Bunaldığı belliydi.
Yerinde duramıyordu. Önce sakinleşsin istedim olmadı. O zaman bırakalım anlatsın dedi. Anlattı. Bitmek bilmedi anlattıkları. Konudan konuya geçiyor, dallardan köke inemiyordu. Ağaç büyük de değil. Büyüyememiş de bir yandan. Ufacık dalları var ve küçücük bir serçe. Bir o dalda bir bu dalda. Ötüşü keyif vermiyor. Sadece insanın içini burkuyor. Hatta daraltıyor da denilebilir. Küçücük olduğundan da habersiz Dünyaya meydan okuyor.
-Yanlış, diyor. Yanlış. Herkesten nefret ediyorum. Herkese öfkeliyim.
Zavallı küçük serçe öfkesi de nefreti de kendineydi aslında. Kendinden nefret ettiğini kendi değersizliğini perçinlediğini anlamak zor olmadı. Bir yandan da çaresizliğini gösteriyordu. Asla olmak istemem dediği halde. Kendine acıdığını bile bile acınmak istemiyorum diye bağırıyordu. Sözsüz dili yardım istiyordu.
Niye büyüyememiş bu ağaç? Sordum usulca.
Gölgede kalmış dedi. Etrafı sarılmış yüksek ağaçlarla. Usulca, sessizce öfkesi duyulmasın diye onlar annem babam ailem dedi. Ya serçe diye sordum. O benim dilim. Kendimi onunla ifade ediyorum dedi.
Tepesindeki ağaçlar görkemli görünüyordu. Çok da ihtimam gösterdikleri belliydi kendilerince küçük ağaca. Oysa yanı başındakiler serpilip büyürken o ölüyordu. Daralmış bunalmış soluk alamıyordu. Seviyorlar beni diyordu. Ağlayarak. Ama sevgilerinden bunaldım. İstemiyorum böyle sevgiyi. Ben kendi başıma da yaşarım. Serpilip büyürüm. Güvensinler bana.
Sonra dönüp bana Tanrıya inanıyor musun, dedi.
-Evet, dedim.
-Ben kararsızım, dedi. Bir inanıyorum, bir inanmıyorum.
Anladım ki tepesindekiler Tanrılaşmış. Onlara olan kızgınlık Tanrıya kızgınlığa ve öfkeye dönüşmüş. Sonra herkese, her şeye. Herkesten nefret ediyorum dediği tepesindekilerdi. Hani derdi ya Kılavuzum:
Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil. (3/360, Mesnevi)
Kök meydana çıktı.
Tepedekiler.
Nasıl yardım edilir. Tepedekilere söylesek kabul ederler mi? Çok zor.
En iyisi biz onu buradan çıkartalım. Geniş ferah bir yere koyalım kendi olmasını sağlayalım. Dedi.
İyi de bunun için bize güvenmesi lazım. Sonra ya büyüyemezse. Ya daha kötü olursa bunun sorumluluğu var.
Bundan daha kötü olamaz dedi. Görmüyor musun ölüyor.
Böyle başladı öyküsü.
Aldık sorumluluğunu. Tanrıya da güvenerek. Ve baştan da söyledik. Bize teslim olman şart. Ne dersek yapacaksın.
-Tamam dedi; ancak bana nasıl güveneceksiniz?
-Sana değil, Tanrıya güveneceğim. Dürüstsen risk alıp bunu göreceğim dedim. Kılavuzum da onayladı:
Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Esasen Hakka teslim olmadan daha sevgili ne var? (1/916)
Bu ilk karşılaştığım bir durum değildi. 15 yaşına gelmiş çocuklarını okullarının servis araçlarına elinden tutup götüren anneleri biliyordum. Kendi güvensizliklerini onlara da öğreten. Güvenmeyi tevekkülü bilmeyen ebeveynler. Niye diyince çok sevdiklerini başta söylerlerdi. Sonra da ona değil çevreye güvenmiyorum derlerdi. Çocuk buradan hangi mesajı alıyordu? Çevre tekin değildir. Güvenilmez. Yaşadığın Dünya güvenilmez bir yer. Sonra insanlara güvenmem diyen bir yığın insan. Eşler arasında problem. Kıskançlığından şikayet edenler eşlerinin. Sorun kökteydi. Kök te ebeveynler.
Bir Pir ele geçirdin mi hemen teslim ol; Musa gibi Hızırın hükmüne girip yürü. (1/2969)
Tekrar hatırlattı Kılavuzum, teslim olacaksın.
İyi de güvenin sınırı yok mu? Evet var.
İlkeler...
Gece geç vakitti. Karşıdan gelen bir ışık vardı çarpabilirlerdi. Geminin hoparlöründen seslendi komutan. Ben gemi komutanıyım çekilin önümüzden. Karşıdan cevap geldi. Siz çekilmek zorundasınız. Rotanızı değiştirin. Sinirlendi komutan. Duymuyor musunuz? Ben Albayım. Gemi Komutanıyım diyorum. Duydum dedi karşıdaki. Ben de deniz feneri görevlisiyim.
İşte deniz fenerleri ilkelerdir. Kim olduğunuz ne olduğunuz değil önemli olan. Karşınızda deniz feneri varsa çarpmamak zorundasınız. Sizin için konulmuştur onlar.
En başta gelen temel ilke ise dürüstlüktür.
Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul. Çünkü her doğru okun yaydan fırlayacağına şüphe yok.
Top ol da doğruluk yanına yat; aşk çevgânıyla yuvarlanarak git!
Çünkü bu yolculuk, binekten indikten sonra Hakkın çekişiyle olur; halbuki önceki gidişimiz, deveyle idi!
Bu çeşit gidiş, bambaşkadır. Bu gidiş, cinlerin çalışmasıyla da olmaz, insanların çalışmasıyla da! (ilk b.1533, son b.1561) Mesnevi
Söz sözü açtı. İlkeler dedi bağladı Kılavuzumuz. Yoldayız madem. Yolun özü dürüstlük. Önce dürüstçe başlanır. Yola niyet edilir. Yürünür. Sonra dilerlerse yürüyüş bambaşka bir gidiş haline gelir. Tabii dilerlerse.
Sen önce bir yürü hele.
www.pozitifdegisim.com