Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri
Nuri Yılmazgil
Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
Bu haftaki konuğumuzla yaptığımız uzun söyleşide kendimizi bir zaman tüneli içerisinde, eski Konya’da buluyorduk. Ailesinden aldığı terbiye ile iş ve siyasi hayatında pek çok şeyi başarmasına rağmen mütevazılıği ile adeta pek çok şeyi ‘bunları yazmayalım’ diyerek gizliyordu.
Konuğumuz Dişçi Nuri Yılmazgil; belediyecilik hizmetlerinde de bulunmuş ve Rüştü Özal, İbrahim Başçıgil, Nafiz Tahralı, M. Sıktın Bilgin, A. Hilmi Nalçacı ile Yılmaz Kulluk’un başkanlıklarında Belediye Meclis Üyesi olarak görev yapmış. Nuri Bey, eski hesap ile 27 kanunievvel yeni ifade ile 1939 doğumlu. Babası Hacı Fevzi Efendi, annesi ise Behiye Hanım…
HACI FEVZİ EFENDİ’NİN OĞLU
Baba Hacı Fevzi Efendi tellal pazarında halı, kilim, keçe, yorgan, yastık, bakır kazanlar, kepenek gibi eve lazım olan her türlü ev eşyasını satan bir tüccar. Dedesinin babası ise Yavşancı Hacı Mustafa Efendi diye tanın bir zat. Yavşancı Hacı Mustafa Efendi Çaldere Köyü’nden Konya’ya gelmiş yerleşmiş. Dede 101 yaşında iken vefat etmiş. Dedenin Konya’ya gelişi ile ilgili kısa bir hikâyeyi konuğumuz Sayın Nuri Yılmazgil’den dinleyelim:
Dedem Konya’ya geldiği zaman şimdi Şerafettin Camii’nin kuzeyinde bulunan Yılmazgil apartmanının bulunduğu yerdeki arsayı almış ve buraya evini yapmış. Şerafettin Camii’nin orada iki iş hanı var. Arsanın yanını da birisi almış. Burayı alan kişinin parası tapuyu üzerine almaya yetmediği için dedeme gelmiş. “Hacı efendi tapu masrafını ödeyecek param yok. Arsayı sen üzerine al ben sana tapu masrafı ödediğim zaman da tapuyu ben alayım” demiş. Ev yapılmış, aradan epey bir zaman geçmiş, burası unutulmuş. Ve babam 74 yaşında vefat edinceye kadar da bu unutuldu. Babamın vefatından sonra bir gün Ali Efendi, Devle Mahallesi muhtarı ile çıkageldi. Burası aynı zamanda Mahkeme Çıkmazı Sokak olarak bilinir. Hatta daha sonra burası imarda Afra Sokak adını aldı ama bilinen adı Mahkeme Çıkmazı’dır. Neyse Ali Efendi bir gün muayenehaneye çıktı geldi. “Burası benim dedeme ait. Masrafını veremediği için tapuda düzeltmeyi unutmuşlar” dedi. Ama düşünün aradan 80-100 sene geçmişti, 180 metrekare bir alan idi. Ben de buraya iki emlak vergisi birden veriyordum. Durumu anlattıktan sonra bana “Biz burayı nasıl alacağız” dedi. Ben de “Ali amca aradan 60-70 sene geçmiş. Komşuyuz biliyorum burasının sizin olduğu da belli. O zamanlar varlık vergisi vardı. Yılbaşı mart gelsin derhal sana satarız” dedim. Hatta şaka da yaptım. “Eğer tabii 60 senelik vergi borcunu ödersen” dedim. Ali Amca kavakçılık yapardı. Ve sonunda biz bedava olarak evi arsayı kendilerine verdik. Hanımı Şerif Hanım teyze idi. O zaman komşuluk ilişkileri çok iyi idi. Hatta Şerif Hanım teyze mahallemize gelin geldiği için ona ‘gelin abla’ derdik. Kapıdan işlemezdik. Duvardaki 3-5 kerpici kaldırmış oradan geçerdik. Taşlık vardı. Oradan işlerdik. Bir yere giderken evimizin anahtarlarını birbirimize teslim ederdik.
BİZ ÜÇ KARDEŞİZ
Biz üç kardeşiz; Şefik benden 3 yaş küçük. Kız kardeşim Müşerref ondan küçük. Ama Müşerref vefat etti. Evimiz klasik Konya evi gibi iki oda bir mabeyin değil 3 oda bir mabeyindi. Damı toprak kerpiç bir ev idi.
