağıtan ABD’nin yarın başımıza bela olacağı bugünden bilinmeli ve ona göre hareket edilmelidir.