Önceki gün Rektör Süleyman Okudan’la bir telefon görüşmem oldu…
Yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ı tanıyıp tanımadığını sordum…
Yakından tanımadığını ama hakkında olumlu kanaatler taşıdığını söyledi. Özcan’ın ‘daha özgür üniversiteler’ çağrısını ise gayet olumlu bulduğunu, Türkiye’nin kısır tartışmalarla bugüne kadar çok fazla şey kaybettiğini anlattı.
Rektör Okudan’la “Danıştay 1. Dairesi’nin, Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süleyman Okudan ile 6 öğretim üyesi hakkında, Meram Tıp Fakültesi’ne biyokimya kitleri alımı ihalesinde kamuyu zarara uğrattıkları gerekçesiyle YÖK’ün verdiği lüzum-u muhakeme kararını onadı”ğı haberi önceki gün gündeme düşmeden konuşmuştuk.
YÖK’ün kendisini ve tüm rektörleri, yaptıkları ve yapamadıklarıyla değerlendirmesinin doğru olacağını kaydeden Okudan, isimsiz ve asılsız mektuplara itibar edilmemesi gerektiğinin altını çizerek söylüyordu…
Gerçekten de Danıştay’ın luzum-u muhakeme kararını onadığı takvim oldukça ilginç…
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından rektör atamalarının gerçekleşmesi beklenirken piyasaya düşen bu haberlerin bir etkisinin olacağını sanmıyorum…
SAĞLAM DİYALOG ŞART
Okudan’la üniversitelerde yaşanan sıkıntıları konuştuk.
Öğretim üyelerinin özlük haklarının düzenlenmesi gerektiğini söylüyor, nitelikli insanların üniversitelerden neredeyse kaçtığını anlatıyordu.
YÖK’ün bugüne kadar yukarıdan bakarak sorunları yeterince göremediğini düşünen Okudan, bundan sonra üst kurul ile üniversitelerin daha sağlam diyaloga gireceğine inanıyor…
Okudan “İnşallah eskisinden iyi olacağını düşünüyorum” diyor…
Üniversiteler ilimle uğraşsın, ülkeyi germe yerleri olmaktan çıksın, bilimsel özgürlüğün kapıları açılsın…
İşte hepimizin istediği bu…
ALINTERLERİ HEBA OLDU
Başörtülü olduğu için üniversitelere alınmayan kızlarımız için de bilimsel özgürlüğün kapıları aralanmalı… Türkiye’yi ileriye götürmek istiyorsak bunu şimdi yapmamız gerekiyor.
Son 10 yılda binlerce kızımız, alınlarının teriyle kazandıkları üniversitelerden içeri alınmadılar. Bazıları başlarını açarak eğitimlerine devam ederken bazıları bundan da taviz vermediler. Bazen onları biz de anlamadık, ‘onurlu’ duruşlarını takdir etmemiz gerekirken, kimi zaman alamadıkları diplomalar nedeniyle onurlarını incittik. Başörtüsünü açarak sahip olacakları bir diploma ile mesela öğretmen olabilecekken, açmayıp onları anlayan bir kurumda yahut özel bir iş yerinde çalışıyorlarsa ‘keşke okuyup öğretmen olsaydın’, ‘keşke okuyup doktor olsaydın’ diyerek çirkinleştik…
Artık bu günlerin geride kalması gerekiyor…
YÖK’ÜN NE ÇOK YASAĞI VARMIŞ!
Bunları söylemişken, daha özgür üniversite inancımızı kuvvetlendirmek adına bir şeyin daha hakkını vermemiz lazım.
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şahin Filiz’i en azından Konya, Zekeriya Beyaz kadar tanıyor…
Filiz ne dedi de tanındı:
-Başörtüsünün İslam dininin bir emri olmadığını savunarak Yahudi geleneği olduğunu mu?
-Türbanın, 1970'li yıllardan sonra mikro faşizmin çekirdeği olarak ortaya çıktığını mı?
Türkiye ve dünyada muhatap olduğumuz tek genel düşünüşün aksine düşünce bu değil ki…
Türbanın Yahudi geleneği olduğunu ve mikro faşizmin çekirdeği olarak ortaya çıktığını söyleyen Filiz’in, hangi gelenekten beslendiğini ve yaşayış tarzı ile hangi geleneği temsil ettiğini bilmek bile istemiyorum…
Fakat işte burada, ‘üniversitelerde bilimsel özgürlüğün’ önünün açılmasını isteyen bizler, kaale alınmaması gereken bazı cümlelere, sahiplerinin yanında taşıdığı birer odun gözüyle bakmaya alışmamız gerekiyor.
Tabi gerekli cevapları gerektiği şekilde vermeye devam ederek…
Son olarak, ‘izinsiz şehir dışına çıktığı için’ mevzuata aykırı hareket eden Filiz hakkında açılan soruşturma da gösteriyor ki YÖK’ün tek yasağı türban değilmiş.
Filiz hakkında açılan soruşturma mevzuattan ileri geliyor…
Prof. Dr. Ahmet Önkal da yürürlükteki mevzuatı uygulamakta haklıdır. Önkal’ı eleştirmeye kimsenin hakkı yok.
Fakat…
Mevzuatlarda kabul görür özgürlüklerin önünde ne kadar engel varsa kaldırılmalıdır. Her kesimin YÖK’le olan muhabbeti ancak böyle artırılabilir.