DEDEMİ HAC DÖNÜŞÜ SARIKLI 200 KİŞİ KARŞILAMIŞTI
Dedem Molla Salih Zade Hacı Mehmet Efendi idi. O zamanlar hacca demiryolu ve daha sonra da deve ile gidilirdi. Halep’e kadar demiryolu ile gidilirdi. Dedem Molla Salih Zade Hacı Mehmet Efendi deve ile altı ay süren hac görevini iki defa yapmış. Ben ikinci hac dönüşünü dört yaşlarında hayalen hatırlıyorum. Dedemi istasyonda sarıklı medrese talebeleri karşıladı. Tahmin ediyorum. Orada iki yüzden fazla insan vardı. Dedem trenden indi. Beni kucağına aldı, sarıldı… İnsanlar bölük düzeni içerisinde duruyorlardı. Salâvatı şerifler okunarak istasyondan evimize kadar gelindi. Deve ile gidildiği için zemzem ve hurma şimdiki kadar bol değildi. Cam kabın içinde de zemzem vardı. O zaman ‘Bir kuyuya bir damla zemzem atılırsa kuyudan zemzem akar’ derlerdi. Bizim evin köşesindeki mahalle çeşmesinden de dutlu suyu akardı. Oradan tenekelerle su getirildi, bu suların içine zemzem kondu. Hatta hurma yetmedi lokum alındı ve lokum ikram edildi.
MEDRESESİNİN MÜDERRİSİ…
Dedemin babası Yavşancı Hoca, büyük hoca imiş… Güzel insan nenem Hadimli Beyza Hanım. Gazipaşa havalisinde Kapani medresesinin müderrisi imiş. Nenem Kapani medresesinin içinde çiçekler açtığı zaman çok büyük bir kayısı ağacı olduğunu anlatırmış. Bir mevsim o sene çok büyük bir soğuk olmuş, medrese taleb
MAHKEME ÇIKMAZINDA KOMŞULARIMIZ
Devle Mahallesi ya da o zamanki adı ile Mahkeme Çıkmazı mahallemiz o yıllarda yirmi, yirmi beş haneden oluşuyordu. Yollarda Arnavut kaldırımı döşeliydi. Mahallelinin yardımı ile kanalizasyonu yapılmıştı. Ama zaman zaman buranın taştığını görürdük. Köşede Gilistralı medresesi vardı. Burada Ermeni zulmünden kaçan Erzurum’dan gelen iki âma ile diğer Erzurumlular yaşardı. Burası oda oda idi. Yüksek bir evdi. Medresenin son hocası Tahir Efendi isminde bir zat idi. Şerafettin Camii’nin imamı Kafalı Sabri Efendi idi. Çeşmemizden Çayırbağı dutlu karışımı su akardı. Komşularımız da kunduracıların başkanı Kaşif Efendi, Müdür Azmi Efendi, Ak Külah hocanın oğlu Mehmet Efendi, Kalaycı Ali Efendi, Ferit Uğur, İktisat Bankasının Müdürü Adil Efendi, Kulluk Mehmet Efendi, Siyasi Ahmet Efendi, Sandıkçı Mehmet Efendi idi. Tevfik Efendi isminde medreseyi bitirmiş bir zat Şerafettin Camii’nde vaaz etmekte imiş. İcazetli Muaddis Hasan Efendi (Sırrı Sandıkçının Dedesi) vaaz eden hocaya hadis okurken müdahale etmiş. Esreyi ötüre okuduğu için müdahale etmiş. “Sen icazeti nasıl aldın? Kürsüden in aşağıya” demiş. Ve bu adam 40 sene bir daha kürsüye çıkmamış. Kadılar Sokak’ta otururmuş, son zamanlarında fenni fırınının yanındaki camide vaaz etmeye başlamış. Mahalleli ile kardeş gibiydik. Sabahleyin erkekler namaza gittiğinde kadınlar süzeklikler ile kapının önünü sular, bunlar biraz kuruduktan sonra yerleri tertemiz süpürürlerdi. Bizler toprak kokusunu nefeslerdik. Hanımlar öğlene kadar işlerini bitirdikten sonra sıra kimde ise onun evinde toplanırlar, içlerinde hanım hocalar olur, ders anlatırlar ve okurlardı. Bu arada bulgur nohut yenir, daha sonra evlere dağılırlardı. Zemburi mahallesinde Silleli Hanım hoca vardı. Elif cüzünden başlamıştık. Ama biz okurken ‘jandarma geliyor’ dendiği zaman dama çıkan bir merdivenimiz vardı. Hemen oraya koşar dama çıkar ve yatardık. Jandarmadan saklanırdık. Şimdiki günler güzel günler her şey gerçekten çok güzel.
