Bir istatistik bilgiye göre Konya’da bulunan cami/mescid sayısı (2893) neredeyse İstanbul’da bulunan mescid sayısı (2944) kadardır. Eski Konya’mızın küçük mescidlerinden birinin imamı, namaz çıkışında şunları söyledi: Hocam, bu mevkide bir kilometre çapındaki yerde irili ufaklı yaklaşık otuz mescid var! Bunların çoğunun arasındaki mesafe elli yüz metre…
Gerçekten de öyle, adım başı bir mescid yapılmış. Kendi kendime düşündüm ve sordum: Neydi bu insanlara bu kadar mescidi yaptıran?
Sonunda şunlar aklıma geldi: Mescid yaptıran bu vakıf insanlar, öncelikle vefatlarından sonra amel defterlerinin kapanmamasını istedikleri için bu mescidleri yaptırmışlar. Zira bu konuda pek çok hadis-i şerif var:
"İnsan öldüğü zaman ameli kesilir / sona erer. Ancak şu üç şeyin sevabı devam eder: Sadaka-ı cariye, faydanılan ilim ve kendisine dua eden evlat."[1]
"Yedi şey vardır ki, kişi kabirde bile olsa, ondan hâsıl olan ecir devamlı olarak kendisine ulaşır: Öğretilen ilim, halkın yararına akıtılan su, açılan su kuyusu, dikilen ağaç, inşa edilen mescid, okunmak üzere bağışlanan Kur'ân, vefatından sonra kendisine dua edecek hayırlı evlat."[2]
Hadisdeki sadaka-i cariye (akan/sürekli sadaka), hizmet verdiği sürece sevabı devam eden sadaka, durmadan akan hayır çeşmesi, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan ve insanlara hizmet veren eserler, iyilik yolunda yapılan vakıflar olarak anlaşılmıştır.
Yine meşhur bir hadis şöyledir:
"Kim Allah için bir mescid yapar yahut yaptırırsa, Allah da o kimseye cennette bir köşk ihsan eder."
Bu durum, o insanların okudukları yahut dinledikleri hadisleri ne kadar ciddiye aldıklarını ve o hadisle amel etmek için ne kadar hassas olduklarını da ortaya koymaktadır. Çünkü onlar, günümüz insanı gibi, bu hadis sahih mi zayıf mı yahut bu hadisi şöyle de te’vil etmek acaba mümkün mü gibi kaçamaklara sığınmayı beceremiyorlardı. Onlar öğrendikleri hadislerle amel etmenin çabası içerisindeydiler.
İkinci olarak onlar, namaz kılmanın, hem de cemaatle namaz kılmanın önündeki bütün engelleri kaldırmak istemişler. Apartmanların olmadığı o dönemlerde, evim mescide uzak, yakın olsaydı ben de camiye cemaate giderdim kabilinden savunma mekanizmalarını tümüyle ortadan kaldırmayı murat etmişler. İşte avlu kapısını çıktın mı, önünde mescid, orada namazını cemaatle kılabilirsin! Artık hiç kimsenin herhangi bir beynamaz mazereti üretecek durumu kalmamıştır. Ya cemaate katılırsın, ya katılırsın, başka yolu yok bu işin.
Zira o insanların hayatında namazı cemaatle kılmak son derece önemli ve gereklidir. Zira hadiste, "Bir kimsenin sürekli mescide gidip geldiğini gördüğünüzde, onun mümin olduğuna kani olun" buyurulmuştur. Mescidlerin bânisi bu insanlar için, yarın herkesin başına gelecek musalla taşında yatarken, başucunda imamın sorduğu mevtayı nasıl bilirsiniz, sorusuna içtenlikle ve bilinçli olarak Allah rahmet eylesin, iyi biliriz diye cevap verebilmek için cemaate devam etmek önemli bir kriterdi.
Öte yandan bu mescidlerin çoğunda o zaman görev yapanlar, Allah rızası için bu görevlerini ifa eden hoca efendilerdi. Onlar, namaz kıldırmanın karşılığında ücret almayı hoş görmeyip peygamber mesleği imameti her şeye tercih eden bahtiyarlardı. Onların zamanında bu mescidler, hem namaz kılınan yerler, hem ilim irfan yapılan merkezlerdi.
Bugün cemaate devam etmek şöyle dursun, beş vakit namazı kılma problemi yaşayan pek çok müslümanın bu gerçeklerle kendisini sorgulaması lazımdır. Kendimizi sorgulamalıyız ki Salih geçmişimize/selef-i salihîne ne kadar yakışıp yakışmadığımız ortaya çıksın. Yazımızı şu hatırlatma ile bağlayalım: Cennete giden yollar, mescidlerden geçer/Mevlâ o kullarını secdelerden seçer.