ÖLÜM RANTÇILARI

Ümit Savaş Taşkesen

Gecenin ikisini geçmiş vakit. Terler içinde uyandım. Sıcaktan bunalmışım. Kalktım… Kaç gündür içimde bir ölüm sessizliği. İç sesimi kaybetmiş, sessiz sinema gibi olanların, olayların şokunu atlatamadan, hayretler içinde yaşananları okuyor, dinliyorum… çok fazla okuyamıyorum. Sağlıklı bir bünyenin bir ay içinde yaşadıkları, bunlara katlanabilmesi, şahit olması ve hayatını sürdürmesi mümkün değil. Oysa bu coğrafyanın normali bu oldu artık!Ölümler, cinayetler, ihanetler, operasyonlar, görev ihmalleri, peşkeşler, duyduğum ve okuduğum şeyler bünyeme ağır geliyor, vücudun sigortası atıyor.Psikosomatik bir durum. Parmaklarım su topladı. Yazı yazmakta zorlanıyorum… Her sabah kızgın sulara, ateşe uzatıyorum elimi.

Sıcaktan ve okuduklarından bunalmış, mutfağa yönelmişken, oğlum gözüme ilişiyor. Sessizce, yatağına kıvrılmış uyuyor. Duruyorum. İçim burkuluyor. Gaziantep geliyor aklıma… bir düğün evine dalmış bombaya dönüştürülmüş bir çocuk ve havaya uçurduğu sevinçlerimiz, umutlarımız, yarınlarımız, vicdanlarımız, sevgilerimiz, gözlerimizin nuru çocuklarımızdır Gaziantep.  Sonra, elinde silah olarak Şanlı Bayrağımız ile beş tankın önüne yatan, durduran video görüntüleri canlanıyor birden… Sen nasıl bir insansın böyle yiğidim? Nasıl bir sivil, haylaz, dayanılmaz koskoca bir yüreğin var böyle?

Mutfak balkonundan dışarıya bakıyor, geceyi dinliyorum. Dışarısı sessiz ama kulağımda uçak, silah sesleri, bombalar, sedalar, salalar, korna sesleri, marşlar, sloganlar…hafiften serin bir esinti olsa da içim yanıyor. Nasıl bir “ihanet şebekesinin kurşun askerine” dönüşüyor bu coğrafyanın, Anadolu’nun has evladı?Doğum yerlerine, aldıkları eğitime, konuştukları dile bakın bizimle aynı ama gönül dünyaları yabancılaşmış, zehirlenmiş. Katran karasına dönmüş kalpleri. Kendi milletine, meclisine, başkanına, halkına kurşun sıkabilen, vücuduna bombayı sarıp havaya uçuran bir zombiye dönüşmüşler… Bu zombi üretim mekanizmasının adı bugün FETÖ’dür, PKK’dır, DAEŞ’tir ya da başka birşey.Bu üretim, dönüştürme ve zehirleme faaliyetini var eden şartları değiştirmedikçe bir şey değişmeyecek.Dün başka bir isimdi, yarın belki başka bir isme dönüşecekler şartlar aynı kaldığı sürece…

Balkondan gökyüzüne bakarken gözüm bir yıldıza takılıyor. Adli tıp önünde, çocuklarının ceset parça analizlerinin yapılmasıyla, kendilerine teslim edilecek cenazesi ile teskin olmaya çalışacak anneler babalar akrabaların ağıtlarını duyuyorum…Acının birleştirdiği gönülleri ayırmaya, bölmeye çalışıyorlar milliyeti, siyaseti, mezhebi, kimliği, farklılığı vurgulayan“ölüm rantçıları”. Bu, acılardan kar elde etmeye çalışan “ölüm rantçıları”ndan tiksiniyorum…kulağım uğulduyor… Alışamıyorum. Bir düğün evini cenaze evine çevirip bir ülkenin kalbini patlatıyorlar…ülke kanıyor, kan bıngıldıyor…

“Meryem oğlu İsa sanıp ben zavallı ademi,

Çarmıha çaktılar orada çok zaman önce.”

Anlıyorum her şey mümkündür artık…Bir ömre kaç acı sığar diye içimden geçiriyorum. İç sesimi buluyorum sanki. Ne çok acı var? Kardeşin kardeşi öldürmesi Ademoğlu geleneği diyor bir ses, aldırma. Gene de aldırıyorum. Varsın, Habil olmak düşsün payımıza. Kabil oğullarından olmayalım.

Küçük oğlum Ömer mızırdanıyor. Henüz bir buçuk yaşında.  Usulca öpüyorum terli alnından. Büyüdüğünde ona anlatacak kahramanlarımız var ve çoğalıyor çok şükür. Çünkü,Şehit Ömer Halisdemir geliyor aklıma ansızın gecenin (sabahın?) bu vaktinde.  Şükür ki Ömerler de yetiştiriyor bu topraklar ve bu sayede “var ve özgür” olacağız hep inşallah…

Siz alışkın ve normal karşılıyor olabilirsiniz ama ben alışamadım. Alışamayacağım. Ölenlere rahmet, kalanlara sabır diliyor dua ediyorum… Kelimelerin kifayetsiz kalıp öfkemin kabardığı yerde, küfürleri de eksik etmiyorum.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.