MÜDÜRÜMÜZ İNGİLİZ KEMAL’Dİ
Akif Paşa İlkokulu’nda okudum. Şimdi o okulun yerinde otel var.1. sınıfta Ateş Mehmet Bey hocamız idi. 1. sınıfta okuma yazmayı tam öğrendik. Matematikte orantı hesaplarını hocamız bize öğretmişti. 2. sınıfta Vesile hoca hanım, 3. sınıftan beşinci sınıfa kadar da Türkan hoca hanım bizi okuttu. Eskiden 5. sınıfa gelindiği zaman Akif Paşa’dan İsmet Paşa’ya gidiliyordu. Ama biz 5. sınıfa geldiğimiz sene İsmet Paşa’ya gidilmedi ve biz Akif Paşa İlkokulu’nu bitirdik. O zaman eğitim çok kaliteli idi. Ateş Mehmet Hoca yaşlı bir öğretmendi. Müdürümüz İngiliz Kemal idi. Menemen hadisesi olduğu zaman İngiliz Kemal menemen resimlerini duvarlara asmıştı. Bir de güneş saati yapmıştı. Bize güneş saatinin nasıl yapıldığını ve saatin nasıl okunacağını öğretti.
BABAMIN VERDİĞİ 10 KURUŞ
Babam sipahi pazarında demir kapılı anahtarları tabanca gibi büyük bodrumlu dükkanımızda yazın kalay yapardı. O zamanlar kömür yoktu. Kalaycılar kalayı odun ile yaparlardı. Kazanın dışını is olduğu için babam kardeşimle bana dışını kumla sürterek temizletirdi. Her bir kazan için 10 kuruş verirdi, daha doğrusu parayı vermezdi… O parayı kumbaraya atardı biz ‘Baba bunları niye temizliyoruz ?’ diye sorduğumuz zaman da ‘oğlum köyden gelen insanlar at arabaları ile geliyor. Yorgan keçe çeyiz sandık işi alıyorlar. Temiz verelim mahcup olmayalım’ derdi. O zamanlar terzilere elbise yaptırırlardı. Terzi ücreti 2-3 lira idi. Herkes kendi bulgurunu kendi yapardı. Bulgur kaynatılır, pekmez kaynatılırdı… Pekmezimizin üzümünü Hocafakıh’daki iki dönüm bağımızdan getirirdik. Bulgur yapılırken damlara palazların üzerine serilir, kuruyunca toplanır… Mahalle toplanır, sinilere dökülür, taşlar ayıklanır, değirmene gider, bulgur yapılırdı. Bunlar, erkekler sabah camiye gidildiği zaman kabuk kısmı rüzgârla ayrılır, un eleğine doldurulur, sabah rüzgarı ile temizlenirdi.
‘SİZE UMUMHANECİ PAŞA’DERLER
O zamanlar Gevraki Hoca isminde bir zat varmış. Tahmin ediyorum ki Vali Ferit Paşa zamanı imiş. Birileri Valiye “şehirde umumhaneye ihtiyaç var” demişler. Vali de umumhanenin yapılmasına niyet etmiş. Umumhanenin yapılacağını duyan hoca çok sinirlenmiş. Hoca o zamanlarda validen evvel protokole girermiş. Hemen bastonunu almış, sinirli sinirli vilayete gitmiş. Valinin kapısını açmış ve odası
GÜZEL YAZDIĞIM İÇİN TOKAT YEMİŞTİM
Karma Ortaokulu’na gittim. Müdür Nafiz Bey idi. Fizik hocamız Aliye hoca, Matematik hocamız Nuri bey, eşi de matematikçi Filiz hanımdı. Yazı-resim derslerine Asım Tabanlı girerdi. 1. sınıfta iken Asım hoca not vermek için talebeleri tahtaya kaldırır, Mehmet Akif Bey’ den beyit yazdırır, yazının güzelliğine göre not verirdi. Benim yazım da çok güzeldi. Bir gün beni tahtaya kaldırdı, bir beyit yazdırdı, tebeşir de kalın olduğu için yazı çok güzel oldu. Hoca tahtanın karşısına geçti, şöyle bir yazıma baktı. Ve bana bir tokat patlattı. Şaşırmıştım. Hoca bana döndü ve ‘Güzel yazacaksın ama benden daha güzel yazmayacaksın’ dedi. İlkokula giderken yanımızda odun götürürdük. Demek ki maarif müdürlüğünün o zamanlar bütçesi yoktu. Okulun sobasında götürdüğümüz odunları yakardık. Ortaokula giderken böyle bir şey yapmadık. Ortaokulda iken şeker ve gazın karne ile alındığını bilirim.
