Konya Aydınlar Ocağı'nın salı sohbetleri uzunca bir zamandan beri devam etmektedir. İl Halk Kütüphanesi'nin konferans salonunda yapılan bu güzel organizasyonlarda, bu güne kadar bir çok kültür adamını ve kültür faaliyetlerini Konya'daki ilgili insanlara sunulmuştur ve halen de sunulmaktadır. Aydınlar Ocağı Başkanı değerli insan, Dr. Mustafa Güçlü'nün liderliğinde devam eden bu etkinliğin bu haftaki konuğu, Konya Türkülerinin duayeni, solisti ve kaynak kişisi Nuri Cennet'ti. 75. Yaş ve 60. Sanat yılı dolayısıyla düzenlenen bu gecede, Nuri Cennet, orada bulunanlara gerçek bir Konya Türküleri ziyafeti sundu. Bunca yaşına rağmen, iki saati aşkın bir süre sahnede kalan ve söylemesi zor, ustalık isteyen türkülerin hakkını vererek, gerçek sanattan örnekler sundu.
Gecenin açılış konuşmasını yapan Dr. Mutafa Güçlü, musikinin, bir milletin var olma sürecindeki önemine vurgu yaparak, böyle değerli sanat adamlarının sahiplenilmesi, unutturulmaması gereğinin altını çizdi. Konya'mızın değerli kültür adamlarından Seyit Küçükbezirci de, Nuri Cennet'in sanatçı kişiliği ve Konya kültürüne yaptığı hizmetleri dile getirdi ve, Konya türkülerinin güzelliğinden söz etti. Bezirci: "Turnalar türküsünü dinlerken insanın üstüne hüzün yağar, bunu hissedersiniz, adeta hüznün çiselediğini görürsünüz " dedi.
Elbette her şeyin kullan at mantığıyla yaşanıp tüketildiği bu zamanda, böylesine evladiyelik sanatın değerini bilmek zor, bunu bu çağın insanlarına anlatmak ise daha da zor. Her türkünün bir hikayeye dayandığı, her sözün bir geleneğe yaslandığı ve tezeneyi tele vurmanın bile bir üslup içerisinde yapıldığı bu musiki türünü anlamak için yüzeysel bir bakıştan çok derinliğine bir nazar gerektiğini bilmek lazım.
Bir Konya Türküsünde üstat " bülbül konmuş sarayına Gonya'nın" diye seslenince, gözlerim doldu. Evet Gonya duruyor ama sarayı eridi, yıkıldı, yok oldu. Bülbülün konacağı bir sarayın olmamasından da öte artık bülbül sesini bastıran bir modern gürültü var Konya sokaklarında. Hoş "kaç bülbül kaldı ki?" dediğinizi duyar gibiyim. Evet maalesef gayrı o bülbüllerin sayısı da çok azaldı. İşte Nuri Cennet, bu bülbüllerin son temsilcilerinden. Konyalı olarak, onun gönlünü almak, sanatını yarınlara taşımak adına, bu konuda etkin ve yetkin kişilerin kendisiyle irtibat kurmaları kaçınılmaz bir gerçek. Yoksa Allah geçinden versin Nuri Cennet vefat ettiği gün onunla birlikte bir kültürü, bir tarihi ve bir milli zenginliği toprağa vermek zorunda kalacağız. Bir yıldan biraz fazla oldu, Ahmet Özdemir'i böyle toprağa verdik. Tıpkı Mazhar Sakman'ı, Mustafa Konyalı'yı ve daha nicelerini toprağa verdiğimiz gibi. Bu sadece musiki konusunda değil, birçok sanatta bu şehrin yaşayıp durduğu bir garip hal olarak devam edip gidiyor.
Yeninin adeta kutsallaştırıldığı çağımızda, kadim değerlerimize hor bakmaya, maalesef devam ediliyor. Ama unutulmamalı ki, hayat dünü, bugünü ve yarınıyla bir bütünlük arz eder. Bu zinciri koparanlar için gelecek zor ötesi bir hal alır. Dedesini bilmeyen, dedesinin düşmanını dost sanır. Unutmak bir yüce gönüllülüktür bazı yerlerde, ancak bazı şeyleri unutmak ölümcül sonuçlar doğurur. Bildiğin bir yolda uçurum da olsa, önlemini alır öyle yürürsün ve o uçurum sana zarar veremez. Ama bilmediğin bir yolda küçük bir çukur da olsa içine düşmekten kurtulamazsın. Elbette yeni yollar da açmak gereklidir, bu demek değil ki eski yolların değerini görmezden gelelim. Yol, deneyim ister tecrübe ister hayatta yol gibidir, eskinin izlerinde yürür.
Akıl, taş üstüne taş koyarak binalar yapabilir, ama kalp sanatla beslenir, güzellikle tatmin olur, aşkla sükunete erer. İnsan nasıl midesini yarım ekmekle doyurursa, ruhunu da bir çiçekle, bir duayla, bir nağmeyle doyurur. Ekmeği yer, bu saydıklarımdan uzak durursa insan, tok olur ama huzurlu olamaz. Huzur sevgiliyi anlatanın dilinden neşet eder. Bizim geleneksel sanatlarımızın hepsinin özünde, en sevgiliden gelen bir ruh vardır. Biz, o ruhla ayakta durur, o ruhla yarına yürürüz. Eğer onu kaybedersek yolumuzu kaybederiz. O ruh hep bizimle beraber olsun.
Sevgiyle kalın.