Sosyolojik bir gerçektir: Bireyler ve toplumlar, fakirlik, hastalık, savaş vb. sıkıntılı durumlarda, inançlarına daha kuvvetli sarılırlar. Din bağı kuvvetlenir. Baş gösteren sıkıntılar ortadan kalkınca da bu bağ zayıflar. Ardından gelen refah dönemi ise inancı daha da azaltır. Refah döneminin devam etmesi ve nimetlerin daha da artması ise ne yazık ki ardından bir helaki getirir. Bu helak kimi zaman bir devrimle, darbeyle kimi zaman savaşla, yok oluşla gösterir kendini. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Bakın Afrika’nın mahrumiyet bölgelerine. Bugün bizim varlığını bile unuttuğumuz sünnetler, onların gündelik hayatının birer parçasıdır. Farzlar ise asla terk edilmez. Çünkü açlık vardır, hastalık vardır, ölüm korkusu vardır. Aynı coğrafyanın başkentlerine gittiğiniz zaman ise iki şeyi fark edersiniz: Maddi imkânların yüksek olduğunu ve inancın zayıfladığını.
Ülkemizde de en azından son 40 yıldır bu sosyolojik çizgiyi görebiliriz. Eskiden dini ve örfi bağlılık yerli yerinde iken, maddi imkânların artması ve sosyal yaşantısının gelişmesiyle birlikte örfi ve dini bağlar zayıflamıştır. İnsanlar, “daha çok” için, milli ve dini değerlerinden tavizler vermeye başlamışlardır. Atalarımızın yiyecek ekmeği bulamadığı günlerden bir yılda 4 milyar 380 milyon ekmeği çöpe atar hale geldik.
Örneklerini çokça sıralayabileceğimiz bu bozulmaların yanı sıra en önemli değerimizi kaybettik: Ahlak.
Ahlakınız yoksa maçın hakemi, mahkemenin hâkimi, evin reisi yoktur. Ahlak, tesbihin tanelerini bir arada tutan imame gibidir. Ahlak kaybolduğu zaman, sahip olduğunuz diğer her şeyin de elinizden çıkışını, önüne geçemeyeceğiniz bir hızda seyredersiniz.
Son yıllarda çokça Atatürkçü, solcu, laik, kominist, İslamcı, şeriatçı … yetiştirdik ama ahlaktan yoksun iseniz, GDO’lu bir insandan, et ve kemik yığınından başka bir şey değilsinizdir.
Bir başörtülünün seninle aynı haklara sahip olmasından rahatsızlık duyacak kadar insanlıktan nasibini alamamışsan, senin ideolojin neye yarar? Bu ülkeye ne verebilirsin sen?
Eline geçecek ilk fırsatta insan kafası kesmek için avuçlarını ovuşturuyorsan, ülkene yapılacak dış müdahaleyi bekliyorsan senin inancın; pazarcıların, tezgâhın önüne güzel domatesleri koyması kadardır.
15 Temmuz’da masum sivillere ateş açılması hangi ahlak, hangi din, hangi İslam, hangi cemaatle açıklanabilir. İşte, ahlaksız bireylerin bizi getirebileceği nokta budur. İster İslam ideolojisi gütsün, ister sol ideoloji.
Peki, neden biz en azından son 20 yılda ahlakçı bireyler yetiştiremedik? Ne oldu da tarihte görülmemiş bir hızla bozulmaya uğradık ve önüne geçecek çalışmalar yapamadık?
40 senedir güya bu çaba içindeki oluşum ve çalışmaları takip ediyorum. Memlekette pek çok İslami! dergi var ama içine baktığınızda ya yazıdan çok reklam görürsünüz, ya yazarın “etiketime layık olsun” düşüncesiyle ilme boğduğu ve sokaktaki adamın anlayamadığı yazıları görürsünüz ya da rüya ve mana lar aleminden, mesnetsiz dayanaksız yazılar.
O sohbetlerde, dergilerde, radyolarda şöyle ağız dolusu bir FAİZ ALAN DA VEREN DE LANETLENİR diyemediniz be! Reklamını aldığınız adamdan korktunuz, devletten korktunuz, para kaybetmekten korktunuz ama bir Allah’tan korkmadınız.
O cemaatler neredeler? Neden milletin içine karışıp ta haksız hukuksuz ticaret yapan, hilede zirveyi zorlayan, borcunu ödemeyen, “hak”tan çok parayı düşünen insanlara çıkıp ta emr-i bil maruf, nehyi anil münker yapamadınız?
Ancak dostlar alışverişte görsün, çağır bir hoca, topla milleti salonlara, 2 saat konuştur adamı, milleti dağıt. İslam’ı salonlara, camilere, seccadeye, Kâbe’ye hapsettiniz, çarşıya pazara sokmadınız. Bugün geldiğimiz noktada sohbete konferansa giden, cemaatlerin dergilerine abone olan ama en çok yediği şey kul hakkı olan bir millet var karşımızda.
Aslında ahlakçı bireyler yetiştirebilecek, Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar teşkilatlanmış bir yapımız var: Diyanet. Bir pergel alın, camiyi merkeze koyup bir çember çizin. Bu çember mutlaka çizdiğiniz bir diğer çember ile kesişecektir. Çünkü çok sayıda camimiz, imamımız, müezzinimiz var. Ama 40 yıldır kapımızı çalıp ta “ben mahallenizin imamıyım, dertleşmeye, sohbet etmeye, bilmediklerinizi öğretmeye, sorularınızı cevaplamaya… geldim” diyen bir imam göremedik. O imamları oto alım satımı yaparken gördük, televizyon programcılığı, reklamcılık, dernekçilik yaparken gördük.
Tarih tekerrür ediyor. Fakirdik, zenginleştik, refah seviyemiz arttı. “Biz nimetler içinde azgınlaşmış nice memleketleri helak etmişizdir” ayeti de orada duruyor (Kasas Suresi, 58), Akdeniz, Yunanistan ve Suriye’de yığılmış düşman güçleri de orada duruyor. Hatta öyle tekerrür ediyor ki, 1. Dünya Savaşından önce parasını ödediğimiz halde alamadığımız 2 gemi gibi muhtemelen F-35’leri de alamayacağız gibi görünüyor.
Bu yazıyı bağlamayacağım çünkü o sonu size bırakıyorum. Bakalım siz nasıl bir son vereceksiniz bu yazıya. Mail ve yorumlarınızla iletişim kurabilirsiniz.
(Not: Yazıda asla hiçbir kesimin bütün bireylerini hedef almıyorum. Her cenahta pırıl pırıl insanlarımızın olduğu da su götürmez bir gerçektir. Kastedilen, çoğunluktur)