KONYA LİSESİNE GİTTİM
Karma Ortaokulu’ndan sonra Konya Lisesi’ne gittim. Süleyman Acar okul müdürümüzdü. İlk sınıfta Faik hoca isminde bir zat vardı. Şevki hoca edebiyata, Mustafa Çetiner ve Niyazi Esat fizik dersine, Bekir Bey tarih dersine girerdi. Arap Sait Bey başmuavindi. Kendisi zenci denilecek şekilde siyahî olduğu için böyle bilinirdi. Coğrafya dersine Doktor Kemal beyin eşi Müzeyyen Ersoy Hanım girerdi. Astronomi dersine Süleyman Acar, Biyoloji’ye Fahri Bey, Almanca’ya Hasan Basri Bey, felsefe-sosyoloji-mantık dersine ise Şehit Oral bey girerdi. Kendisi büyük âlimdi. Kırım Türklerindendi. Medrese hocalığı etmiş, emekli olduktan sonra da diyanet işleri kuruluna gitmişti. Lise arkadaşlarımdan Yargıtay başkanlığı da yapan Ahmet Bey, Kayseri valisi olan Abdullah İğneciler vardı.
‘HAREMLİK SELAMLIK MI OKUTUYORSUNUZ’
Konya Lisesi o zaman Türkiye’nin bir numaralı okulu idi. Bir gün okulumuza Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel teftiş için gelmişti. O zaman okulun iki bahçesi vardı; sağda erkekler solda kızlar teneffüse çıkarlardı. Son sınıfta ben mümessil idim, yoklama defterini o gün müdürün odasına ben götürmüştüm. Bakan Hasan Ali Bey dışarıyı göstererek bağırarak ‘Bu ne hal Süleyman?’ dedi. Her ikisi de arkadaşlarmış. Müdürümüz de samimimi bir şekilde ‘Ne var Hasan Ali?’diye sorunca ‘Kızlar bir tarafta erkekler bir tarafta haremlik selamlık yapmışsınız’ deyince Müdürümüz ‘Hasan Hasan benim bulunduğum okulda böyle. Bu usul devam eder’ dedi. Bakan Hasan Ali Yücel bu hadiseden sonra ‘seni başka bir yere alacağım’ dedi o da kendisine ‘Size rica etmiyorum ama mümkünse beni İstanbul’a gönderin’ dedi. Ve Pertevniyal Lisesine matematik öğretmeni olarak atandı. Sultan Ahmet’te iki katlı bir ev aldı. Biz daha sonra kendisini ziyaret ederek elini öpme fırsatını bulduk. Müdürümüz akşamları kıyafet değiştirir, sinemaları kahvehaneleri gezer, oralarda bir tek öğrenci buldu mu ertesi gün onu yanına çağırır, ne yapılacaksa onu yapardı. Sınıflarımızın her tarafı camdı. Camları boyalı ancak camın her köşesinin birazı kazınmış olurdu. Çünkü müdür sınıfı buralardan kontrol ederdi. Bizim bir tarihçimiz vardı. Sınıfa girer girmez mesela ‘1923 yılı kasım ayı Salı sabahı Atatürk ne yapmıştı’ diye sorardı. O gün Rüştü Çileli isminde her sınıfı iki senede geçen arkadaşımız parmak kaldırdı ve ‘o saatte tuvaletteydi hocam’ dedi. Sınıfta birden bir gürültü koptu. Hoca ‘Sus terbiyesiz’ diye bağırdı ama gülüşmeler oluca müdür de o zaman zaten camdan bakıyormuş, hemen içeriye girdi ve sınıfı azarladı. Yine bir gün lise tatil olacaktı dışarıda yağmur yağıyordu. Hepimiz salonda toplanmıştık, tatil havası ile talebe bir türlü susmuyordu. Kızlardan biri ‘Müdür geliyor’ deyince herkes korkudan tıs oluverdi. O kadar kuvvetli bir hoca idi...
YÜKSEK TİCARET LİSESİNE ISINAMADIM
Liseden sonra okumak için İstanbul’a gittim. O zaman Sultan Ahmet Yüksek Ticaret Okulu’na başladım. Bir süre sonra bu okulu beğenmediğimi derslere alışamadığımı babama yazdım. Babam da beğenmeyerek hiçbir iş zorla olmaz. Dükkâna dön bana yardımcı ol demişti. Bir sömestr bu okulda okuduktan sonra tekrar Konya’ya döndüm. Okulda muhasebe matematik tarih okudum. Neyse güya lisede iken fiziğim çok iyiymiş gerçi derste hep 5 alırdım ama. Bir gün okulun müdürü İsmail Hakkı Bey Hanımı Ayşe Hanım Türkçe benim de hocam idi babama gelmiş. ‘Nuri Konya’ ya dönmüş onun fiziği çok kuvvetli fizik h
TAHİR HOCA VE TENEKECİ PAŞA BENİM TALABEM İMİŞ
Bu şekildeki öğretmenliğimiz sırasında meğer Tahir hoca (Tahir Büyükkörükçü) ile Tenekeci Paşa’ya da hocalık yapmışız. Bir gün Ali Ulvi Kurucu abi Konya ya gelmişti Mustafa Önal ağabeyimiz vardı. Düğünü vardı yemeğe gelmişlerdi. Benim bir misafirim olduğu için o gün yemeği hızla yiyerek yemekten kalkıp giderken birisi Nuri Bey, Nuri Bey diye seslendi. Beni çağıran Tenekeci paşa idi. Bana ‘Siz 2-D sınıfında bana fizik okutmuştunuz’ demişti.
