Her ülkenin sinema sektörüne kazandırdığı filmler vardır. Bazı filmler hayatınızı değiştirir, bazıları yeni kavramları anlamlandırmanızı sağlar, bazılarını ise hayatınızın hiçbir döneminde unutamazsınız. Hollywood’da böyle filmler vardır, Cesur Yürek, Akıl Oyunları buna örnek teşkil edebilir. (Hollywood’un ne denli büyük bir sektör olduğu bilindiğinden burada yüzlerce örnek gösterilebilir ama yazmaya sayfalar yetmez.) Bollywood için 3 Idiots, Ghajini gibi filmler öne çıkar. (Hint sinemasını takip edenlerin sayısı ise her geçen gün artıyor. Bu konuda da acilen arşivler genişletilmeli diye düşünüyorum.) Yine çok bilinen Amelie (Fransız), "The Grudge", Garez (Japonya), The Color of Paradise, Cennetin Rengi (İran) filmlerini izlemediyseniz sinema tutkunu arkadaş meclislerinde zor duruma düşebilirsiniz.
Tüm bunların dışında başka bir şey söyleyeceğim: “Ölmeden önce izlemeniz gereken 5 Güney Kore filmi” Güney Kore sinemasını beğenenler, takip edenler 5 için az diyecekler. Biliyorum. Bence de az. O kadar iyi film var ki Güney Kore sinemasında 5 değil 55 film önerilse yeridir.
Güney Kore sinemasını hiç tanımayanlar için önce bilmeniz gerekenleri söyleyeyim. Kasvetli havalar hâkimdir genelde filmlerde, hiç beklemediğiniz şekilde gelişebilir olaylar ve kendinizi birden karmakarışık bir ilişki yumağının içinde bulabilirsiniz. Hiç beklemediğiniz biri katil çıkabilir, muhtemelen başrollerden biri veya bir kaçı ölür. Bıçaklar, baltalar aksiyon filmlerinde havada uçuşur, suç gerilim filmlerinde katilin cinayet anını sansürsüz gösterirler, ortalık kan revandır, iç bulantısı kaçınılmazdır. Aşk filmleri o kadar içinize dokunur ki aşkın gerçekten sonsuz olduğuna inanırsınız. Aile üzerinden müthiş dram yaparlar, annesinin ölümcül hastalığa yakalandığını öğrenen çocuk öyle oynar ki 7 değil 27 yaşında olduğunu falan düşünürsünüz. Korku filmlerinde Japonlar kadar iyi olmadıklarını ama yaptıklarını da seyredebilir hale getirdikleri kesindir. Şimdi tüm bu ön bilgilerden sonra gelin hangi 5 filmi izlemelisiniz bunu işleyelim.
Sıralama beğeni sırasına göre gitmeyecek çünkü bazılarını ayırt edemiyorum ben. İşte benim önereceğim o 5 film.
The Way Home: 2002 yapımı bir filmdir. Film yaz tatilini anneannesinin yanında geçirmesi için köye götürülen şımarık bir çocuğu anlatır. Bu yaramaz çocuk anneannesine yapmadığını bırakmaz. Tüm bunların aksine anneannesi torununu çok seven ve torunu ile ilgilenen mükemmel bir kadındır. Öyle fedakârlıklar anlatır ki film, büyükannenizle yaşadıklarınız bir film şeridi gibi geçer gözünüzün önünden. Eğer izlerseniz zaten filmin yüzde 10’unu bile yazmadığımı fark edeceksiniz.
A Moment to Remember: 2004’te Güney Kore’de vizyona giren bu filmin pek çok farklı versiyonu başka ülkeler tarafından da çekildi ve izleyiciye sunuldu. Bunlardan en yakın tarihli olanı ise Özcan Deniz’in çektiği Evim Sensin. A Moment to Remember filmi unutkan bir kadının çevresinde dönen olayları konu ediniyor. Filmin erkek başrolü Jung Woo Sung ve kadın başrolü Son Ye Jin öyle içten performans sergiliyorlar ki film ilerledikçe gözyaşlarınız sel olup akıyor. Önerimi dikkate alıp izleyecekseniz peçetelerinizi yanınızda hazır bulundurun derim.
I Saw the Devil: 2010 yapımı olan filmdir. Başrollerini Hollywood’da da boy gösteren Lee Byung Hun ve en son “Lucy” filminde Mr. Jang rolünde izlediğimiz Choi Min Sik paylaşır. Filmin konusu ise, zevk için insan öldüren bir psikopatla, gizli bir ajan arasındaki kaçma kovalama oyununu anlatır. Filmi izlerken “İntikam soğuk yenen bir yemektir” sözünün ne anlama geldiğini çok iyi anlayacağınızı garanti ediyorum. Lee Byung Hun’un muhteşem oyunculuğu ve filmde yaşanan olayların işlenişini kaçırmayın. Çünkü film görsel anlamda da çok başarılı. Bazı sahnelerde ellerinizin kesildiğini bile hissedebilirsiniz.
Midnight Fm: Gece Yarısı fm filmi de 2010 yılında seyirciyle buluşanlardan. Olağanüstü bir kurguya sahiptir. Popüler gece radyo talk show sunucusu bir kadının, ailesinin gizemli biri tarafından kaçırılmasını konu edinen filmde heyecan hiç bitmiyor. Bu gizemli kişi, kadından iki saat içinde radyo şovu havasında ailesinin yaşamını kurtarmasını ister. Ve olaylar silsilesi başlar. Güney Kore’nin tanınmış oyuncularından Soo Ae’nin harika oyunculuğu ise film boyunca seyir zevkini en yukarıda yaşamanızı sağlıyor.
The Man From Nowhere: 2010 yılında pek çok ülkede gösterime giren film dünyadan olumlu tepkiler almış ve pek çok ödülü kucaklamıştır. 31. Blue Dragon Film Ödüllerinde En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu dâhil olmak üzere dokuz ödül için aday gösterilmiştir. 2010 yılında piyasaya sürülen filmler arasında en yüksek bilet satışı ile sinemaseverler tarafından en çok izlenen film olmuştur. Filmin konusu ise eski bir özel ajan olan başrolün dış dünya ile tek bağlantısı yakınlarda yaşayan küçük bir kızdır ve olaylar bu ikili etrafında gelişir. Küçük kızın bir uyuşturucu çetesi tarafından kaçırılmasıyla başlayan serüven başrolün küçük kızı kurtarmak için dünyayla yüzleşmesine sebep olacaktır. The Man From Nowhere görsel efektleriyle izleyiciyi içine alan yüksek dozda aksiyon ve heyecan barındıran bir filmdir ve mutlaka da izlenmelidir.