BİZİ DİŞÇİLİĞE YÖNLENDİRDİLER
Ben fizik öğretmenliğinden çok şey öğrenmişim. Üniversite imtihana gireceğimiz zaman bizi okula filan yönlendiren yoktu. O zaman ki Zeynep Hanım konağı bugün ki İstanbul Edebiyat fakültesinin orada toplanırdık. Bir de Beyazıt camiinin bitişiğinde küllük vardı aslında eskiden güllük derlermiş oraya. Orada oturur bizden büyük olan ağabeylerimizle sohbetler ederdik. Faruk Sükan, SSK hastanesinin başhekimi Dr. Vecihi abi filan vardı. Onlara ‘abi biz geldik. Şimdi nereye gideceğiz?’ dedik. Bize ‘sakın doktor olmayın herkes doktor. Eczacı olmayın on bin kişiye bir eczane açılıyor’ dediler. Konya’nın nüfusu o yıllarda kırk bindi Eczacı Ali Rıza Bey, Giritli Mustafa Bey, İsa Bey Konya’nın eczacıları idiler. Bize ‘diş hekimliğine gidin dişçi az’ dediler. Fizik hocalığı yapmam nedeni ile iyi bir derece yapmıştım. Ben eczacılık mı diş hekimliği mi? derken diş hekimliğine karar verdim. İyi ki de bunu yapmışım, 60 sene dişçilik yaptım
MEHMET ZAHİD KOTKU İLE TANIŞTIM
İstanbul’da maddi manevi birçok büyük kazançlarım oldu büyük insanlarla tanıştım. Vaiz Urfalı Mahmut Efendi, Maraşlı Ahmet Tahir Efendi, Mehmet Zahid Kotku hazretleri, Ama Osman Baba, Osman babanın Mehmet isminde de bir hizmetçisi vardı. Derslerimize Alman hocalar girerlerdi. Hitlerin baskısından kaçan Yahudi hocalar İstanbul üniversitesinin temelini attılar. Akil Muhtar, Ziya Cemal Bey, prof. Rüştü protez hocamız idi. Rüştü hocanın annesi vefat etmişti Hafız efendiler kabri başında okuyorlardı. İstanbul’da ki imamların yüzde 80i de beni tanıyordu. Beyazıtlı Oflu Sarı İmam bir ara beni gördü ve ‘Konyalı Nuri niye saklanıyorsun ola ne kaçıyorsun gel oku’ dedi ben hocaların fikrini bilmiyordum. Öyle güzel okudum ki. Ziya Cemal Bey (Kenan Rıfai hazretlerinin kayınpederi) Suat İsmail bey tedavi hocası Orhan Oktay ortodont Ziya Cemal cerrahi hocası Rüştü bey protez hocası conrtol vardı. Yine Alman hoca Frank beni Türk bayrağına Müslüman mezarlığına defnedin diye vasiyet etmişti. Vefat edince Türk bayrağına sarılı olarak Müslüman mezarlığına defnedildi. Üniversite hayatı bizim için çok güzel geçti bayram havasında geçti gittiğimiz yol güzeldi dişçi Seyit Birlik Bey ile birlikte asistan hanımın elinde siğil çıkmış Asistan Hanım Seyit Birlik’e Konya’da bunu okuyanlar varmış. Parasını vereyim benim için de okut’ dedi. Seyit Konya’ya gelmiş ama bunu unutmuş Bir gün bu baş asistan hanım Seyit tembih ettik bak yapmamışsın derken Seyit ‘unuttum hocam’ diyordu ki asistan hanım ellerine bir bakıyor elinde hiç siğil yok. Konya’da o zamanlar çok başarılı kırık çıkıkçılar vardı. Hocafakıhlı Hasan Ağa, Nalbant Ali Efendi, Sıvacı İbrahim Ağa vardı. Evi de muhacir pazarında taş medresenin yanındaydı.
1949 YILINDA MÜZEYYEN HANIMLA EVLENDİK
Annem ben dişçilikten mezun olacağım için kız bakmaya başlamış. “Bayram Zade Mehmet Özbayram’ın çok iyi kızları var” dedi. Ben de anneme anne “dur önce bir para kazanalım ondan sonra” filan desem de annem ‘Para önemli değil’ dedi. O zaman Ramazan yaz ayına rast gelmişti. Kapı camiinde müftü Hacı Ali Bey babama gelmiş ‘Fevzi efendi müezzinin biri İstanbul’a gitti biri de askere gitti, oğlun yardımcı olsun’ demiş. Bir ramazan camiide müezzinlik ettim halk beni oradan tanıyordu. Kız isteme işi olunca da Kayınpeder beni camiden de tanıdığı için hemen kızına verdi. Müzeyyen hanımla 1949’da evlendik. 3 kızım var. Mualla, Hümeyra ve Reyhan.
KONYA’DA 3-5 TANE TAKSİ VARDI
O zamanlar Konya’da 3-5 tane araba vardı. O gün çok kar yağmıştı Şubat ayı idi yerde bir metre kar vardı. Bir amele tutup karı temizlettik arabayı 1 ay önceden ayarlamıştık Taksici Rıza Koç, Taksici Mehmet ve Hataylı bir taksici vardı. Biz Rıza’nın arabasını gelin taksisi yapmıştık. Hayatımı hanımıma teşekkür borçluy
DÖNEM BİRİNCİSİ OLARAK BİTİRDİM
1950’de yedek subay olarak Ankara’ya gittim. İmtihanda bize kısa öz ve güzel yazın demişlerdi. Profesör olan bir arkadaşım vardı. Kendisi sınıf birincisi olmayı çok istiyordu. Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut idi. Törenlerden bir gün önce bize dönem birincilerinin diploma alma selam verme talibi yaptırıldı. Beni de bu talim için seçtiler. Ben bunun öylesine bir talim olduğunu sanıyordum. Ama ertesi gün dönem birincileri açıklandı. Ben birinci olmuştum. O profesör arkadaş o kadar çok üzüldü ki. Ben de ona bu kadar ‘üzülmene gerek yok eğer bu kadar önemli ise bu birinciliği ben sana vereyim’ dedim.
SİVAS ZARA ALAY HASTANESİNE GİTTİM
Kura çekilirken ‘neresi bana nasipse’ dedim. En sona ben kaldım. Zaten torbada da en son Sivas Zara kalmıştı. Yani benim torbaya gidip kura çekmeme filan gerek kalmadı. 36. Piyade Alayı Hastanesine diş hekimi olarak gittim. Hiçbir asker dişe gelmiyordu alayda. Sonradan öğrendim, meğer burada daha evvelki doktorlar askerlerin dişini çekerken uyuşturucu iğne yapmadan dişlerini çekiyorlarmı,ş çünkü burası sürgün alayı imiş. 38 yaşında hizmet erim vardı.
ALAYDA BİTİ TEMİZLEDİM
Alay bitle kaplıydı. Ordu komutanı Erzurum’da Nurettin Baransel Kolordu Komutanı Cemal Gürsel 3-4 ayda bir gelip askerleri teftiş ediyorlarmış. Gelip askerin yakasına bakıp bit kontrolü yapıyorlarmış. Tabii bu duruma da çok kızıyorlarmış. Alay komutanımız ise Yunanistan’da ateşe olarak Türkiye’ye dönmüş paşa olmak üzere kıtaya gelmiş. Bir gün kendisine selam verdim. ‘Komutanım hizmet etmek istiyorum aldığım maaşı helal ettirmek istiyorum. İzin vereyim biti bitireyim’ dedim. Bana ‘Sen kimsin ki biti bitireceksin. Biti bitir sana nişan vereyim’ dedi. Sivas’ta Sağlık Müdürünün oğlu göz doktoru Çaplan arkadaşım idi. Babası beni çok iyi tanıyordu Komutana ‘Bana 3 gün izin verin Sivas’a gideyim’ dedim. Sağlık müdürlüğünden ilaç aldım. Dedete bir sandık, 3 sandık yağsız pudra aldım. Binde bir nispetinde karma yaptım. Bu çok tehlikeli idi ağzımı yüzümü iyice kapatmıştım. Çaplan beyin babası bana “sizden bir ricam var. Sizin askeri hizmet defteriniz varmış. Notlarınızı bana verir misiniz?” dedi. Ben de defteri Konya’ya gönderdim. Yazayım 15 gün içinde getireyim diyerek müsaade aldım ve defteri 15 günde yeniden temizce güzelce yeniden yazdım kendisine verdim. Sivas’ta Mehmet Metin isminde Bursalı vaiz vardı oraya gelmiş, beni Bursa’dan çok seviyordu. Beraber okumuştuk ilaçları hazırladık. Bölük bölük yaptık. Elbiseleri yaktık. Nurettin Baransel, Cemal Gürsel teftişe geldiler. Birde hastane çamur sıvaydı. Daim usta vardı ona odamı alçı sıva yaptırdım yağlı boya gibi olmuştu Ordu komutanı, kolordu komutanı teftiş sonrası biti askerde göremeyince ‘Bir diş hekimi biti nasıl bitirdi?’ diye merak etmişler. Birde odamda seferi sandık vardı. İçinde 50 tane Amerikan malı havlu 3 ayaklı sandalye iki tane gaz ocağı vardı. Puro sabunu o sene çıkmıştı param ile onu da odama almıştım. Paşalar odama geldiler önce puro sabunu ile ellerini yıkadılar. Bana ‘Bunları nasıl yaptın?’ diye sordular. Birde daha önceden tifüs aşısı olan askerler üç dört gün hasta oluyorlardı. Benim iğne yaptığım hastalar ise iki saat sonra top oynamaya başlıyorlardı. Bunu da sordular. Bende anlattım Askerler hasta oluyordu çünkü iğne yapıla yağıla çengel halini almış iğne göğüsten yapılıyordu. Bu göğse girip çıktıkça orası yırtılıyor ve asker farkında olmadan hasta oluyordu. Ben yirmilik şırınga, 50 tane iğne aldım.’dedim. ‘Parayı nereden aldın?’ diye bana sordular. Bende ‘Cebimden verdim’ dedim. Bunun üzerine ‘Peki parayı niye çay ocağından almadın?’diye sorunca da ‘hayrına olsun’ diye almadım dedim. Ve bana 20 gün sonra komutandan takdirname geldi. Onu hala saklarım.
BEN AYDA BİN BEŞYÜZ LİRA KAZANIYORDUM
1948’de üniversiteyi bitirdik. Babam ben daha Konya’ ya gelmeden 800 liraya bana Ocak eczanesinin üzerindeki yeri bir yıllığına kiralamış. Babamın parası ile alet edevat alamayacağım için Adanalı Ağa Kadir efendi ile Ali Rıza Akkanlar’dan ödünç para aldım. Bu insanlar bana Adana’da muayenehane açmam için çok ısrar ettiler ama ben onlara ‘Kusura bakmayın ben Konya’ya hizmet etmek istiyorum’ dedim. O gün bana 1500 lira verdiler. Alet edevat temin etmek için tekrar İstanbul’a gittim. Kullanılmış alet edevat alacaktım fazla param yoktu. Hocalarıma durumu söyledim ve kendilerinin kullanmadıkları aletleri bana vermelerini istedim Ama bana en güzel aletlerini verdiler. Kapalı çarşıdan da bir berber koltuğu aldım. Ayakla çalışan aletli diş dolgusu için bir alet aldım. İlk günlerim de son günlerim de çok güzel geçti. Muayenehanemin merdivenleri bile doluyordu. 1500 lira borç aldığım parayı 1 ayda kazanmıştım. Bir doktor arkadaşım keşke ayda 150 lira kazanabilseydik demişti. Bir ayın sonunda bir cumartesi gecesi otobüse atladım Adana’ya gittim. Parayı teslim ettim teşekkür ettim. 2006 da dişçiliği bıraktım. İstanbul Caddesi Yusuf Ağa Sokak köşesinde idim. Dükkânın sahibi Seyit usta vefat edince oğlu bana çık dedi. Burada 20 sene oturmuştum parayı da orada kazanmıştım. Şimdiki Mevlana caddesinde altında 2 dükkânı bulunan üzerinde iki dairesi bulunan bir yeri aldım. 1968 yılında. Burası istimlâk edilecekmiş. Burayı 550 liraya almıştım. 8-10 sene burada çalıştım. Ahmet Öksüz zamanında yol açılacak diye burası yıkıldı. Kuveyt Türk’ün orada Sarraf Niyazi Beyin teyzesinin yeri vardı. Burası sonra İlim Yayma Cemiyeti oldu. Burası Halk Partisi milletvekili Adil Binal beyin idi. Bir gün öğle yemeği için merkez lokantasında gitmiştim. Kendiside orada yemek yiyormuş. Bana gel masama otur dedi. Bende otururum ama siz benim misafirim olursanız dedim ve yanına oturdum. Kendisine sizin ev bomboş burayı ya kiraya verin ya da satın dedim. O da bana‘Nuri zaten burayı satmaya geldim’ dedi. Bunun üzerine ben ‘Ne istiyorsunuz?’ dedim. Biz beş hissedarız herkes 10’ ar bin lira istiyor yani 50 bin lira dedi. Benim 45 bin liram var. Onu vereyim’ dedim. Kabul etmedi o zaman size ikindin haber vereyim dedim ve ayrıldım. Yemekten sonra dalgın dalgın giderken dünürümüz Hacı Kenan Mehmet Efendi ile karşılaştık. Bana niye dalgın düşünceli filan olduğumu sordu ben bir şey yok derken mahallede bir ev var almak istiyorum ama beş bin lira eksiğim var deyince –‘Bunun için mi üzülüyorsun ‘dedi ve dükkânına gittik oğlu Mustafa Kenanlar’a ‘Mustafa oğlum kasayı aç eniştene 5 bin lira ver’ dedi. Avukat Fuat Bey vardı yanında da Melahat Bey vardı kendisinin yardımcısı idi. Ona birlikte gittik ve “bugün saat 5’den önce bu işi bitirin” dedim. Beşten önce parayı verdik tapuyu aldık. Evin anahtarı Adil beyin akrabalarından birinde imiş adamcağız burada yatıp kalkıyormuş ve bir hissedarda o imiş. Hatta birayı 20-30 bin lira eder diyerek kendisi almak istiyormuş. Bunu duyunca pek inanmak istemedi anahtarı da vermek istemedi ama sonunda tapuyu gösterince o da kabul etti.
İLK MEVLANA TÖRENİ
Konya’da ilk Mevlana’yı anma törenlerini Av. Suat Abanazır, Av. Fakir Uzman, Muhlis Koner’in yeğeni ile biz Halk evinde yaptık. 1950’lerde bu törenleri 40-50 kişi izlerdi. Daha sonra bu Halk evi yıkıldı, sinema da yandı. Ben ayrıca 23-24 sene Çimento Fabrikası’nda idare heyetinde bulundum. Çünkü Ticaret Odasında Ahmet Bey vardı. 135 kişi 50 bin lira vererek burayı kurduk. Demir 50 kuruştu “biz bunu 25 kuruşa mal ederiz” dediler. “Romanya’dan demir getirelim” dediler, demir o zaman da 75 kuruşa çıkmıştı. İş Bankası’na ortaklık teklif edildi. Yüzde 39.5 hisse ile ortak oldu. Türkiye çimento fabrikasına ortaklık teklif edildi. Müdür Seyit Ulubay bir grup arkadaşın kuru sisteme karşı çıkmaları üzerine “ben burada kalamam” dedi. Çünkü Afyon Adana Isparta Niğde’ de fabrikalar yapılmıştı. Ulubay ayrıldı. Daha sonra kuru sisteme geçildi.
ADALET PARTİSİNİ YENİDEN KURDUK
1960 ihtilali sonrası Konya’da Adalet Partisi’ni kurduk. Birkaç kişinin dışında buraya hiç siyasete girmemiş insanları toparladık, yepyeni bir oluşum yapıyorduk. Öyle bir çalıştık ki iki ay evde hiç yemek yemediğimiz oldu. Köylere gittik katır sırtında yol almaktan bacaklarımız yara bere içinde kalmıştı. Doktor Ali Kemal Belviranlı, Fevzi Özçimi Botsa’ ya gittik. Orada yaptığımız bir konuşma sonrası bugüne kadar hep bizim karşımızda ki partiye oy veren toplam 135 kişi bizim partiye oy vermişti. Ben teşkilat başkanı idim Mustafa Öncel, Haydar Koyuncu, Sait Sina Yücesoy hep birlikte 1963 senesinde listeyi yaptık. Milletvekili listesini. Hatta biz yapmayalım bunu halka yaptıralım dedik. Bunun için derneklere sorduk. Derneklerin oylarında Ali Kemal Belviranlı 1. ben ikinci, Nuri Yılmaz üçüncü, Fevzi Özçimi 4. Faruk Sukan 5. Sait Sina Yücesoy 6. çıkmıştı. Biz bunu ters çevirdik kendimi 15.ye yazdım diğerlerini de 16. 17 yazıp gönderdik. Ama maalesef gönderdiklerimiz vekil yaptıklarımız bizi hazmedemediler partide hizip çıktı. Tabancalarla partiyi bastılar. Elhamdülillah biz kimsende korkmazdık. Milli Birlik komitesi döneminde bile biz particilik yapmıştık. Ama tabii daha sonra hizip girince parti işini de bıraktık
ARTIK BOL BOL OKUYORUM
Yıllar öncesinde Konya’daki dişçileri sorduğumuz zaman konuğumuz şunları söylüyor:
‘O yıllarda iki ermeni dişçi vardı, hatta birinin adı Kober idi. Ayrıca Tevfik isminde bir dişçi, bir askeri dişçi, Uluırmak’ta Mehmet Efendi isminde eğitimini almamış ama dişçilik yapan bir isim, İsmail Küçükkeleş, Mustafa Şenaltan ve Mustafa Özaydın vardı…
Günlerini yine düzenli olarak yazıhanesine gelerek değerlendiren ama sürekli okuyarak günlerini geçiren Nuri Yılmazgil ‘Şu günlerde hatıratları okumaya ağırlık verdim’ diyor.